Düğme kadar bir kalbi, ancak anne sütü hayata ilikleyebilir. Anne sütü, ipeksi bir ekmektir, sudur, ilaçtır. Süt organından bebeğin ağzına aracısız ulaşan ve her daim taze üretilen bir gıdadır; kap kacak, ocak gerektirmez. Anne sütü, hastalıklara ve güvensizliğe karşı aşıdır. Çocuğun o gün neye ihtiyacı varsa odur. Anne sütü, seni seviyorum, demektir. Bebeğin öfkesini sakinleştirici, uykusuna vasıtadır. Anne sütüyle beslenmeyen çocukların ölüm oranı, diğerlerine göre çok daha fazladır. Anne sütü, hayattır bebek için.

Peki anne için nedir anne sütü? Gülümseyerek katlanılan boyun ve sırt ağrısıdır, uykusuz gecelerdir. Ten tene yapışık iki candır. Ağzı dolu olan bebeğin, burnunu da tıkayıp nefesini kesmeden onu doyurabilmek için bin bir endişedir. Çatlayan bir cilttir ve kabuk bağlamasına fırsat kalmadan hep tazelenen yaralar, haz veren acılardır. Kollarında her geçen gün artan bir yük taşımaktır, yükünü kendi sütüyle artırmak ve bundan hoşnut olmaktır. Bebeğini emzirmek için ayrıntılarda gizlenmektir. Anne sütü, bebek emmezse, yükselen ateştir. Acil şifadır annenin rahmine. Onu ölümcül hastalıklardan koruyandır. Moraldir. Şükredildikçe artan nimetler gibi, emzirdikçe artar anne sütü.

Musa Peygamberin annesine “Bebeğini emzir” (Kasas, 28/7) buyurulur Kur’an-ı Kerim’de. Çünkü birazdan sandık içerisinde, su üzerindeki zorlu hayat yolcuğu başlayacaktır. Hz. Hacer’in Safa ile Merve arasındaki telaşının sebebi de, oğlu İsmail’i emzirebilmek için su aramaktır. (Buhari, Enbiya, 9) Çünkü anne sütü, bebeğin rızkıdır. Hesapsız rızıklandıran Yüce Allah’ın, kullarına bir vaadi vardır: “Yoksulluk korkusuyla sakın çocuklarınızın canına kıymayın! Biz onların da sizin de rızkınızı veririz…” (İsra, 17/31)

Zina iftirasının pençesinde, seçilmiş olduğu yüce vazifenin de teselli edemediği Hz. Meryem, dağlarda tek başına geçirdiği hamilelik sürecinin ardından doğum sancıları başlayınca kuru bir hurma ağacının altına usulca uzanmış ve “…Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım…” demişti. (Meryem, 19/23) Üzgün ve yorgun bu seçilmiş anneye Cenab-ı Hak tarafından şu ilahi mesaj gönderildi:

 “Ey Meryem, üzülme! Rabbin senin alt tarafında bir su kaynağı yaratmıştır.  Hurma ağacını da kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurmalar dökülsün. Ye iç, gözün aydın olsun!” (Meryem, 19/24-26) Böylece yeni doğum yapan kadınlara moral vermek, onların yeme-içmelerine dikkat etmek bizlere de vahiyle öğretilmiş oldu. Şüphesiz bunun da en önemli sebebi, bebeğin rızkı yani anne sütüdür.

Bazen toplumun örfü gereği bazen de sağlık sorunları ya da vefatı sebebiyle anne, bebeğini emziremez/emzirmez. Bebek de kabul etmeyebilir her annenin sütünü. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, Musa Peygamberin, annesinin dışındaki kadınlardan süt emmesinin engellendiği belirtilmiştir (Kasas, 28/12). Bu durumda kendi annesinin sütü gibi olmasa da bebek için en uygun gıda, yine başka bir annenin sütüdür.

Süt Bağı

Anne, karnındayken kanıyla beslediği yavrusunu, doğduktan sonra yine canından bir parçayla, sütüyle besler; o süt bir bebeğin en hızlı geliştiği ilk iki yılında onun kanı, canı, eti, kemiği haline dönüşür. Anne üzgünse, süt de üzülür, bebek de. Anne mutluysa, süt de gülümser, bebek de.  İşte bu sebeplerle, kendilerinin dünyaya getirmediği bebekleri emziren kadınlar, yani sütanneler, sadece bir karın doyurucu değildir. Sütanneyle, emzirdiği bebek arasında bir nevi akrabalık kurulur.

İnsan, üç çeşit bağ ile kardeş olur: Kan (nesep) bağı, süt bağı, din bağı. Bu kardeşliklerin, benzer sevgi, saygı ve merhamet temelleri üzerine kurulacağı âşikârdır. Fakat sonuçları açısından birbirinden ayrılırlar. Yüce dinimiz, mevcut örfte bulunan sütannelik müessesesini onaylamış ve diğer dinlerde olmayan bir şekilde ona yeni bir kimlik kazandırmıştır.

Bir kadın ve çocuk arasında süt bağı oluştuğunda, bazı evlilik yasakları da oluşur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “…Sizi emziren anneleriniz ve sütkız kardeşlerinizle evlenmek… size haram kılındı.” (Nisa, 4/23) buyurulmuştur. Amcası ve aynı zamanda sütkardeşi olan Hz. Hamza’nın kızıyla evlenmesi teklif edilen Hz. Peygamber, kan bağı sebebiyle kimlerle evlenilemiyorsa süt bağı sebebiyle de evlenilemeyeceğini söyleyerek bu teklifi kabul etmemiş, yine sütannesi olan Ümmü Seleme’nin kızıyla evlenmesi teklifini de aynı gerekçeyle geri çevirmiştir (Buhari, Nikah, 21). Hz. Aişe, kendisini ziyaret etmek isteyen süt amcasından çekinince Hz. Peygamber: “O senin amcandır, ona izin ver” buyurmuştur (Buhari, Şehâdât, 7).

Süt akrabalığı sebebiyle oluşan evlilik yasakları, bir engel olmanın ötesinde aslında aynı aileden olmayı ifade eder. Fakat süt bağı, kan bağı kadar da güçlü değildir elbette. Nesep, miras, nafaka gibi kan bağıyla oluşan hak ve sorumluluklar, süt bağında söz konusu olmaz. Bununla birlikte Kur’an-ı Kerim, hamilelik sürecini ve emzirmeyi, Allah’a şükredilmesi ve anne-babaya minnet duyulması gereken zorlu süreçler olarak anlatmaktadır (Lokman, 31/14; Ahkâf, 46/15).

İlk iki yaşı içerisinde bebeğin, annesinden başka bir kadın tarafından az miktarda da olsa emzirilmesi halinde Hanefi mezhebine göre süt akrabalığı, dolayısıyla evlilik engelleri oluşmaktadır. Süt bağı dolayısıyla şu kimselerle evlenilmesi caiz değildir:

  1. Sütanne, onun eşi ve bu çiftin anne-babalarıyla
  2. Süt emen çocuk ve onun da çocuklarıyla
  3. Aynı sütanneden beslenen tüm çocuklar ve bu çocukların çocuklarıyla
  4. Sütannenin eşinin, sütanneden başka bir kadınla evlenmesi durumunda, bu evlilikten olan çocuklarla
  5. Sütanne-babanın anne-babasının çocuklarıyla (süt amca / süt hala / süt dayı / süt teyze)
  6. Eşin sütanne-babası ve onların da anne-babalarıyla
  7. Eşin süt çocuğu ve onun da çocuklarıyla
  8. Sütanne-babanın eşleri ve sütanne-babanın anne-babasının eşleriyle
  9. Süt çocukların eşleri ve süt çocukların çocuklarının eşleriyle

Hz. Peygamber’in Süt Akrabaları:

Süveybe: Her zahmetin yanında bir rahmet yaratan Cenab-ı Hak, Allah Rasûlü’nün amcası olmasına rağmen hayatı boyunca O’na ve İslam’a düşmanlık eden Ebu Leheb gibi bir zahmetin yanında, Ebu Leheb’in cariyesi olan ve Hz. Peygamber’i emziren Süveybe gibi bir rahmet yaratmıştır. Mesruh isminde bir oğlu bulunan Süveybe, ayrıca Ebû Seleme’yi, Abdullah b. Cahş’ı ve Hz. Peygamber’in amcası olan Hz. Hamza’yı da emzirmiştir.

Halime: Sütanne geleneği olduğu için Hz. Peygamber, kendisine iki yıl sütannelik yapan Halime annemizin evinde dört yıl boyunca, Abdullah, Şeyma ve Üneyse ismindeki sütkardeşleriyle birlikte yaşamıştır.

Ümmü Eymen: Azatlısı Ümmü Eymen de Hz. Peygamber’i emzirmiştir. Allah Rasûlü, “Annemden sonra annem kadar sevdiğim kadın” olarak nitelediği Ümmü Eymen hakkında “Cennet ehlinden bir kadınla evlenmek isteyen Ümmü Eymen’le evlensin.” buyurmuştur. Bunun üzerine Zeyd b. Hârise, Ümmü Eymen’le evlenmiş ve Üsâme b. Zeyd, bu evlilikten dünyaya gelmiştir.

Hz. Peygamber süt akrabalarıyla daima yakından ilgilenmiş, kendisini ziyarete geldiklerinde hırkasını çıkarıp yere sererek onları yanına oturtmuş, maddi-manevi ihtiyaçlarını gözetmiştir. (Hadislerle İslam, Süt Akrabalığı, 4/201)

Anne Sütünde Anne-Baba Bütünlüğü

Bebeğin, rızkı olan anne sütüne ulaşmasındaki sorumluluk, anne-baba arasında müşterektir. Yüce Allah, iki tarafın da zarara uğratılmayacak şekilde ve istişare ile bu süreci yürütmelerini istemiştir (Bakara, 2/233; Talak, 65/6).

Dikkat! Süt Zemin!

Günümüzde sütannelik, sorumluluğu ağır olduğu zannedilerek bazı annelerin kaçındığı, bazılarının ise ihtiyaç yokken ve gelişigüzel, üzerine düşeni bilip öğrenmeden uyguladığı bir hale gelmiştir. Önemli olan, gerektiğinde sütannelikten kaçınmamak, kaçınılmadığında da gerekeni yapmaktır. Duruma göre sütannenin, çocuğun kendi anne-babasının ya da babanın mirasçılarının, süt bağını ilgili kişilere söylemesi dini bir vazifedir. Süt akrabalarına karşı ihsan ve ikramlarda bulunmak, süt evladın sorumluluğudur. Bu süt bağından dolayı meydana gelen evlilik engeline, süt akrabaların hepsi riayet etmelidir. Karı-koca arasındaki süt bağı, evlilik gerçekleştikten sonra öğrenilirse, mutlaka ilim sahibi insanlara danışmak gerekir.

Emziren kadınların, bebeğini kucağından atacağı kadar herkesin kendi derdine düşeceği hesap günü (Hac, 22/2), süt bağından kaynaklanan tüm sorumluluklarımızı yerine getirmiş olarak Yüce Allah’ın huzuruna çıkabilmek temennisiyle…