Ebu Zeyd Üsame b. Harise (r.a) şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyururken işittim: Kıyamet gününde bir kimse getirilip cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarı fırlar ve o haliyle değirmen çeviren merkep gibi döner durur. Cehennemlikler onun yanında toplanırlar ve derler ki: Ey falan oğlu filan, sana ne oldu? Sen dünyada bizlere dinin iyi dediklerini emreder yasakladıklarından da sakındırırdın değil mi? O kişi de: “Evet iyiliği emrederdim de kendim yapmazdım, kötülüklerden sakındırırdım da kendim onu yapardım” der. (Buhari, Bed’ül Halk 10, Müslim, Zühd 51.)

Dilden dökülenlerin hakikat seviyesine ulaşabilmesi için, söylediklerimizin kalpte de yer etmesi gerekir. Dil ve kalp birbirini destekleyecek durumda olursa, bu hakikat iman seviyesine çıkmış olur.  İman ise, inandıklarını hayatında tatbik edecek dereceye ulaşma seviyesidir. Dil, kalbin hissettiğini söyleyecek, iman ise sözün amele yansımasını sağlayacaktır.

Söylemin eyleme dönüşmemesi psikolojik bir vakadır. Kişinin yapmadığı bir ameli insanlara anlatması veya onları o ameli yapmaya teşvik etmesi kendi bütünsel kişiliğinde bir problemin varlığına işaret eder. Bu durum kişinin ya art niyetli olduğunu gösterir ya da gerçekte inanmadığını. Her iki durumda da bu kişinin problemli bir kişiliğe sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunların yanında üşengeçlik, tembellik, ciddiye almama ve önemsememe gibi durumların varlığı da söz konusu olabilir. Hangi gerekçe ile olursa olsun, bu şekildeki bir mazeret geçerli bir mazeret değildir.

İnsanları hayra çağıracak bir topluluğun içerisinde yer almayı düşünen din bilginlerinin, öncelikle anlatacaklarını özümsemiş ve onları hayatında uygulama kararlılığını göstermiş olmayı başarmış olması gerekmektedir. Hiç tatmadığınız bir yemeği, çok güzel bir yemek olarak istediğiniz kadar anlatın bir gerçekliği olmayacaktır. Seccadenin başında geceleyin iki damla gözyaşı dökmeyen birisinin, bu ibadetten alınacak tadı anlatabilecek kelimeleri olmayacaktır veya o kelimelerin bir etkisi olmayacaktır. Dünya ve ahiret arasında bir tercihte bulunması gerektiğinde kalbi sürekli dünyaya meyl eden birisinin ‘ahireti tercih et’ diye tavsiyede bulunmasının bir karşılığı da olmayacaktır.

Din öğretilerinin toplum üzerindeki etkisinin azalmasının nedenlerinden birisi de irşat ve tebliğ vazifeleri ile görevli din bilginlerinin, yeterli derecede inandıklarını hayatlarına yansıtamaması ile ilgilidir. Somut örnekler, hayatın her alanında soyut anlatımdan daha etkili bir yöntemdir. Özünde samimiyeti barındıran bir dinin mensup ve temsilcilerinin uygulama noktasında da gerekli hassasiyeti göstermeleri beklenilen bir davranıştır. Güne ve zamana verecek bir mesajımız varsa, bu mesajın içeriği kadar nasıl uygulandığını da göstermemiz gerekmektedir.

Bir yaşam şekli olan dini, kendi kişisel çıkarlarımıza, dünyalık beklentilerimize, kendimizi yakın hissettiğimiz görüş ve düşüncelere ve heveslerimize feda etmemeliyiz. Gerçek ve samimi bir yaklaşımla, inandığımız gibi yaşamı kendimize rehber edinmeli ve bu rehberlik uygulamasından kelimelere dökülen ifadeleri etrafımıza anlatmalıyız. Aksi takdirde hadiste de ifade edildiği gibi herkesi cennete gitmeye teşvik ederken, kendimizi bulacağımız yer cehennem olabilir.

Rabbim bizlere bildiklerimizle amel edebilmeyi nasip etsin. Amel ettiklerimizi anlatabilmeyi ve insanlığa örneklik olabilmeyi nasip etsin. Sözümüzü amellerimize muvafık, amellerimizi sözlerimize muvafık eylesin. Samimiyet ve adanmışlık ruhu ile bu uğurda görevimizi ifa edebilmeyi nasip etsin.