Hani, bir varmış, bir yokmuş diye başlanan hikâyeler vardır ya, işte size yazdığım da öyle bir şey. Abbasî Halifelerinden Mu’tasım dönemi.

Halifenin Emirlerinden biri sevdiği ve güvendiği görevlilerinden birini çağırarak: “Bağdat’ta bana 500 altın verecek birini tanıyor musun? Çok lâzım. Kısa zamanda iade eder, seni de mahcup etmem” der.

Görevli: “Çarşıda alışveriş yaptığım ve uzun zamandan beri iyi tanıdığım bir esnaf var. Bahsettiğin miktarda altınının olduğunu düşünüyorum. Dükkânına sık uğradığımdan parasının da nakit olduğunu biliyorum.”

Emir, birini gönderip o adamı çağırtmayı, ona saygı gösterip, birlikte yemek yemeyi, yemekten sonra da parayı nasıl isteyeceğini tasarlar. Nasıl olsa o benden utanıp sıkılır. Bu durumundan faydalanarak öyle konuşayım ki ondan parayı kolayca alayım, diye düşünür.

Adamı çağırtır. Adam hemen Emir’in sarayına gelir. Emir ona saygı göstererek iyi bir yere oturtur.

Gönlünü almak için: “Senin ününü, huyunu, ahlakının iyiliğini, mertliğini pek çok kişiden duydum. Sana hayran oldum. Hatta bir topluluk oturmuş sizinle ilgili: ‘Bu efendinin hürriyetine düşkünlüğü, alış verişindeki doğruluğu tartışılmaz, Bağdat çarşısında onun gibisi yoktur’ dediklerini işittim…” bende sizinle yakından tanışmak, hediyeleşmek istedim. Diyerek güya iltifatta bulunur. Ardından da: “Ey Efendi! Niçin cesaret edip, bize iş buyurmuyorsun? Bu evi (Sarayı) niçin kendi evin bilmiyorsun?” der. Emir ne söylerse, o saygı göstererek, tevazu ile harekette bulunur. Ondan sonra sofra ve yemekler gelir. Emir ona ikramda bulunarak, kendi tasından yemesi için tasını onun önüne sürer. Yemek yendikten sonra Emir, adama dönerek: “Seni niçin çağırdığımı biliyor musun?” 

Adam: “Hayır” der.

“Benim bu şehirde pek çok zengin dostlarım olduğunu bilmelisin, onlara bir işaret yapsam benim alış verişimi bildiklerinden hiç duraksamadan isteğimi yerine getirirler. Fakat şu an senin değerin nazarımda öyle arttı ki seninle benim aramda bir dostluk olması ve samimiyetin artması için senden 1.000 dinar borç vermeni istiyorum. 4-5 ay içinde, hasat mevsiminde iade ederim. Herhalde benden bu kadarını esirgemezsin?”

Adam hayâ ve utancından; “ferman Emir’imindir yalınız ben 1.000 veya 2.000 dinarı olan esnaflardan değilim. Sermayemin tamamı 600 Abbasî altınıdır. Onunla kudretimce yaşıyor ve ufaktan bir iş çeviriyorum. Bunu elde edinceye kadar da zamanım sıkıntı içinde geçti.”

Emir:  “Hazinemde yeteri kadar altınım var, fakat maksadım bu alış-verişten dostluğumuzun pekişmesidir. Samimiyet eseri olarak senet karşılığında ve şahitlerin huzurunda bu 600 altını bana ver, hasat vaktinin girişiyle benden 700 dinar alırsın.”

Emir’in vekili:  “Sen daha bizim Emir’imizi tanımıyorsun, Emir’imizle alış verişten hiç korkun olmasın” 

Adam: “Nasıl emrederseniz bu kadar için bir sakınca yok” der. Ona bir senet vererek, elindeki altınları alırlar.

Senedin vadesinden on gün sonra adam gelip selâm verip altınlarını ister. Emir’in oralı olmadığını anlayınca, benim bu kadar altına ihtiyacım var, durumu Emir’inize bildirin diye bir mektup yazar.

Emir, senin işini unuttuğumu mu zannediyorsun? Bir kaç gün sabret, canımı sıkma evine zabıtalarımı gönderirim, diye yazdığı mektubu mühürleyerek cevap gönderir. Adam iki ay daha bekleyip altının izini bile göremeyince, kendisine ikinci defa mektup yazar. Nafile…

Daha sonra hemen her gün ricaya gider. Vadenin üzerinden altı ay geçmesine rağmen Emir’den tık yok. Adamcağız bir türlü altınlarını alamaz.

Bu dertli adam büyükleri aracı yaptı. Hatta Kadılkudat (başkadı)’a giderek ondan şer’i bir hüküm istedi. Aldı almasına ama Emir fetvayı da dikkate almadı. Ardından Kadı’nın sarayına birkaç defa daha gittiyse de onlarda bir şey yapamadılar. Adamın konuşacağı hiçbir büyük kalmadı. Kabul edip işini hallederim diyen hiç kimse sözünde durmadı, bir şey yapamadı. Paranın vadesi 1,5 yılı aşıp da adam aciz kalınca, karinden vazgeçip anaparası için uğraştıysa da gene bir şey elde edemedi.

Herkesten ümidini kesip işi Allah’a bıraktıktan sonra, bir öğle namazı için faziletli bir kişinin imamlık yaptığı mescide gider. Namaza müteakiben bir köşeye çekilir. Dua esnasında, ağlayarak: “Allah’ım ben acizim, feryadımı duy, beni hakkım olana kavuştur, zalimden benim hakkımı al…”

O mescitte oturmakta olan bir fakir (derviş) adamın ağlamasını duyunca ona acıdı. Ağlayıp sızlamayı kesince.

Derviş: “Ey şeyh başına ne belâ geldi ki böyle ağlıyorsun?”

Adam: “Başıma öyle bir iş geldi ki yaratılmışlara söylemenin faydası yok, ancak Allah Teâlâ yardım edebilir.”

Derviş: “Bana da söyle, sebepler çoktur”

Adam: “Şehrin bütün emir ve büyüklerine söyledim hiç faydası olmadı, söylemediğim yalnız halife kaldı. Sana söylememin ne faydası olacak ki?”

Derviş: “Bana söylemelisin faydası olmasa da belki rahatlarsın.” Adam doğru deyip, durumu başından sonuna kadar anlatır.

Derviş: “Ey cömert adam, sıkıntın sona erdi! Benimle konuştuktan sonra artık üzülme, benim söylediklerimi yaparsan hemen bugün altınlarına kavuşursun.”

Adam: (bir anda heyecanlandı) “Ne yapmamı istersin?”

Derviş: “Hemen şimdi filanca mahalleye git, minareli mescidin kapısının yanında bir dükkân var, dükkânda yamalı cüppe giymiş, terzilik yapan ihtiyar birini ve onun çırağını göreceksin, o dükkâna gir. İhtiyara selâm verip yanına otur. Başından geçenlerin hepsini anlat, maksadına ulaşınca bana da dua et. Bu işi hiç savsaklama.”

Adam durur mu? Hemen mescitten çıkıp, kendi kendine söylenerek: ‘Bu şehirde Emirlerden, büyüklerden ve kadılardan şefaat dilenmediğim kimse kalmadı, çok acayip, bu derviş beni maksadıma ulaştırmak için ihtiyar bir terziye gönderiyor. Hadi hayırlısı! Öyleyse zaman kaybetmeden gideyim, zaten kaybedecek neyim kaldı ki, görelim ne olacak.’ Doğru dükkâna girer. İhtiyar terziye selâm verip yanına oturur. İhtiyar terzi elindeki işi bırakıp, “Hangi hususta derdin var” der. Adam başından geçenleri, mescide gidip ağladığı ana kadar anlatır.

İhtiyar terzi adamı dinledikten sonra: “Allah (c.c.) dostlarının işi rast gider. Elimizde bir tek söz var, senin için hasmına söyleyelim, Allah’ın işimizi kolaylaştıracağını ve senin maksadına kavuşacağını sanıyorum, duvara yaslan ve rahatça otur” der. Sonra iki çırağından birine: “Kalk, çabuk filan Emir’in sarayına git, onun kapısına var. Kapıcısına: ‘Filan terzinin Emir’e bir haberi var” de. Seni içeri aldıkları zaman Emir’e benim selâmımı söyledikten sonra, filan adam senin zulmünden bize geldi. Elinde senden 700 altın alacağına dair senedi var. Zamanı da 1,5 yıl geçmiş, şimdi bu adamın hakkını eksiksiz olarak ödemesini söyle.”

Çırak hemen kalktı ve o Emir’in sarayına gitti.

Esnaf adam ise olanları hayretler içinde izlerken bir taraftan da, (kendi kendine) bu ihtiyar terzinin bir çocuk ile gönderdiği böyle bir haberi padişahtan başkası gönderemez, dedi. Bir müddet sonra çocuk döndü.

Efendim emrettiğin gibi yaptım. Selâmını söyledim. Emir kalkıp bana selâm ve hürmet ettikten sonra: “Git terziye teşekkürümü bildir, ne emrederse aynen yapacağım. Hemen ben de altını huzurunda teslim etmek için geliyorum” dediğini söyler.

Emir bir saat geçmeden iki uşağı ile gelip dükkânın önünde atından indi. Terziye selâm verip elini öptü. Hizmetkârdan altın kesesini alarak: “İşte altınlar, bu iyi adamın malını gasp ettiğimi sanmayın, kusur vekillerin.” Özür dileyip, kesenin ağzını açarak 500 altını masanın üzerine koyduktan sonra: “Şimdi bu 500 altını al. Geri kalanını da yarın Sarayda takdim eder, ikramda bulunur gönlünü alırım. Ayrıca bunu yaptığımı da bir hizmetkârla ikindi namazından önce huzurunuza ulaştırırım.”

İhtiyar, bu 500 altını o adama verir. “Mütebakisi için sözünde durmalısın.” Emir, altını sahibine verdikten sonra ikinci defa terzinin elini öptü ve gitti.

Adam sevinçten ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı içinde derhal elimi atıp altınların içinde olduğu teraziyi önüme çekerek 100 altını ayırıp ihtiyar terzinin önüne koydum.

Terzi: “Bu nedir?”

Adam: “Kim paramı iadeye vesile olursa,100 altını ona vermeye yemin etmiştim. Şimdi altınımın bana ulaştığı için bu miktar senin hakkındır. Bütün arzumla sana bağışlıyorum.”

Terzi: “İşine git benim hakkım bir Müslüman’ın sıkıntı ve haksızlıktan kurtulmasıdır. Şu anda huzura kavuşman, ruhumun mükâfatıdır. Eğer ben bundan zerre pay alırsam, senin 700 altınını gasp etmek isteyen Emirden daha zalim olurum. Kalk altınları al ve selametle git. Eğer yarım kalan 200 dinarı getirirse mübarek olsun, aksi olursa benim yanıma gel de alalım. Bundan sonra da alışveriş yapacağın arkadaşlarını iyi tanı” der.

Adam çok uğraştımsa da terzi benden bir şey almadı. Kalkıp, sevinerek dükkândan çıkıp evime döndüm. O gece rahat bir uyku uyudum.

Ertesi gün evimde beklerken bir adam gelip: “Emir size dua ediyor zahmet olmazsa Saraya kadar gelsin diyor.” Gittik, sarayda bizi gayet iyi ağırladı.

Emir: “Ben daima padişahın işleri ile meşgul olduğumdan vekillerim hata etmişler” diyerek yardımcılarına lanetler yağdırdı, özür diledi. Hazırladığı 200 altınımı verdi.

Gereken saygıyı göstererek kalkıp gitmek istedim. Bırakmadı, bir şeyler getirtti yedik. Sonra eğilerek hizmetkârının kulağına bir şeyler söyledi. Hizmetkâr derhal çıktı. Bir eşi Emir’in üzerinde bulunan içinde altın işlemeli dibağ bulunan bir bohça ile döndü. Bunu bana giydirdikten sonra başıma da ipekten bir sarık koydu.

Emir: “Benden hoşnut musun” dedi. Evet!.. Diyerek borç senedini iade ettim.

Emir: “Şimdi de o ihtiyar terzinin yanına gitmeni, senin hakkını tamamen ödediğimi, Emir’den hoşnudum demeni istiyorum.”

Adam: “Aynen dediğin gibi yapacağım. Ben şimdi oraya gidiyorum”

Saraydan çıkarak terzinin dükkânına gittim. Terziye; “Kalan altını sizin şerefinizin bereketi ile aldım.” Ardından bir kez daha “ne olursunuz benden bu 200 altını kabul edin.” İhtiyar terzi katiyen kabul etmem. Deyince, kalkıp kendi dükkânıma gittim.

Ertesi gün birkaç kilo helva, birkaç kızartılmış tavuk hazırladım ve ihtiyar terziye gittim. Ey şeyh altınları kabul etmedin, Allah rızası için bunları bari kabul et ki gönlüm rahat etsin. Kabul etti. Elini uzatarak o yiyeceklerden birkaç lokma yedikten sonra çıraklarına verdi.

Adam: “Ey şeyh: Ben bu şehirde; emir, zahit, kadı, emniyet amiri gibi kişilerden hakkımı almak için yardım istedim, hiç kimse iltifat etmedi. Emir kimsenin sözünü dinleyip benim paramı iade etmedi. Herkes bu işte aciz kaldı. Senin sözünle benim paramı bu kadar çabuk ödemesinin sebebi nedir? Mümkünse bana anlat.”  

Sizde merak ediyorsanız bir sonraki yazımı bekleyin.