YEVM-İ TEĞÂBÜN/ ALDANMA GÜNÜ

Hayatta bazen aldandığımız ya da aldatıldığımızı hissettiğimiz durumlar olur. Örneğin pazardan aldığımız domates poşetinin içine sağlamlarıyla birlikte çürüklerinin de katılmış olması bizde aldatılmışlık hissi uyandırır. Bu durum aldanan açısından üzücü olduğu gibi aldatan açısından da ahlâkî bir marazdır. Nitekim Allah rasûlü (s.a.v); "bizi aldatan bizden değildir" (Müslim: İman, 164) hadisini tam da böylesi bir bağlamda, pazar yerinde söylemişlerdir. Bu, birinin bir başkasını aldatmasıdır ve yerilmiştir. Ama bundan daha kötüsü kişinin bizzat kendi kendini aldatmasıdır. Başka biri bizi aldattığında ya hakkımızı arar ya da Allah'a havale ederiz. Peki kendi kendimizi aldattığımızda kiminle hesaplaşacağız ya da kimi Allah'a havale edeceğiz. Kur'an-ı Kerim'de kıyamet gününe verilen isimlerden biri yevm-i teğâbündür. Yevm-i teğâbün aldanış günü, aldananların açığa çıkacağı gün gibi anlamlara gelir ve Mushaf tertibinde altmış dördüncü sırada yer alan surenin adı Teğâbün sûresidir. Belki tüm aldanışların geri dönüşü ve telafisi mümkündür ama Yevm-i teğâbündeki aldanışın asla telafi imkânı olmayacaktır.  Zira Hz. Ali efendimizin ifadesi ile bu gün amel var hesap yok, yarın ise hesap var amel yoktur. (Buhârî: Rikâk, 4).

Kişinin kendi kendini aldatmasına hayatın içinden somut örnekler verecek olursak;  

Örneğin, kalp temizliği her müslüman için önemlidir, ama sadece kalp temizliğine güvenmek bir tür aldanıştır. Burada şunu da belirtelim ki, kalbin hakiki safiyeti ile eylemlerimiz arasında karşılıklı etkileşim söz konusudur. Zira kalbi temiz olanlar temiz işlere yönelirken, çirkin işler de kalpte adeta birer leke oluştururlar. Dolayısıyla kalbim temiz söylemi bizi telafisi mümkün olmayan bir aldanışa sürükleyebilir.

Öte yandan, iyilik yapıyorum düşüncesiyle kötülüğe çalışmak Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle en büyük  hüsrandır. "De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız." (Kehf: 18/103-104-105). Müfessirlerin bu ayet-i kerimelerle ilgili yorumlarına baktığımızda ayet-i kerimelerin sadece  kâfirlerle sınırlı olmadığını görüyoruz. Örneğin Endülüs'lü Müfessir Ebû Hayyan bu ayet-i kerimelerin müminlere de bir mesaj verdiğini, zira bazen müminlerin de -doğru yolda olduklarını ve iyi yaptıklarını düşünerek-  sonu küfre varan fikrî kaymalar yaşayabileceğini belirtmektedir. (el-Bahru'l-Muhît). İbn-ü'l Cevzî ise o gün kâfirlerin keşke iman etseydik diyerek inkârın aldanmışlığını yaşayacaklarını, müminlerin de dünyadayken az amel etmiş olma aldanmışlığı yaşayacaklarını belirtir. (Zâdü'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr). O halde mümin uğruna hayatını adadığı şeylerin gerçekten iyi, güzel ve Allah'ın razı olduğu şeyler olmasına dikkat etmelidir. Yaşadığımız ve çocuklarımıza aşıladığımız hayat tarzlarımız, tercihlerimiz, ulaşmaya çalıştığımız hedeflerimiz, hele hele bir de başkalarına telkin ettiğimiz ya da örnek olduğumuz düşünce, tavır ve eylemlerimiz ilâhî terazinin iyilik kefesinde yer alabilecek mi diye endişe taşımak bir mümin duyarlılığıdır.  

Günümüzün yaygın zaaflarından biri de yaptığımız faaliyetleri ahiret klasörüne yazdırma hedefinden ziyade dünyevi çıkarlarımıza vesile kılmamızdır. Halbuki yapılan her hangi bir şey haddi zatında iyi olsa bile dünyevi bir gaye ile yapıldığında onun ahirette kişiye her hangi bir yarar sağlamayacağını Hz. Peygamber (s.a.v) değişik hadis-i şeriflerinde belirtmektedir. Dolayısıyla yevm-i teğâbünde aldananlardan olmamak için fe eyne tezhebûn / Öyleyse nereye gidiyorsunuz?(Tekvîr: 81/26) sorusunu bir de bu bakış açısıyla ve başkalarına değil de kendimize sormalıyız.

Ku'an-ı Kerim'de bir çok ayet-i kerimede yer alan dini Allah'a has kılma tabiri (Zümer: 39/11; Mümin: 40/14; Beyyine: 98/5) sadece tevhid-şirk bağlamında değerlendirilemez. Kur'an bizden dindarlığımızı ve dindarlık adına yaptığımız eylemlerimizi de Allah'a has kılmamızı, hesabî değil hasbî olmamızı bekler. Hasbî olanlar yevm-i teğabünde pek çok sürpriz mükâfatlarla karşılaşacaktır. “Yaptıklarının karşılığında onlar için göz aydınlığı olacak ne ödüller saklandığını hiç kimse bilemez.” (Se cde: 32/17). Hesâbî olanlar ise teraziyi bomboş görmenin hüsranını yaşayacaklardır. Hesap görücü olarak Allah kâfidir.