Her batan güneş, kopan her bir takvim yaprağı yok oluşun değil, yepyeni ve ebedi bir hayatın habercisidir. Bu ebedi hayata doğru adım adım gittiğimizin farkında olmadan, fani dünyada ebedi kalacakmışız ve hiç hesaba çekilmeyecekmişiz gibi bir yaşam sürüyoruz çoğu kez. Bu yaşam serüvenimizde bizi biz yapan, insanı insan kılan pek çok değeri de ne yazık ki yer ile yeksân ediyoruz. İşte, insanı insan kılan ve bugün neredeyse mumla aradığımız değerlerimizden biri de “merhamet” duygusudur.

Acımak, esirgemek, korumak, bağışlamak, sevgi ve şefkat göstermek gibi duyguları içeren merhamet, Allah’ın Rahman ve Rahim sıfatlarının yansıması olup bizi bir yetimin başını okşamaya; susuz kalmış bir köpeğe su vermeye; kışın vahşi hayvanlar ölmesin diye doğaya yiyecek bırakmaya sevk eden içimizdeki en ulvî duygudur. Diğer taraftan, milletleri ve devletleri ayağa kaldırıp şahlandıracak bir haslettir merhamet. Necip Fazıl’ın ifadesiyle “Merhamet; hava gibi, su gibi muhtaç olduğumuz iksir… Baş aşağı bir cemiyeti, baş yukarı edecek bir kudret”tir. Allah’ın inayetinin sağanak sağanak yağmasına, semada bulunanlarının yeryüzündekilere rahmetle muamelede bulunmasına vesile olan bir güçtür merhamet. İslam medeniyeti de bu güç üzerine kurulmuş bir merhamet medeniyetidir aynı zamanda. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.s.), “merhamet” duygusunu risaletinin merkezine koyarak bu medeniyeti inşa etmiş; onun izinden gidenler de dünyanın neresinde ve hangi dine mensup olursa olsun mazluma el uzatmış, hayvanların bile hukukunu gözetmişlerdir.

Ne var ki bugün insanlık, pek çok değerini yitirdiği gibi merhamet duygusunu da yitirmiş durumdadır. Zira her geçen gün gerek haber bültenlerinde gerek sosyal medyada yürek sızlatan bir haberle karşı karşıya kalıyoruz. Adeta merhametsizlikte yarışırcasına yaşlı bir dedeyi/nineyi tekme tokat döven, küçücük bir bebeğe akla hayale gelmedik işkenceler yapan, ayaklarını kestiği köpeği ormana atıp giden, gözlerini oyduğu kediyi sokağa terk eden kişiler ve daha neler neler..! Maalesef insanlıktan nasibini almamış bu kişiler, “insan” (homo sapiens) türüne mensup olmuş ama “insan” kalmada muktedir olamamışlardır. Annesiz bir kediyi emziren köpekte, yavrularını savunurken aslan kesilen tavukta bile merhamet duygusu varken söz konusu kimseler, Rahman ile bağını koparmalarından olsa gerek Âdem (adam) olmak yerine adem (hiç/yok) olmayı tercih etmişler ve hem insanlara hem hayvanlara hem de çevreye zarar verecek pek çok tasarrufun altına imza atmışlardır.

Netice olarak, insan Allah’ın halifesi olmakla müşerref, yeryüzünü imarla mükellef bir varlıktır. İnsanın bu halifelik ve imar vazifesini mükemmel bir şekilde yerine getirebilmesi için imanla birlikte merhameti de kendisine şiar edinmesi gerekmektedir. Aksi takdirde merhametten yoksun insan, bir canavara dönüşecek; adalet yerine zulmü, ıslah yerine ifsadı ikame edecek ve böylece hem kendisini hem de yeryüzünü felakete sürükleyecektir. İman kalbine nüfuz etmiş bir mümin ise merhamet etmeyen kişiye, Rahman ve Rahim sıfatlarıyla kelamına (Fâtiha, 1/1) başlayan ve rahmeti gazabını geçen Rabbimizin (Buhârî, Tevhîd, 15) merhamet etmeyeceğini bilir ve hayatının her safhasında, başta insanlar olmak üzere bütün canlılarla olan münasebetinde merhametli davranmayı en temel düstur kabul eder.