Türk Tasavvuf Musikisinin eşsiz seslerinden Sami Özer’i sizden dinlesek, neler söylersiniz? Musiki aşkı yüreğinizde nerede ve ne zaman kök saldı?

Benim hayatımda Paşabahçe’nin önemli bir yeri vardır. 1950’de Paşabahçe’de doğdum. Babam Paşabahçe Tekel Fabrikasında işçiydi. Çocukluğumu, gençliğimi, Beykoz’un incisi bu güzel beldede geçirdim. Minarelerinden yükselen ezan seslerine meftun oldum. Hâlen de Beykoz’da ikamet ediyorum.

Yedi sekiz yaşlarımda Tepeüstü Camii imamı Şerif Savaşlı’dan dinlediğim ezan bende musiki aşkını tutuşturdu. Öyle güzel bir sesi vardı ki başladım sokakta kendi kendime ezanı talim etmeye. Hatta bir gün camide bir ikindi ezanını da ben okudum. O ezan sesi beni “Cami Kuşu” eylemişti. Çocuk yaşta musikiye iştiyakım vardı. Babam ve annem müzisyen değillerdi fakat her ikisinin de sesleri pek güzeldi. Bende de musiki aşkı ezanla başladı ve yıllarca da devam etti. 1965 yılında Paşabahçe III. Sultan Mustafa Camii’nde fahri müezzinliğe başladım.

O ilk ezanın hatırasını bizimle paylaşmanızı istesek...

Aslına bakarsanız müezzinliğe başlamadan önceydi. Daha önce söylediğim gibi âdeta bir cami kuşu olmuştum. Bir gün cuma namazına Paşabahçe’ye gelmiştim, orada Mithat Hoca ezanı bana okutturdu. Namaz biter bitmez de beni yanına çağırdı, kim olduğumu, ne ile uğraştığımı sordu. O sırada kunduracıda tezgâhtarlık yapıyordum. Yazık günah bu sese, dedi. Müezzinlik hikâyem böyle başladı. İki üç sene kadar da sürdü. Ezana âşık bir genç için saadet dolu günlerdi.

Musiki kariyerinizin duraklarını sizden dinleyebilir miyiz?

Paşabahçe Camii’nde müezzin iken Amir Ateş’le tanıştım. İki sene onun evinde musiki meşk ettik.  Ardından Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde rahmetli Emin Ongan Hoca’yla on bir sene çalıştım, Türk musikisini orada öğrendim. O yıllarda radyo korosundaydım ve televizyon ilk kurulduğunda da Üsküdar Musiki Cemiyeti olarak Maçka’daki televizyon stüdyosunda, siyah beyaz yayınlarda prova yapıyorduk. 1974 yılında yapılan Altın Ses Yarışması'nda, Türk sanat müziği dalında birincilik ödülünü aldım. Ardından İstanbul Radyosu sözleşmeli sanatçı imtihanını kazandım, orada bir iki yıl görev yaptım. Fakat hayat her zaman rayında gitmez, ömür yolu inişlere de çıkışlara da gebedir. Benim hayatımda da öyle bir dönem oldu. Musikinin bile beni teselli etmediği, ona neredeyse küskün olduğum birkaç yıl geçti.

Emin Ongan’ın irtihalinden sonraydı, bir arayış içindeydim. Karagümrük’teki Cerrahi Tekkesi’ne, Türk Tasavvuf Folklorunu Yaşatma Derneğine gittim. 1985’yılı bir anlamda miladım oldu. Sefer Efendi ile tanıştım, Allah şefaatine nail eylesin. Karagümrük’te Nurettin Cerrahi tekkesinde, tekke musikisi ile hemhâl oldum, elhamdülillah. Beni tasavvuf müziğinde yetiştiren Sefer Dal ve her dem musiki meşk ettiğimiz Cerrahi Tekkesi’dir. İlk albümümüz olan “Ey Allahım 1” isimli albüm 1992 yılında çıktı. Hakikaten Ümmet-i Muhammed çok sevdi o albümü. Bütün repertuarları Sefer Efendi hazırladı. Onun peşinden biliyorsunuz “Ey Allahım 2”, “Ey Allahım 3” albümleri geldi. Rabbim nasip etti tasavvuf musikisi adına güzel çalışmalara imza attım. 1999 yılında New York’ta ve Toronto’da mistik müzik konserleri; 2002 yılında İstanbul Rumeli Hisarı’nda konser, aynı yıl Sarajevo’da (Saraybosna) düzenlenen festivalde ve Ostrozaç’ta Sarajevo Senfoni Orkestrası eşliğinde konserler...

“Donandı Her Yer” adlı çalışmanız âdeta ramazan ayının habercisi oldu. Dinî musikinin insanlara öğreteceği çok şey var değil mi, siz ne dersiniz?

Hakikat arayışı bir ozanın, bir şairin kalbinde tomurcuklanır, kelimelere dökülür, güfte olur. O güfte bu defa bir başka kişinin bir sazendenin gönlünü mesrur eder, notalara dökülür beste olur. İlahi güfteleri âdeta müzikli sohbet ve bir vaaz gibidir, ruhun gıdası, gönlün şifasıdır. Bazen uzun uzun anlatılması gereken bir mesele bir şiirde öyle veciz ifade edilir ki, ardından bestelenerek dile pelesenk olur. Müzik bu kıymetli güftelerin etki gücünü artırır. “Donandı Her Yer” ramazanı en güzel karşılayan eserlerden biri, Hak nasip etti, benimle özdeşleşti. Bu eser ramazanı müjdelediği gibi, onun ruhuna ait şeyleri de anlatıyor.

Bu ramazanda uğradıkları zulme rağmen Gazzeli din kardeşlerimizin ramazan sevincine sahip çıktığını, tıpkı o ilahinin sözlerindeki gibi dört bir yanı kandillerle donattığını gördük. Bayrama eriştiğimiz şu günlerde gadre uğrayan din kardeşlerimiz için neler söylersiniz?

Gazzeli kardeşlerimizin durumu tabii ki çok acı. Ama daha acı bir şey var ki o da İslam âleminin durumu. İslam âleminde tevhid yok. Birlik beraberlik yok. Çoğu Müslüman ülke ağzını açıp tek laf etmedi. Diğerleri ise sadece kınamakla yetindi. Herhangi bir yaptırım, hareket maalesef göremedik. Din kardeşlerimizi yalnız bıraktık. Aslında onlar yalnız demeyeceğim, zira Cenab-ı Allah onlarla beraber. Cenab-ı Allah bu kardeşlerimizi en kısa zamanda muzaffer kılsın. Şehit olan kardeşlerimize gani gani rahmet eylesin, aile eşraflarına da sabırlar versin. İslam âlemine[1]  de şuur versin, Müslümanlar bu atalet hırkasını çıkarsın. Zira artık uyanmak zamanı.  Boykotlar bir çeşit bilinçlenmeye vesile oldu. Ama ısrarlı olmak lazım, devam etmek lazım. Bugün Gazzeli din kardeşlerimizin o zor şartlarda bile ramazan sevincine sahip çıktığını, o ilahideki gibi etrafı kandillerle donattığını gördük. Bize lazım gelen bu şuurdur, bu bilinçtir.

Bize biraz Paşabahçe’nin, çocukluğunuzun ramazanlarından bahseder misiniz?

Paşabahçe eskiden de güzeldi, hatta şimdikinden pek daha güzeldi. Osmanlı paşalarının konakları dört bir yanda arzıendam ederdi. Maalesef bu konakların hemen hemen hepsi yıkıldı. Halkı zengin değildi fakat kanaatkârdı. Hadi aslını söyleyeyim şu güne kıyasla oldukça fakirdi. Lakin şikâyet eden yoktu çünkü bereket vardı. Misal ben dokuz on yaşlarımda bir boya sandığı ile harçlığımı çıkarırdım.

Komşuluk ilişkileri pek güzeldi Paşabahçe’de. Hele ramazanda. Ramazan gelince yaşadığım semte bir kez daha âşık olurdum. Minarelerden yükselen ezanlara, cemaatle kılınan teravihlere, çekilen salavatlara... Bir de hâl hatır soran, komşusunu gözeten, sofrasını paylaşan insanlara. Ramazanda sahur yahut iftar vakti, herkes komşusuna evinde pişen ne varsa ikram ederdi. Biz çocuklar ellerimizde tabak bir o yana bir bu yana koştururduk. Annem lokma mı döktü hemen konu komşuya dağıtırdı, bir bakardık bir arkadaşım iftara yakın elinde bir tabak börekle gelmiş. Misafirler ağırlanır, ramazan gecelerinde muhabbet âdeta demlenirdi. O zamanki muhabbetleri, akşam sohbetlerini, imeceli hayatı şimdi insan parayla pulla edinemez. Biz Allah için anne babamızdan ve elbette mahallemizden ramazanı böyle öğrendik, böyle bildik.

Duyduğu o ezan sesiyle “Cami Kuşu” olan Sami Özer’in bugünün çocuklarına, gençlerine bayram mesajı nedir?

Bugünün çocukları, yarının gençleri... Benim gençlere tavsiyem millî ve manevi değerlerine sahip çıksınlar. İnsan ruh ve bedenden müteşekkil. Maddi ihtiyaçları karşılamak kadar manevi açıdan ruhumuzu doyurmak da önemli. Ramazan ayını ve bayramları birer fırsat bilsinler. Maneviyatsız bir hayat içerisinde ömürlerini heba etmesinler.

Müslüman dürüst insandır, sözünde duran, din kardeşinin hakkını gözeten insandır. Maneviyatın mayasında aşk vardır. Allah’a aşkla bağlansınlar. Peygamberimizin muhabbetini kazanmak için çalışsınlar. Yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevsinler. Herkese sevgi ve muhabbetle yaklaşsınlar. Her işlerini aşkla yapsınlar. Mesleklerine dahi aşkla bağlansınlar. Rabbim o zaman onlara hem o mesleğin erbabı olmayı hem de başarıyı nasip edecektir.

Editör: Mehmet Öztürk