Hz. Âdem ve eşinin cennetten yeryüzüne adım atmalarıyla başlamıştı ilk hicret hikâyesi. İnsanlığın imtihana tabi tutuluşunun yanı sıra arzın halifesi olarak yeryüzünü imar etmekti bu hicretin hikmeti. Ardından peygamberlerin hayatında nice hicretler bunu takip etti. Onların nezdinde hicret, teslimiyetin, fedakârlığın, vefakârlığın yansımasıydı. Nihayet, Resulullah Efendimizin ashabıyla birlikte Mekke’den Medine’ye gerçekleştirdiği kutlu göçün adıydı hicret. Gerek muhacir gerek ensar için hicret imanın ve samimiyetin bir göstergesiydi.

“Müslüman elinden ve dilinden Müslümanların selamette olduğu kimsedir. Muhacir de Allah’ın yasakladığını terk eden kimsedir” (Buhârî, İman, 4) buyuran Efendimiz, hicretin manevi boyutunu haber vermekteydi.

Bugün bizim için hicret; Allah ve Resulüne gönülden bağlılığın ve sadakatin ifadesidir. Hicret; bâtıldan, boş şeylerden, ömrü israf eden her türlü arzudan uzaklaşarak hakka, hakikate, ahlak ve irfana yönelişin zirvesidir.

Bir ömür boyu helallerle hemhal olup, haramlardan uzak durabilmektir hicret. Durgun suların çabuk kirlendiğini unutmadan her daim hayra doğru akış içinde olmak, Hakkın rızasını tahsil istikametinde koşmaktır hicret.

Editör: Mehmet Çalışkan