Adı güzel, kendi güzel Peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyuruyor:

“Nasıl bir uzvu rahatsızlandığında bedenin diğer uzuvları uykusuzluk ve ateş ile onun için çırpınırsa, müminleri de birbirine karşı merhamet, sevgi ve şefkat gösterme hususunda böyle bir beden gibi görürsün.” (Buhârî, Edeb, 27)

Bütünlüğün, bütünleyiciliğin belki de en güzel örneği insan bedenidir. Farklı dokularda, farklı görevlerde, bambaşka şekil ve büyüklükte uzuvların muhteşem uyumu… Tek başına bir anlam ifade etmesi zor olan parçaların, bütünü oluşturduklarında yeryüzünün en mükemmel varlığını ortaya çıkarması…

İnsan bedeni mucizevi bir sistemler ağı olarak çalışırken organlarının birbirinden kopuk ve habersiz olması düşünülemez. Bedenin bir bütün olarak dengesi her bir organın sağlıklı olmasıyla yakından ilgilidir. Baş ağrırken yüz güler mi? Diğer bütün organlar başı bir kenara bırakıp o ağrı çekerken günlük hayatlarına keyifle devam edebilir mi? Aksine ayaklar doktora gitmek için yürür, dil derdini anlatmak için döner, gözler uykuyu unutur. Görünmeyen hummalı bir çalışma ile kan hücrelerinden salgı bezlerine kadar her zerre harekete geçer. Yeter ki ağrı geçsin, acı sona ersin…

Toplum da insan bedeni gibidir. Farklı ırk ve renklere, tecrübe ve yeteneklere sahip olan insanlar birbirlerinin ihtiyacını karşılayarak, hayatına anlam katarak ve sorumluluğunu üstlenerek toplum bütününü oluşturur. Bu bütünlük içinde herhangi bir bireyin mutsuzluğu diğerlerini de olumsuz etkiler. Bütünün huzuru ise ancak her bir parçasının huzuru ile tamama erer.

Sevgili Peygamberimiz, kendimize bakarak İslâm toplumunu anlamayı öneriyor bize. Bedenimizdeki uyumun ve işbirliğinin benzerini toplumsal ilişkilerimizde de yakalayabileceğimizi öngörüyor. Mümin kardeşliğinin “karşılıklı” sevgi ve merhamet gerektirdiğini, bunun da aslında “fedakârlık” anlamına geldiğini söylüyor. Ümmet dediğimiz devasa yapıda birbirine karşı duyarlılığı ve özveriyi yitirmeden yaşamayı önemsiyor.

Ve bugün biz… Birliğimiz, bütünlük idealimiz…

Üç aydan fazla, 100 günü aşkın bir süredir Gazze kan ağlıyor. Şehitlerin sayısı çığ gibi artarken zehir kusan bombardıman yüzünden tabiat da artık nesiller boyu sağlıklı yaşanamaz hale geldi. Bir şehir tarihe gömülüyor. 

Böyle büyük bir dert varken yokmuşçasına yaşayabilir miyiz? Yaşayamayız! 

Biz mümin kardeşleriz. Bir bedenin milyonlarca hücresiyiz. Bir uzvumuz acı çekiyor; onun acısını dindirmeden huzur bulabilir miyiz? Bulamayız! 

Elimiz kolumuz, gözümüz kulağımız bağlı oturarak kalbimizin günden güne kararmasına izin verebilir miyiz? Veremeyiz!

Zalime karşı duaya devam, gayrete devam, boykota devam edelim.

Ateş ve ağrıyla geçen uykusuz ve huzursuz geceler boyunca kardeşlerimizi yalnız bırakmayalım. 

Ümidimizi yitirmeyelim. Elbet Muhammed ümmeti şifa bulacak. Yeter ki biz bütünlüğümüzü koruyalım.