Diyanet İşleri Başkanlığımız her yıl Ramazan ayında özel bir Ramazan teması belirleyerek o konuyla ilgili farkındalık oluşturmakta ve bir bilinç tazelemektedir. Binaenaleyh, başkanlığımız bu yıl Ramazan ve ahiret bilinci başlığı ile fert ve toplum hayatımızda ahiret hassasiyetini güçlendirmeyi hedeflemiştir.

Bakışların tamamen dünyaya yöneldiği, fena âleminin bekâ âlemini perdelediği ve bedenlerin ruhlara baskın geldiği günümüzde, durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak dercesine ahireti hatırlamak ve hatırlatmak, hesabı ve mizanı gündeme getirmek, hele hele Kur’an ayında bu gündemle hemhâl olmak çok çok anlamlı. Zira yüce kitabımızın nüzul sırasına göre ilk sûresi Alâk sûresinde; “Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir” (Alâk:96/8) buyurulmak suretiyle daha işin başında ahiret vurgusu yapılmış, Hz. Peygamber’in (s.a.s) vefatından kısa süre önce nazil olan en son ayet-i kerimede de; “Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının” buyurulmuştur. Yani ahiret vurgusu ile nazil olmaya başlayan aziz kitabımız yine ahiret vurgusuyla tamamlanmıştır.

Aynı hususu Mushaf tertibini dikkate aldığımızda da görmekteyiz. Nitekim kerim kitabımızın ilk sûresi Fatiha, bize Rabbimizin “mâliki yevmiddîn” olduğunu öğretir, hemen karşısındaki Bakara sûresinin ilk beş âyet-i kerimesinde de müttakilerin özelliklerinden biri olarak ahirete kesin inanmaktan bahsedilir. Evet, Kur’an müttakiler için hüdâdır, rehberdir, kılavuzdur. Müttakilerin bir vasfı da ahirete kesin inanmaktır. Yani ahiret kaygısı taşımayana Kur’an kılavuzluk edemez demektir. Çok ilginçtir, Kur’an-ı Kerim’in ilk sûresinde “mâliki yevmiddîn” olarak tanıtılan Rabbimiz, son sûresinde de “melikinnâs” olarak nitelendirilir. Madem ki O, “mâliki yevmiddîn”dir ve “melikinnâs”tır, o halde O’nun mülkünde ve yine O’nun mülkünün birer parçası olarak O’nu ve O’nun huzuruna varmayı yok sayarcasına bir hayat yaşayamayız. Tüm bunlar bize, Kur’an-ı Kerim’in sahih ahiret inancı üzerine yükselen bir medeniyet inşa etmek üzere geldiğini öğretir.

Ahiret inancı sadece zihin ve kalpte taşınan bir inanç değil, hayata nitelik kazandıran, eylemlerimizde hissettiğimiz ve kararlarımızı belirleyici bir hakikattir. Zemininde ahiret ümidi olan hiçbir gayret asla karşılıksız kalmayacaktır. (İsra: 17/19). Öte yandan, ahiret inancı, hesap ve mizan endişesi bireyi ve toplumu yanlışa düşmekten engelleyen en güçlü unsurdur. Örneğin, Hz. Şuayb'ın (a.s) Medyenlilere; “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!” (Ankebut: 29/36) diye seslenişinden anlıyoruz ki, ahiret umudu, hesap ve mizan endişesi güçlü olan kişi ne kendisini ne de içinde yaşadığı toplumu felakete sürükleyecek bir davranış sergileyemez.

Pratik hayattaki yansımaları açısından baktığımızda, ahiret umudu olan bir muallim için sınıf mabet, ders ibadet, talebe emanettir. Hesap ve mizan kaygısı olan bir din görevlisi, bir hoca için, ulaşmakla yükümlü olduğu halde ulaşamadığı her bir fert terazinin sol kefesinde bir ağırlıktır. Sırat endişesi taşıyan bir genç, sanal âlemin de reel âlemin de bir Rabbi olduğunu bilir ve hangi mecralarda yürüdüğüne, kimlerle yol aldığına dikkat eder. Yeniden dirilişe inanan mümin, efendimizin (s.a.s) ifadesiyle komşusuna eziyet etmez, misafirine ikram eder, ya hayır söyler ya da susar. (Buhari, Rikâk, 23). Ebedi hayat planı olan bir mümin dünyada yaşıyor olsa da aslında ahiretin evladıdır. Hz. Ali’nin (r.a) şu nasihati ne kadar can alıcıdır: “Dünya arkasını dönmüş gidiyor. Âhiret ise yüzünü dönmüş geliyor. Her birinin kendine has evlâtları vardır. Siz âhiretin evlâtları olun, dünyanın evlâtlarından olmayın! Bugün amel işleme günüdür, hesap yoktur. Yarın ise hesap vardır, amel işleme imkânı yoktur." (Buhârî, Rikāk, 4)

Zemininde sahih ahiret inancı olan ve hamuru merhametle karılmış bir medeniyetin yeniden yükselişine bugün dünya belki tarihte hiç olmadığı kadar muhtaçtır. Böyle bir medeniyetin yükselişine engel olan en büyük risk ise vehn hastalığına tutulmaktır, hali pürmelalimiz de maalesef böyle bir hastalığa tutulduğumuzun göstergesidir. Hz. Sevban’ın (r.a) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Allah resulü (s.a.s) şöyle buyurur: 

“Yemek yiyenlerin büyük tabağa üşüştükleri gibi insanların size karşı birleşip üşüşmeleri yakındır.” Sahabilerden biri sorar: “Acaba o zaman biz sayıca az mı olacağız?” Resûlüllah (s.a.s): “Hayır, bilakis siz o zaman sayıca çok olacaksınız. Fakat siz selin sürüklediği çerçöp gibi dağınık olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çıkartacaktır. Sizin kalplerinize de vehn atacaktır” buyururlar. “Vehn nedir, ey Allah'ın Resulü?” diye sorduklarında da Hz. Peygamber (s.a.s):  “Dünya sevgisi ve ölüm korkusudur" diyerek cevap verir. (Ebu Davud, Melâhim, 5).

Mümine özgül ağırlık kazandıran en büyük güçtür ahiret inancı ve ölümden korkmamaktır. Ahiret bilinci köreldiğinde ise özgül ağırlık kaybolmakta ve mümin suyun üzerindeki çerçöp halini almaktadır. Son günlerini idrak ettiğimiz şu mübarek Kur’an ayında başta Gazze’deki kardeşlerimiz olmak üzere dünyanın her neresinde bir mazlum varsa imdadına koşabilmenin yolu İslâm ümmeti olarak yeniden özgül ağırlığımızı elde etmekten geçmektedir. Bu da önceliklerimiz sıralamasının en başına Allah rızası ve ahiret endişesini yerleştirmekle mümkündür. Allah’ım, dünyayı en büyük gayemiz ve ilmimizin müntehâsı eyleme, niyazıyla Kadir gecenizi ve Ramazan bayramınızı tebrik ederim.