Kişisel tarihimin en büyük kırılması kişisel bir tarihin insanı bizzat aldatmaya yönelik olarak uydurulduğunu anladığımda başladı. Gelişim kitapları, bencillik övücülüğü, kariyer basamakları ve dört kollu terazi arasında yaşayıp gidenlere diyecek bir şeyim yok. Sözüm kendime. Madem Müslüman bir kimlikle doğdum, büyüdüm ve iman ettim, madem yaşadım, yaşıyorum söyleyecek bir sözüm olmalı kendime. Gerçek bir sözden bahsediyorum. Uyduruk, başı sonu olmayan ihya rüyalarından değil. Öyle ya hiçbir şey olmamış gibi de davranabilir, avuntu cümleleri fısıldayabilir ve bunlara inanabilirim. Belki de…

Şu günlerde sözün bile yorulduğunu hissediyorum. Kurulan her bir kelimenin beyhude olduğunu, bata çıka ilerleyen kayığın sonunda karaya oturarak üzerindeki canları bir şekilde kurtarmış olmanın mutluluğunu yadsımadan ama geri dönmüş olmanın huzursuzluğunu da bilerek geçiyor günler. Akşam ajanslarında yeni bir şey yok. Kimse kurtarılmış bir dünyadan bahsetmiyor, yeni bulunan o gezegende de hayat buluntusu yok. Ne var peki? Ne diye yorulan sözün üzerine daha çok yük atıyorum? Ne var? Ben varım, ben var olmaya çalışıyorum. Ellerimi yokluyorum, ayaklarımı, gözlerimi, dilimi, dudağımı. Var mıyım gerçekten?

7 Ekim’den bu yana sistematik bir katliamın varlığına şahitlik ediyorum. Geriye kalan milyonlardan haberdar değilim. Sosyal medyada her an yeni bir acı düşüyor önüme. Var olan gözlerimi kısıyorum. Ellerimle değiştiriyorum haberleri. Sonra hiçbir şey olmamış gibi iş arkadaşlarıma gülümsüyorum. Çok çalışmaktan şikâyet ederek toplu taşımalardaki hengameyi gündemden düşürmüyorum. Kendimden utanıyorum.

Birazdan bayram hazırlıklarına başlayacağız. Tatil durakları, sılayırahim, sevinç, çok sevinç. Sosyal medyada önüme düşen birkaç görsel tadımı kaçıracak bu arada. Olsun. O kadar da değil. Bugün yemekte ne var? Malum ramazan. En az üç çeşit olmalı masada. Davetlere gidilmeli, bolca gülümsenmeli eşe dosta. Eh o kadar çağırdılar. Teravihi nerede kılalım, karar veremedim bu yıl. Ama muhakkak gitmeli. Farklı camilere en azından uğranmalı. Dışarıda yemek işini fazla abartmamalıyız.

7 Ekim’den bu yana diyorum. Gazze’de… Doğusunda ve batısında, Şifa Hastanesinde henüz yeni doğmuş bebekler, çocuklar, kadınlar, erkekler, binlerce insan şehit edildi. Ne yapıyorum ben? Neden bir filmi izliyormuş gibi davranıyorum? Nedenlerin sonu yok.

Ne diyordum, evet, bayram geliyor. Yeni elbiseleriyle o çocuk çıkıp geliyor köşeden. Kırmızı kazağı ne de güzel yakışmış. Yanında kardeşi var. Yeni alınmasa da gayet güzel duran pabuçlarında gözü. Büyük olan küçük olan kardeşinin ellerinden tutuyor. Yürümeye başlıyorlar yol boyu. Etrafta kimsecikler yok. Birazdan bir bomba koparacak onları birbirinden. Birazdan ben tekrar tekrar bayram hazırlıkları için zihnimi yoklayacağım. En ufak bir detay atlanmamalı. Herkesin gönlü görülmeli.

Peki benim gönlüm? Bakıyorum ona nefesimi çeke çeke. Görünmüyor, tozlanmış. Gideyim de iyi günler ısmarlayayım ona.

Editör: Mehmet Öztürk