"İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik iken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” (Enbiya:21/30) mealindeki ayet-i kerimede de açıkça ifade edildiği gibi, biyolojik canlılığın devamında suyun başat rol oynadığı herkesçe malumdur.

İnsanlar Bütün Ümitlerini Yitirdikten Sonra Yağmur İndiren O'dur

Bu önemine binaen eskiler “su hayattır” demişlerdir. Su sadece bize hayat değildir, suyu kendimiz içtiğimiz gibi ekinlerimizi, bağ bahçemizi ve hayvanlarımızı da sularız. Suyla abdest alırız manevi kirlerimizden arınırız, yıkanırız ve eşyalarımızı yıkarız maddi kirlerden arınırız. Su kirli olanı temizlerken kendisi kirlenir, toprağa karışıp arınır sonra tekrar hayat olur. Kim nerede ve ne zaman söylemiştir bilinmez ama “Su gibi aziz ol” sözünün kültürümüzde önemli bir yeri vardır. Küçükler büyüklere su ikram ettiğinde büyüklerin küçüklere duasıdır bu söz. Su azizdir, çünkü su aziz olanın katından gelir. “Görmedin mi: Allah gökten bir su indirir de onu yerin kaynaklarına yerleştirir.” (Zümer: 39/21). Bir keresinde yağmur yağdığında Allah Rasûlü (sas) damlaların mübarek omuzlarına temas etmesi için ridasını sıyırmıştı. Bunun sebebini soranlara da “onların Allah ile ahdi benimkinden tazedir”  (Müslim, İstiskâ 13) buyurmuştu.

Su azizdir, çünkü yerin altından en sert tabakaları delip geçerek yüzeye çıkar ama güçlü olduğu kadar mütevazıdır. Onun kendini yüceltmek diye bir derdi yoktur. Onun yükselişi yüzeyi bulup mahlûkata can olana kadardır. Yukarılardan aşağıya ve tabandan akışı da onun tevazuunu gösterir. Bu bize şunu öğretir: Hayat olmak istiyorsanız size gelmelerini beklemeyeceksiniz, tıpkı su gibi fışkıracak, ya da akıp gideceksiniz.

Kış ortasında yoğun kuraklık yaşadığımız şu günlerde suyun izzetini daha iyi anlamaya başladık. Rabbiyle ahdi tazecik yağmur taneleriyle ıslanmaya hasret kaldık. Bilemiyorum, yoksa biz ahdimize sadık kalamadığımız için ahdi taze yağmur katreleri semtimize uğramaz mı oldu? Hûd (as) kavmine şöyle seslenmişti: “Ey kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru)  bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah işleyerek (Allah'tan)  yüz çevirmeyin.” (Hûd:11/52). Biz de acaba istiğfar ve tevbelerimizi yağmura vesile mi kılsak.

Bir adı da rahmet olan yağmuru söylemlerimizle ve eylemlerimizle gücendirdik mi ki uzunca süredir uğramaz oldu. Elbette her hangi bir olayı hemen bir sebebe bağlamak doğru olmayabilir. Ancak Hûd (as)’ın kavmine öğüdünden de anlıyoruz ki, mümin olmak kendimizi çek etmeyi gerektirir. Mümin, kusuru başkalarında aramak yerine; “acaba ben mi yanlış yaptım” diyen insandır. Her birimiz başkalarında suç aramak yerine bu soruyu kendimize sorup kendimizi çek ettiğimizde toplumsal bir arınma ve ahid tazelemesi kendiliğinden gerçekleşmiş olacaktır. Müminler olarak bizler ahdimizi tazelediğimizde ahdi tazecik rahmet damlaları da bizi ıslatacaktır inşallah. Yüreklerimiz titrek ve gözlerimiz nemli olmalı ki sema da rahmet olup üzerimize ağlasın. Bizde ümitsizliğe yer yoktur. Zira yağmur özelinde ifade edecek olursak yüce kitabımız bize şunu söylemektedir: “İnsanlar bütün ümitlerini yitirdikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayan O’dur. Gerçek dost ve koruyucu, her türlü hamde lâyık olan da O’dur. (Şûra: 42/28). Efendimiz (sas): “Kış müminin baharıdır” buyuruyor. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 75). Çünkü gündüzünde oruç tutmak kolaydır, gecesi de uzun olduğu için teheccüde kalkmak kolaydır. Oruç tutmaya müsait olanlarımız oruçlarıyla, teheccüde kalkabilenlerimiz teheccüdleriyle elbirliği ile Rabbimize yalvaralım ki, Rahman olan Rabbimiz rahmet yüklü bulutlarını üzerimize sevk ederek kurumuş topraklarımızı yeniden diriltsin.

Gelin Allah Rasûlünün (sas) duasıyla niyazda bulunalım: “Hamd yalnızca âlemlerin rabbi Allah’a mahsustur. O, rahman ve rahimdir, din gününün sahibidir. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O, dilediğini yapar. Ey Allahım! Senden başka ilah yoktur. Sen zenginsin, biz fakiriz. Üzerimize yağmur ve bereket indir. İndirdiğini bize kuvvet ve bir vakte ulaştıracak azık kıl! Âmin. (Ebû davud, İstiskâ, 3)