Afrika, dünyanın en büyük ve Asya’dan sonra en fazla nüfus yoğunluğuna sahip ikinci kıtasıdır. Kendine bitişik kabul edilen adalar ile birlikte 32,2 milyon km’lik alanı ile dünyanın %6'sını ve dünya üzerindeki kara alanlarının %24,4’ünü kapsar. Bir milyarın üzerindeki nüfusuyla dünya nüfus yoğunluğunun da %15'ini oluşturur.

Afrika; kuzeyde Akdeniz, güneyde Hint Okyanusu, batıda Atlas Okyanusu, doğuda Sina Yarımadası, Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı ile çevrelenmiş bir kıtadır. Kıta aynı zamanda Madagaskar ve çeşitli takımadalarını da bünyesinde barındırır. Kıtada diplomatik olarak tanınmış 54 adet egemen devlet, dokuz bölge ve 3 adet de sınırlı tanınmış devlet bulunmaktadır.

Genel kanaate göre Batı Afrika’nın insanoğlunun başlangıç noktası olduğu kabul edilir. Afrika, çok çeşitli iklim bölgeleri bulunan ekvatorun her iki yanında ve dünya üzerinde her iki iklim kuşağında bulunan tek kıtadır.

Maalesef dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi Afrika’da da ülkelerin kahir ekseriyeti 1881-1914 yıllarında, Batılılar tarafından şekillenmiştir.

Batı’nın hemen her alanda laboratuvarı konumunda olan kıta, dinî yönden de çok sayıda Müslümanların, ardından Hıristiyanların ve yerel din mensuplarının oluşturduğu tam bir mozaiği andırır.

İslam dininin en çok yayıldığı kıtada, Hristiyan misyonerler cirit atmaktalar. Para, İncil ve akla hayale gelmedik vaat ve tekliflerde bulunmaktalar. Hıristiyanların bütün çabasına rağmen bir türlü istedikleri neticeyi alamamaktadırlar. Yapılan bunca harcamaya rağmen Papalık bu sonuçtan memnun değil. Oysa kıta Afrika’sında misyonerlerin çabaları neticesinde Hıristiyanlığın, %10’lardan %50’lere kadar geldiği de unutulmamalıdır.

Başta Papalık olmak üzere Hıristiyan dünyası mazlum, mağdur ve ihtiyaç sahibi bu insanları, muharref ve neshedilmiş dinlerine çekmek için bunca çaba gösterirken katları, yatları ve israfa varan harcamalarıyla parmak ısırtan Arap yöneticilerinin kulakları çınlasın!

Bütün olumsuzluğa rağmen Müslümanların mücadeleleri tahminden fazla olumlu netice vermektedir. Birçok Afrikalı güzel insan İslam’ı seçmektedir. Bu durum bilindiğinden İslâmî çalışma yapan mücahitler, Batılıların muhtelif tehdit ve şantajına maruz kalmaktadır. Tehdit, şantaj ve benzeri hususlarla dize getiremedikleri Müslümanları, fitne ve ayrımcı söylemlerle itibarsızlaştırmaya çalışmaktadırlar.

İçi beyaz, dışı siyah kıta insanlarından Ahmedu Bello ve mücadelesinden bahsedeceğim. Ülkesi Nijerya’nın özgürlüğüne ve İslamlaşmasına sağladığı katkıdan, bu mücadeleyi verirken de başına gelen olaylardan bahsetmek istiyorum.

İslâm’ın sömürgeciliğe karşı verilen özgürlük savaşında büyük destanlar yazan, binlerce efsanevî kahramanı bilemediğimiz gibi Bello’yu da -ne yazık ki ne aydınlarımız ne tarihçilerimiz ve ne de Müslümanlar yeterince bilmemektedir.

Bello, Kuzey Nijerya’nın meşru başbakanı olduğu yıllarda sömürgecilerin geride bıraktığı yıkımları onarmak için öncelikle Afrikalı insanın dinamik bir İslâmî kişilik kazanmasını, mevcut büyük sorunların çözümünde atılması gerekli ilk adım olarak görüyordu.

Bello, kültür ve eğitim faaliyetlerinin hayatî bir önem taşıdığına inanıyordu. İşe kabileler arasında dil birliğini sağlamakla başladı. Dil birliğini sağlamaya başladığında Afrika’nın kuzeyinde Sahra Çölü, Kamerun ve Dahomi ile Güney Nijerya arasında yayılmış bulunan Elhosa kabilelerinin yetkilileriyle iş birliği yapan Fransızlar, yerli dilin Latin harfleriyle yazılmasını sağlamak üzereydi.

Fransızların bu çalışmasını bilen Bello, çok hızlı olmalıydı. Ne var ki Nijerya ordusu mütecanis, yani kendi içinde uyumlu din ve dil birliğine sahip değildi.

Batılılar, bütün sömürgelerinde yaptıkları gibi Nijerya’yı da terk ederken, ülkeyi kendi düşünceleri doğrultusunda yönetecek bir kadroyu iş başına getirmeyi; eğitim, kültür, ekonomi, yönetim, bürokrasi, adliye ve özellikle ordunun belli başlı kademelerine Hıristiyan veya kendi yerli kafası batılı, birini getirmişlerdir.

Ordunun subay kadrosunun %71’i Hıristiyan, %29’u Müslüman ve fetişist yerlilerden oluşuyordu. Dolayısıyla Müslüman çoğunluğu temsil etmeyen bir ordu vardı.

Ülkedeki örgün eğitim merkezlerinin ¾’ünden fazlası kiliseye bağlı ve misyonerler tarafından yönetilmekteydi. Diğer taraftan kendine eğitim imkânı verilse dahi, bu okullarda eğitimi sürdürebilecek öğretmen kadrosu yoktu.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen Bello, İslâm kültürüne, Batı’ya karşı yerli ve olumlu geleneklere ve Arapça dil öğrenimine büyük hız verdi. Her yerde kurs açılmasını sağladı. İslâm ülkelerinden yardım istedi. Arabistan ve Pakistan’dan yerli dilin Arap harfleriyle yazılmasını sağlamak için uzman bilim adamları getirdi.

Yahudiler

Ekonominin yerli halkın lehine düzeltilmesi için İsrail’in Nijerya’daki mali ve ticari faaliyetlerini, sanayi yatırımlarını gözden geçirdi. Çünkü İsrail’in Nijerya’da çok sayıda şirketi vardı. 60 İsrailli yöneticinin 4 bin Nijeryalıyı çalıştırdığı, Histedrot adlı şirket ülkede mutlak bir denetim kurmuştu. Şirket personeli zaman zaman askerî ve siyasi olaylarda etkin rol oynuyordu.

Şirket yöneticileri, 1959 seçimlerinde kendi varlıklarına karşı tehlikeli gördükleri Bello’yu yenilgiye uğratmak için büyük gayret gösterdi. Seçimlerde Bello’nun muhalifi Ouya Faimi Oulo’ya beş milyon cünehy bağışladı.

Yahudilerin bu çabalarına rağmen Bello, yılmadan, çekinmeden gittiği hemen her yerde; “Bize göre İsrail diye bir devlet yoktur ve sonsuza kadar da olmayacaktır.” demekten çekinmedi.

Siyonistlerin muhalefeti desteklemesine rağmen Bello, seçimleri kazandı. Seçimden sonra da Nijerya’ya tek bir İsraillinin ayak basmasına müsaade etmedi. Bununla da yetinmeyen Bello, işgalci İsrail’in Nijerya’daki tüm yatırımlarına karşı sert önlemler aldı.

1963 yılındaki Zengibar’da şehit edilen 23 bin Nijeryalı Müslüman’ın Siyonistlerin fiili sorumluluğu olduğu ispatlandı. Nijerya halkı bunu biliyor ve bu konuda oldukça duyarlıydı. Bello’da bunu çok iyi işledi. Bello, bir taraftan Siyonizm, diğer taraftan Hristiyan misyonerler tarafından acımasız bir kuşatma altında olduğunun farkındaydı.

Eğer Nijerya’da İslâm etkin, Müslümanlar duyarlı olursa Telaviv, Vatikan ve Avrupa başkentlerinin karşı koyma gücü de giderek kırılacaktı. Bello, bu sebepten İslamlaşma faaliyetine büyük bir hız verdi. Bunun önemini belirtmek için de sürekli halkın içine girerek işin ehemmiyetini anlatıyordu. Kayıtlara göre bu çabanın neticesinde 1963 ve 64’de sadece kendi bölgesinde yaklaşık 450.000 fetişist Müslüman oldu. Müslüman olanların içinde zenci yerlilerin yanı sıra önemli miktarda Hıristiyan da vardı. Bu rakam Avrupa’nın desteğinde çalışan misyonerlerin 80 yıllık faaliyetlerinden daha fazlaydı.

Bello’nun bu mücadelesi değil Nijerya’nın tüm Afrika’nın umudu hâline geldi. Tıpkı yıllaradır cendere içinde bulunan Filistin/Gazze’li Müslümanların 7 Ekim 2023’de dünyanın en iyi istihbaratına, en gelişmiş silahlarına sahip olan Yahudilerin kalbine girip, 1400 Yahudi’yi öldürüp yüzlercesini esir alan bu vesileyle Müslümanlara cesaret veren Hamas’ın yaptığı gibi…

Yaptığı yenilikler ve mücadele kara kıtanın hemen her yanına yayıldı. Çok yönlü bu gayretin neticesi olarak 1965 yılında yapılan seçimde 94 sandalyenin 71’ini alarak büyük bir zafer elde etti.

Önlem Alıyorlar!

Misyonerler, Yahudiler ve diğer Batılı iş adamları mevcut gelişmelerin sadece Nijerya’da değil, bütün Afrika’da kendileri için vahim boyutlara ulaştığını gördüler. Önlem alınması gerektiğine karar verdiler. Aynı yıl yani 1965’te bir kongre düzenlediler. Düzenlenen kongrede alınan ilk karar Bello’dan kurtulmaktı. Bu karar Yahudiler, Papalık ve belli başlı Avrupa merkezlerince de olumlu karşılandı…

Her ne kadar Bello’nun öldürülmesine karar verilmişse de ilk iş olarak yapılan seçimlerin iptaliydi. Batılıların emir eri gibi çalışan Cumhurbaşkanı Azhiko, seçimlerden hemen sonra sıkıyönetim ilan etti. Ardından seçimleri geçersiz kabul ederek yenilenmesini istedi.

Bello ve arkadaşları bu kararı şiddetle reddetti. Fakat nafile... Artık alınan bu kararla iş çığırından çıkmış, kılıç kınından sıyrılmıştı. Bir şekilde Bello hem siyaseten hem fiziken yok edilmeliydi.

Müslümanların ise bu acımasız propaganda karşısında ne içeride ne dışarıda kendilerini savunacak kimseleri yoktu. Kendilerine inanmış halkın dışında görüş ve düşüncelerini yazıp iletebilecekleri bir gazeteleri dahi yoktu. Bello da arkadaşlarını ülkenin muhtelif bölge ve şehirlerine göndererek Vatikanın/kilisenin, İsrail’in ve sömürgecilerin çirkin planlarını insanlara anlatmalarını istedi. Bu çalışma tüm ülkede ciddi karşılık buldu.

Yalnızlığa mahkum olan Bello, halini Allah’a arz etmek için kutlu mekanlara gitti. Umre dönüşünde kendisi hanımı ve çocukları Kadana’da şehit edildi.  (14.01.1966) Hırslarını alamayan katiller şehidin evini de yaktılar.

Suikastı fırsat bilen cumhurbaşkanı, bütün camileri kapattı. Müslümanların camiye gitmelerini yasakladı. Bello’nun şehadetinin ardından çok geçmeden mesai arkadaşı Ebu Bekir Tefao Paliyev de şehit edildi. Batı basını bu cinayet olaylarını dünyaya “Mahallî ve önemsiz bir anlaşmazlık” sonucu meydana geldiğini duyurdu.

Bello taraftarı duyarlı Nijeryalılar; Muhammed Kerma, Muhammed Murtaza, Hasan Osman ve Albay Muhammed Şeva önderliğinde harekete geçtiler. Bello ve Paliyev’i şehit eden katillerden intikam aldılar. Onlara hak ettikleri cezayı verdiler. Daha önce şehit edilenler için mahallî olaydır diyerek işi sıradanlaştıran Batılılar, bu kez bütün dünyayı ayağa kaldırdılar. Ayağa kaldırmakla kalmayan Batılılar, birçok yönden Ocoko’ya ayni ve nakdî yardım yağdırmaya başladılar. Hollanda, Fransa, Almanya, İtalya ve İsrail Müslümanlara karşı kullanılmak üzere Nijerya’yı adeta silah deposuna çevirdiler.

Vatikan haftalarca kaçak gemilerle Ocoko birliklerine silah gönderdi. İsrail’in parasal desteği altı milyon, Portekiz’in ise doksan milyon sterline varmıştı. Bundan sonra olaylar hiç durmadı ve değişik boyutlarda sürüp gitti.

ABD’nin Siyonist Yahudilere verdiği destek ve sağladığı silah gibi… 

Nijerya ve Afrika’nın her yanında her türlü destekten yoksun Müslümanlar, bugün de mücadelelerine devam etmektedirler. İslâm’ın tevhit ve özgürlük savaşında her gün yüzlerce Bello’nun kutsal kanı akmaya devam ediyor.

Akan her şehidin kanından yeni Bellolar filizlenmekte, onlar da aldıkları İslâm bayrağını daha yükseklere çekmek için gayret ediyor. Bu çalışmayı yapan ve bu uğurda şehit olan, tüm mücahitlere özellikle de Ahmedu Bello’ya Allah’tan sonsuz rahmet diliyorum.