Her Müslümanın ibadetlerle ulaşmak istediği ortak bir amaç bulunmaktadır. Bu ise Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmaktır. Zira bir Müslüman açısından Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmak ulaşılabilecek en büyük hedeftir.

Bu hakikat Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedî olarak kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve adn cennetlerinde güzel meskenler vaad etmiştir. Allah’ın rızâsı ise hepsinden büyüktür, işte büyük bahtiyarlık da odur.” (Tevbe, 9/72) Ayette buyurulan cennet ahiret hayatına yönelik bir mükâfattır. Allah’ın rızasını kazanmaktaki temel amaç da ebedi hayatı kazanmaktır. Bu amacın daha çok kişinin bizzat kendisine yönelik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

İbadetlerin yukarıda belirtilen amaçların yanı sıra bu dünyada kazandırmak istediği bazı amaçlar da bulunmaktadır. Netice olarak bunlar da ahiret odaklıdır ancak ahirette faydasını görebilmek için sonuçlarının burada görülmesi gerekir. Bu ise ibadetlerin bize kazandırmak istediği ahlaki erdemler olup daha çok topluma yönelik davranışlarımızı içermektedir. İbadetlerimiz bu tür ahlaki erdemleri kazandırmıyorsa bu durumda şekli olmaktan öteye geçmediği anlaşılmaktadır ki bu husus ibadetlerin konuluşundaki hikmete uygun düşmemektedir.

Günde beş defa yerine getirmeye çalıştığımız ve hayatımızda en fazla yer alan namaz ibadetini örnek olarak verebiliriz. Yukarıda da ifade edildiği üzere namazdaki temel amaç Allah’ın (c.c.) emrini yerine getirmek ve O’nun rızasını kazanmaktır. Ancak namazın bize kazandırmak istediği başka bir şey daha var ki bu da Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir: “Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 29/45) Buna göre kıldığımız namazla en başta Allah’ın rızasını kazanmayı amaçlarız. Bir yandan da bu namazlar bizi hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Şayet alıkoymuyorsa bir yerde problem var demektir. Yapılacak şey bu problemi tespit etmek ve gidermektir. Aksi takdirde namaz ibadeti şekli olmaktan öteye geçmeyecektir. Buna benzer bir durum oruç ibadetinde Efendimiz (s.a.s.) tarafından şöyle ifade edilmektedir: “Her kim yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa, o kimsenin yemesini içmesini bırakmasına Allah’ın hiçbir ihtiyacı yoktur.” (Buhârî, Savm, 8) Hadis-i şerif bize oruç ibadetinin kazandırmak istediği önemli bir şeyi hatırlatıyor ki o da yeme ve içmeden uzak kaldığımız gibi günahlardan da uzak kalmamız gerektiğidir. Aksi takdirde günün akşamında açlık ve susuzluktan başka yanımıza kar olarak başka bir şey kalmayacaktır.

Konumuz olan umre ibadetine gelecek olursak bu ibadet şekil olarak bir yolculuktan ibarettir. Zira dünyanın dört bir tarafından Müslümanlar yolculuk yaparak Kabe’ye gelmektedir. Elbette buraya gelişteki ortak amaç Allah’ın (c.c.) yapmış olduğu çağrıya kulak vererek ve belli emirleri yerine getirerek O’nun (c.c.) rızasına ermektir. Umre ibadetini yerine getirirken şekil açısından riayet etmemiz gereken birçok husus bulunmaktadır. Bunlar başlıca mîkât sınırından ihramlı girmek, ihramlı olduğumuz süre içerisinde yasaklara uymak, Kabe’yi tavaf etmek, Safa ile Merve arasında sa’y yapmak ve en son olarak da tıraş olup ihramdan çıkmaktır. Bu hususlara riayet etmenin yanı sıra ayrıca bu ibadetin bize kazandırmak istediği bazı ahlaki erdemler vardır. Bu erdemleri kazanmadığımız takdirde umre ibadeti şekil olarak turistik bir yolculuktan öteye geçmeyecek ve -Allah muhafaza- sonunda çektiğimiz yorgunluk bize kar (!) olarak kalacaktır. Bir sonraki yazımızda bu erdemlere dikkat çekmeye çalışacağız.