Zor günler geçiriyoruz. 

Salgınla sınanıyoruz. 

Hastalarımız var, vefat edenlerimiz var. 

Taziye kurup en acılı günümüzde birbirimize yeterince destek bile olamıyoruz. 

Rabbimizden niyazımız bizi ve dünyamızı bir an önce bu sıkıntılardan almamız gereken dersleri almış olarak kurtarmasıdır.

Camilerimiz açık hamdolsun ama saf olamıyoruz. 

Beytullah bütün azametiyle yerinde ama tavaf edemiyoruz. 

Yaşlı eş dost, akrabalarımızı seviyoruz ama ziyaret edip ellerini öpemiyoruz...

Ticareti küçüldüğü, iş yeri kapandığı için işinden olan kardeşlerimiz var. 

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturuna daha çok dikkat etmeliyiz...

Söyleyecek pek çok şey var ama ben bugün başka bir hususun üzerinde durmak istiyorum.

Koruyucu tedbirlere riayet edebilmek için pek çok yaptığımızdan vazgeçtik. Endişemiz mecburen yapamadıklarımız ya gönüllü terk haline gelirse...

Yani tedbirler bizde rehavete sebep olursa?

Tebük seferi esnasında yaşanan bir hadise var:

Ebu Hayseme, sefere çıkma, orduya katılma imkanına sahipken çıkmaz. Ordu Medine den ayrılır.

Ebu Hayseme hurma bahçesinde ki çardağında hazırlanan sofranın başına gelir. Kendi kendine “Ebu Hayseme; Allah’ın rasulü O’nun yolunda yakıcı sıcağın altında sefere çıkmışken sana bak. Eşinin yanında, sofranın başında, serin suyunu içeceksin. Yazık sana” diye söylenir ve “vallahi   Allah’ın resulüne yetişmedikçe bir yudum su içmeyecek, bir lokma yemeyeceğim” diyerek yola çıkar.

Rasulullah’ın yanına gelince “Ebu Hayseme, iyi ki geldin, gelmesen helake yaklaşmıştın” cümlesini duyar.

Sefere çıkma esnasında tembellik edenlere, gevşeklik gösterenlere sarsıcı bir uyarı gelir Rabbimizden:

“Size ne oluyor ki, Allah yolunda sefere çıkın denildiği zaman çakılıp kaldınız yere. Yoksa ahiret karşısında dünya hayatına mı razı oldunuz?” (Tevbe 38)

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’nın hayat hikayesini Prof. Dr. Adnan Demircan bir söyleşi üslubunda kitaplaştırmış. Çok güzel. Ben orda okumuştum. İhsan Süreyya hocamıza Avustralya ziyaretinde hayvanat bahçesinde bir hayvan gösterirler: 

Koala, okaliptüs ağacında ağacın yapraklarını yiyerek yaşıyor. Diyor ki hocamız, Japonya başbakanına Avustralya ziyareti esnasında bir koala hediye etmişler. Hayvan Japonya’ya gidince sakinliği kaybolmuş, saldırganlaşmış. Meğerse üzerinde yaşayıp yapraklarını yediği okaliptüs ağacı onu uyuşturuyormuş.

Yaşadığımız salgın sürecinin diğer bütün olumsuzluklarının yanında bizi bekleyen en büyük tehlikelerden biri de bizi rehavete alıştırmasıdır.

Hizmet heyecanımızı canlı tutmak için tedbirler almalıyız. 

Bilgi eksiklerimizi tamamlamak için iyi bir okuma, çalışma programı yapabiliriz.

Televizyon, İnternet, fazla uyku, okaliptüs ağacının yapraklarının koalayı uyuşturduğu gibi bizi uyuşturabilir.

Birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etmeyi; teşvik ve duayı ihmal etmemeliyiz.