İslam’dan önce cahiliye Araplarının öbür kavimlerden aldıkları ve kutladıkları iki bayramları vardı; biri Mihrican diğeri ise Bahar Bayramı da denilen Nevruz’du. Hz. Peygamber Medine’ye hicret edince onun çevresinde toplanan müminler cemaatleşme sürecine girdiler. Yavaş yavaş homojen bir toplum ve ümmet hâline gelen Müslüman toplumun kendine özgü bir inanç ve ibadet sistemi vardı. Yabancı kaynaklardan ve kültürlerden gelen Mihrican ve Nevruz Bayramlarını kutlamaya devam etmeleri İslam’ın kendine has inanç ve ibadetlerini ve hayat tarzını olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmaz hâle gelince Allah Resulü Arapların öteden beri kutlamakta oldukları bu bayramları kaldırdı. Onların yerine iki bayram getirdi ve şöyle buyurdu: “Allah önceki iki bayram yerine onlardan daha hayırlı iki bayram vermiştir. Kurban Bayramı, Fitre Bayramı.” (Ebu Davud, Salat, 246) Bu suretle kaldırılan iki bayramın boşluğu bu iki bayramla doldurulmuş biri ramazandan sonraki ilk gün diğeri hac ibadetinin sonuncu günü bayram, sevinme, neşelenme, eğlenme ve şenlik günü olmuştur. Oruç ve hac gibi iki farz ibadetten sonra eğlenmek, neşelenmek, sevinmek için şenlikler ve oyunlar düzenlenmekte, sofralar hazırlanmakta, ziyafetler verilmekte, şarkılar ve türküler söylenmekte, kadın erkek, büyük küçük herkesin bu oyun, eğlence ve şenliğe katılmaları için de bayram günlerinde oruç tutmak caiz görülmemektedir. İslam’da ibadet hayatı ile eğlence hayatı, dinî hayatla ahiret hayatı bu kadar birbirine bağlıdır ve iç içedir. İnsanın her ikisine de ihtiyacı vardır. İbadet ruhun, eğlence bedenin ihtiyacıdır. Bir hadiste “Her kavmin bayramı vardır. Bizim bayramımız bu iki bayramdır.” (Buhari, Iydeyn, 3.)  buyrulmuştur.

9 Bayramlar Ve Hatıralar Görsel

Kurban ve fitre bayramları dolayısıyla düzenlenen kutlamalar ve şenlikler Müslüman beldelere, halklara ve zamanlara göre de az çok farklılıklar gösterir. Anadolu, Balkanlar ve Kafkaslarda yaşayan Osmanlı vatandaşlarının da kendilerine özgü bir kutlama ve şenlik anlayışı vardır. Hadislerde geçen kutlama ve şenlikler ise bütün Müslümanlar arasındaki ortak noktalardır ve böylece kutlama ve şenliklerde hem çeşitlilik hem de birlik var. Birlik, Müslümanları birbirine bağlamakta; çeşitlilik ise bu birliği renklendirmekte ve çekici hâle getirmektedir. Ben de 1937’de Amasya’nın Akyazı köyünde doğduğumda kendimi Osmanlı coğrafyasının ve toplumunun şekillendirdiği, renklendirdiği ve cazip hâle getirdiği bayram kutlamaları ve şenlikleri içinde buldum. Hayatımın 19 senesi köyde geçti ve bu müddet içinde bayramlaşmalar, kutlamalar ve şenlikler fazla değişmedi.

Ramazan ayı her sene 10 veya 11 gün erken geldiğinden ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış mevsimlerinde oruç tutulduğu olur. Köyde iftar, mevsimlere göre farklılık gösterirdi. Kış mevsiminde hem geceler uzun ve gündüzler kısa hem de iftar az olurdu, yaz aylarında ise durum bunun tersidir. Çiftçiler için yaz aylarında oruç tutmak zor, kış aylarında ise kolaydır. Ben 8-10 yaşlarındayken oruç, yaz aylarına denk geliyordu. Bu yaşlarda oruç tutmaya heves ettiğimiz olurdu ama öğleye kadar oruç tutar sonra orucumuzu açardık. Yarım gün oruç tutmaya tekne orucu derlerdi. Yaz aylarında günler uzun hava sıcak ve ziraat işleri yoğun olduğundan tarlalarda çalışanlar, yorgun argın evlerine döner ve iftar vaktini beklerdi. Onların bir kısmı da caminin yanındaki şadırvana ve etrafındaki çimenlik yere gelir sohbet eder ve okunacak akşam ezanını beklerdi. Köyde kadınların bir bölümü de tarlalarda ve bahçelerde çapalama işlerinde çalışır, erkeklere yardım ederdi. Yaşlı kadınlar veya bebeği olan emzikliler ise evde kalıp çalışanlara iftar yemeği hazırlardı. İftar saati yaklaştıkça hareketlilik artar, iftar vakti dört gözle beklenir, kulaklar okunacak akşam ezanında olurdu. Oruçlular bazen sofranın çevresinde oturarak ezanı beklerdi. Uzun yaz günlerinde havaların sıcak olmasından ötürü tarlalarda çalışanlar yemekten çok suya ihtiyaç duyarlardı. Köyümüzdeki çeşmenin suları ılık olduğundan annelerimiz ellerimize birer güğüm vererek Değirmenbaşı denilen ve köye 200 metre mesafede bulunan çeşmeden iftar için soğuk su getirmemizi isterlerdi. Biz de güğümü alır, kolumuza takar, suyun kaynağı olan yere gider, suyumuzu doldururduk. Ancak su ılımasın diye su dolu güğümleri suyun içinde tutar, imam Allahuekber der demez sofrada soğuk su bekleyenlere seğirte seğirte su yetiştirir, onları sevindirir, dualarını alırdık. Böylelikle oruç tutmasak bile sevap kazanırdık. Bazen suların testide ve bardakta soğutulduğu da olurdu. Bütün bunlar sevap kazanma ve ramazandan feyz alma uğruna yapılırdı. İftar öncesi bunlar yapılırken gördüğümüz telaş bizi heyecanlandırırdı. Kadir Gecesi bu hisler ve heyecan zirve noktasına ulaşırdı. Oruç su ile açılır, kana kana suyu içenler 3-5 dakika dinlendikten sonra yemek yemeye başlarlardı. Susuzluğa sabretmek, açlığa sabretmekten daha zordur. Bayrama birkaç gün kala bayram hazırlıkları başlardı. Bu işlerde kadınlar erkeklerden daha çok çalışır, daha fazla yorulurlardı. Bayramdan önce çamaşır yıkama, evi ocağı temizleme, bayram için yemek hazırlama onların işiydi. Arife günü eline Mushaf alıp mezarlığa giden ve geçmişlerine Kur’an okuyanlar vardı; benim de onlara katıldığım olurdu. Bayram günü evvela evimizde aile bireyleri arasında bayramlaşma olur; annemin, babamın ve anneannemin ellerini öper sonra amcamın, halalarımın ve teyzemin evlerine giderdim. Kirvemin evine gitmeyi hiç ihmal etmezdim. Komşularımızı ve hastaları ziyaret ederdim. Bu arada evimize bayram ziyareti için gelen yakınlarımız ve komşularımız da eksik olmazdı. Ziyaretçilere kahve, şeker ve çay ikram edilirdi. Kurban Bayramı ile Fitre Bayramı arasında fark vardı. Kurban Bayramı’nda yukarıda anlattığım hususlar yerine getirildikten sonra kurbanlar kesilirdi. Genellikle 7 kişi bir araya gelip bir büyükbaş hayvan keser, kurban eti yedi kişi arasında taksim edilirdi. Kurban kesme durumunda olmayanlara kurban eti gönderilirdi. Bu bayramın da hoş tarafları vardı. Bayramlarda şenlik, neşe, sevinç, şarkı, türkü, oyun ve eğlence aranan şeylerdir ama bayramın yaz sıcaklarına denk geldiği ve işlerin yoğun olduğu bir mevsimde bunlara vakit ayrılmazdı. Bu gibi oyun, eğlence ve çalgılar daha çok bahar veya güz aylarında olurdu.

Dünya ile ahiretin bir araya geldiği ve buluştuğu bir zaman dilimi olan bayram günlerinin bir de nostaljik tarafı var.  Bu bayram günlerinin şimdiki nesil ve küçükler için “gün olur hayali cihana değer” nevinden günler olabilmesi ve ileriki yıllarda bu günleri hasretle yad etmeleri için bayram günlerini süslemeli, renklendirmeli ve cazip hâle getirmeliyiz. Bayram şenlikleri, oyunları, eğlenceleri bu bakımdan önemsenmeli.

Gurbette Bayram

Ben 1956 senesinde Çorum’a geldim ve imam hatip ortaokuluna kayıt oldum. Bundan sonraki bayramların çoğu gurbette geçti. Gurbette de oruç tutar bayram namazı için camiye giderdim. Vakıflar yurdunda 5 sene yatılı talebe olarak kaldım. Buradaki bayramlar köyümdeki bayramlar tadında değildi. Herkes bayram yaparken ben köyümdeki bayramları ve şenlikleri özellikle ebeveynimi ve kardeşlerimi hatırlardım, üzerime bir hüzün çökerdi. Zamanla gurbette bayramlara da alıştık. Bazen tanıdıklarımın bayram yemeği için evlerine davet ettikleri olurdu. Bu hoş bir şeydi ama nerede köyümdeki o neşeli bayramlar! Bayram günlerinde evlerinde sofra kuran, garipleri, yoksulları bazı öğrencileri bu arada beni yemeğe davet edenlerin hepsi Hakk Teâlâ’nın rahmetine kavuştular. Allah rahmet etsin mekanları cennet olsun. Bu arada Çorum’da kaldığım zaman bayram günleri şehirdeki camilerde vaaz ettiğim olurdu. Vaazdan sonra cami cemaatinden biri beni alıp evine yemeğe götürürdü. Çoğu zaman da yemeğe götürmek isteyenlerin sayısı epeyce olurdu. Daha sonra gurbet hayatıma İstanbul’da devam ettim ve 4 sene kaldım. Oradaki durum da Çorum’daki gibiydi. Evlenip çoluk çocuk sahibi olduktan sonra da bayramların üçüncü evresini yaşamaya başladım.

Sovyetler Birliği 1991’de dağıldı. Türkistan, Kafkaslar ve Balkanlardaki Müslüman halklar ve kavimler özgürlüklerine kavuştular. Bahis konusu diyarlardan ilahiyat fakültesinde veya diğer fakültelerde öğrenim görmek için buraya gelenler oldu. Özbekler, Kazaklar, Kırgızlar, Türkmenler, Tacikler, Azeriler, Tatarlar, Acarlar, Arnavutlar, Pomaklar ve Boşnaklardan iftar ya da bayram yemeğine davet ettiğim olurdu. Yemekten sonra bayram sohbetleri yapardım. İftara gelen gençlerin yanlarında getirdikleri enstrümanları olurdu. Onlar da enstrümanlarıyla güzel musikiler çalar, eğlenirdik.

Editör: Mehmet Öztürk