Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de kutsiyeti açıkça ifade edilen Kudüs’ü (Maide, 5/21.) ve ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’yı bağrında barındıran Filistin, vahyi tebliğ ile görevlendirilen nice peygambere yurt olmuş, onların iman ve tevhid mücadelesine şahitlik etmiş bereketli bir coğrafyadır. Kudüs ve Mescid-i Aksa başta olmak üzere Filistin toprakları, nebevi bir miras olarak peygamberlerin inananlara emanet ettikleri büyük bir değerdir. Nübüvvet silsilesinin son temsilcisi Sevgili Peygamberimiz, bu emanete özel bir önem atfetmiş ve ona hürmet etmeleri hususunda ashabını ve tüm Müslümanları teşvik etmiştir. Nitekim bu inanç ve hassasiyetle Müslümanlar, tarih boyunca ilk kıblelerinin bulunduğu Kudüs’e ayrı bir ehemmiyet vermiştir. Hz. Ömer döneminde kapılarını Müslümanlara açan Kudüs, yaklaşık 5 asır boyunca en güzel günlerini yaşamıştır. Bütün inanç gruplarının asırlarca huzur ve emniyet içinde yaşadığı, barış, adalet ve merhametin en güzel örneklerinin sergilendiği sembol bir şehir hâline gelmiştir. Kutsala saygının, hoşgörünün, bir arada uyum içerisinde yaşamanın en nadide tablolarına sahne olan bir selam yurdu olmuştur.

İnsanlığın tarihî serüvenini ve ortak değerlerini temsil eden bu topraklar, Müslümanların hâkimiyetinde bilginin ve hikmetin de önemli bir merkezi hâline gelmiştir. Ne var ki tarihî süreç içerisinde zaman zaman işgale uğramış ve her seferinde eşi görülmemiş katliamlara tanıklık etmiştir. Böyle dönemlerde Müslümanlar kadar diğer dinî gruplar da büyük zulümlere ve haksızlıklara maruz kalmıştır. Ancak, nebiler emaneti bu coğrafya, her fetretin ardından Müslümanların kararlı ve dirayetli mücadeleleriyle yeniden hürriyetine kavuşmuştur. Nitekim XII. yüzyılda gerçekleşen seksen sekiz yıllık Haçlı istilasına son veren Selahaddin Eyyubi, bölgede tekrar emniyet ve sulhu tesis ederek herkesin hak ve hukukunu teslim etmiş, Kudüs’ün darusselam olma hüviyetini yeniden tebcil etmiştir.

Kudüs ve çevresinin milletimiz nezdinde de özel bir yeri ve anlamı vardır. Zira 1516 yılında Osmanlı yönetimine geçen Kudüs, özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde imar faaliyetleri ile çağın en güzel şehirlerinden biri olmuştur. Vakıf ve eğitim faaliyetleri ile öne çıkmış, iktisadi, sosyal ve kültürel hayatta âdeta bir cazibe merkezi hâline gelmiştir. Daha sonraki Osmanlı padişahları da Filistin’e ve oranın sakinlerine hizmeti ibadet şuuru ile yerine getirmeye devam etmiştir. Ne yazık ki I. Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti’nin bölgedeki hâkimiyetinin zayıflamasıyla birlikte Kudüs, ideal vasfını bir kez daha kaybetmeye başlamıştır. Avrupa’dan ve dünyanın çeşitli ülkelerinden sinsi bir plan doğrultusunda Filistin’e göçe zorlanan Yahudiler, işgalin ilk adımlarını atmışlardır. 75 yıllık süreçte peyderpey işgal edilen Filistin topraklarında tarihî mekânlar tarumar edilmiş, Filistinlilerin her türlü hakları ellerinden alınmış ve Müslümanlar baskı, zulüm ve işkenceye maruz bırakılmıştır.

Gelinen noktada, Kudüs ve Filistin toprakları bugün, hiçbir kutsala saygısı olmayan azgın bir azınlık tarafından vicdanları yaralayan trajedilere sahne olmaktadır. Hukuku, ahlakı ve insani değerleri hiçe sayan gözü dönmüş Siyonistler, kadın, erkek, çocuk, yaşlı demeden mazlumları hunharca katletmekte ve büyük bir insanlık suçu işlemektedir. Kendinden olmayana hayat hakkı tanımayan bu hastalıklı ve ırkçı zihniyet, hastane, okul, mabet demeden bütün şehirleri yakıp yıkmakta ve dünyanın gözleri önünde milyonlarca insanı açlık, susuzluk ve karanlığa mahkûm etmektedir. Egemen güçler, sermaye sahipleri ve uluslararası örgütler ise insanı insanlığından utandıran bu Siyonist vahşete ses çıkarmamakta, açıkça işlenen soykırım suçunu izlemekle yetinmektedirler.

Bugün Gazze’de yaşananlar bize bir kere daha göstermiştir ki Filistin’in kurtuluşu, İslam ümmetinin bir araya gelerek ortak bir tavırla somut ve kararlı adımlar atmasına bağlıdır. Zira İslam coğrafyasının ortasında bir asırdır vahşi bir terör örgütü olarak hareket eden Siyonistler ve onların destekçileri, bütün cesaretlerini İslam âleminin dağınıklığından almaktadırlar. Bu sebeple Müslüman ülke ve toplumların bir araya gelerek diplomatik, ekonomik ve siyasi alanlarda zalimleri ve destekçilerini durduracak bir yaptırımı gündeme getirmeleri elzemdir. Aksi hâlde Müslümanlar planlı ve kapsamlı politikalar geliştiremediği sürece Filistin topraklarındaki işgal son bulmayacak, milyonlarca Müslümanın hayatına mal olan İsrail sorunu çözüme kavuşmayacaktır.  Dolayısıyla bilgiyle, hikmet ve tefekkürle yeniden özümüze dönmeli ve Kudüs bilincini en güçlü hâle getirmeliyiz. Kudüs’ün etrafında bütün mümin yürekleri birleştirecek çalışmalara hız vermeliyiz. Bilmeliyiz ki Filistinli çocukların feryadı dininceye, Gazzeli annelerin gözyaşı duruncaya ve Kudüs özgür oluncaya kadar hiçbir çalışma yeterli değildir.

Yaklaşık bir asırdır işgal altında varoluş mücadelesi veren Filistin, özlenen hürriyetin ışığına artık daha yakındır. Zira İsrail’in Siyonist emelleri doğrultusunda üretilen kirli propagandalar, artık işlediği suçları örtememektedir. Nitekim bu süreçte İslam dünyası dışından birçok sivil toplum örgütünün de Gazze’de yaşanan katliama tepki gösterdiğini görüyoruz. Birbirlerini hiç tanımayan, dinleri, dilleri, ırkları, renkleri ve ülkeleri farklı insanlar, ortak bir amaç için, özgür Filistin için seslerini yükseltmektedirler. Bütün dünyadan milyonlarca insanın İsrail barbarlığının ve terörünün karşısında durarak Filistinli mazlumların yanında yer alması umut ve memnuniyet vericidir. İnsanlığın bu duruş ve duyarlılığı, Filistin’in haklı ve onurlu mücadelesini daha da güçlendirecektir. Bundan böyle hiçbir güç, sermaye, medya veya propaganda, katil İsrail’i temize çıkaramayacaktır.

Özgür insanların yurdu Filistin elbette özgür olacaktır.

Prof. Dr. Ali Erbaş
Diyanet İşleri Başkanı
Diyanet Aylık Dergi Ocak 2024

Editör: Ömer Ceylan