Son birkaç yazımızda faizin meşrulaştırılmasına yönelik ileri sürülen bazı iddialara ve bunlara yönelik verilen cevaplara değinmeye çalışmıştık. Bu yazıda ise faizle ilgili bir başka hususa değinmeye çalışacağız.

Kendimize ve kâinata baktığımızda dikkatimizi çeken bir husus da her şeyin belli bir aşamadan sonra eksilmeye ve yok olmaya doğru yüz tutmasıdır. Örneğin insan doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Bu gerçek Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir; “Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O dilediğini yaratır. O hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.” (Rûm, 30/54), “Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz (gücünü azaltırız). Hâlâ düşünmeyecekler mi?” (Yâsîn, 36/68) Aynı şekilde bir binanın temeli atılır ve yapılır. Daha sonra ise eskir ve yıkılır. Benzer durum devletler için de geçerlidir. Bir devlet kurulur, büyüyüp güçlenir, daha sonra çöküp kaybolur. Her varlıkta bu kanun benzer şekilde işler.

Bu eksilme ve yok oluş bazı şeylerde hızlı iken bazı şeylerde ise yavaş olur. Ancak er veya geç Allah (c.c.)’tan başka her varlığın başına gelecek hakikattir. Kur’an’ın şu ayeti ise bu hususu vurgulamaktadır; “O’nun zatından başka her şey yok olacaktır.” (Kasas, 28/88) Kurânî ifadeyle bizler bu kanuna genel olarak “Sünnetullah” derken bilimsel dille “entropi yasası” denilmektedir.

Bu girizgâhtan sonra konumuza gelecek olursak, insanın sahip olduğu servet te bu kanuna tabidir. İnsan çalışır, belli bir servete sahip olur, daha sonra yavaş yavaş bu servet yok olur. Her ne kadar bazıları mallarının kendilerini ebedileştireceğini zannetse de bu kanun bozulmaz. Ne mal ne de onun sahibi kalıcı değildir, yok olmaya mahkûmdur; “Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay haline! O, malının, kendisini ebedileştirdiğini sanır.” (Hümeze, 104/1-3), “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz.” (Bakara, 2/155) “Peki faiz konumuzun neresinde duruyor” diyecek olursanız şöyle diyebiliriz; Faiz bütün bu işleyişe karşı bir meydan okumadır. Belki de faizin, “Allah ve Rasûlüyle savaşa girmek” şeklinde bir meydan okumayla karşı karşıya kalışının altında yatan hikmet de budur. Allah’ın koyduğu kanuna karşı meydan okumaya aynı dilden cevap!

Konumuzu biraz daha açacak olursak; Kişi, sahip olduğu parayı öncelikle ihtiyaçlarını gidermek için tüketecektir. Şayet para ihtiyaçlarından fazla ise bu parayı değerlendirme yoluna gidecektir. Klasik iktisat gözüyle olaya bakarsak bu da iki şekilde olacaktır; ya borç vermek suretiyle veya kendisi bizzat yatırım yapmakla. Tabi borç verdiğinde mutlaka faiz karşılığında olacaktır. Hatta kişi borç verme veya yatırımdan birisini tercih ederken faiz oranlarıyla kâr oranlarını karşılaştıracak, hangisi daha fazla ise ona yönelecektir. Fakat terslik burada başlamaktadır. Zira kendisi yatırım yaparsa kâr da edebilir, zarar da. Ancak faiz karşılığında borca verdiğinde artık parasını sürekli artan bir konuma getirmiş bulunmaktadır. Tabiatın değişmez yasasına karşı meydan okuma bu noktada başlamış oluyor. Gelin yapılmış farazi bir hesap üzerinden konuyu daha iyi anlamaya çalışalım (bu arada iktisat bilimi hep faraziyeler üzerinden yürüdüğü için aktardığımız bu hesap abes görülmesin):

M.S. 20 yılında yaşayan bir adamın 100 ekmek dilimini başka bir adama borç verdiğini varsayalım. Bu borç işlemi bileşik faiz usulüyle %5 karşılığında gerçekleşmiştir. M.S. 1995 yılına gelindiğinde ödenecek toplam borç, 100 (1+0,05)1975 formülü gereğince 700.000 milyar milyar milyar milyardan fazla ekmek dilimine ulaşmaktadır. Dünya üzerinde o tarihten itibaren yaşamış olan insanların her biri günde on milyon ekmek dilimi üretip biriktirmiş olsalar bile bu miktarı karşılayacak ekmek bulmak mümkün olmayacaktır. Hatta faiz oranı %2,5’ta tutulsa bile geri ödemenin imkânsız olacağı belirtilmiştir. (Tarek El Diwany, Faiz Sorunu, Çev: Mehmet Saraç, s.29, 31)

Faizin toplumlarda yol açtığı tahribat incelendiğinde bu örneğin çok da yabana atılmaması gerektiği anlaşılacaktır. Ülkemiz, 2002-2006 döneminde faize 184,3 milyar dolar harcamıştır. Bu parayla yapılabilecek işler ve hizmetler varken belli kişilerin cebine gitmektedir. Bu sebeple faize dayalı sistemden kurtulmak sadece Müslümanlar için değil, insanlık için de öncelikli bir meseledir.