Ramazan ayı müddetince Kuran ve mealinin dışında hiçbir kitap okumadım. Bir takım sosyal medya paylaşımının dışında yazı da kaleme almadım. Her fırsatta okuyan ve yazan biri olarak bu süre benim için oldukça uzun.

Okumama orucuna başlamadan önce okuduklarım, Wadah Khanfar’ın ‘İlk Bahar’ı, Nuh Aslantaş’ın ‘Hz. Muhammed Döneminde YAHUDİLER’, Füruzan’ın ‘Balkan yolcuları’ ve Seher Meriç’in ‘Bir Seyyahın Yol Hikâyeleri BALKANLAR’ kitaplarının yanı sıra Ahmet Ezilmez’i hazırladığı ‘Müsned Muhtasarıyla ‘Buhari ve Müslim’den İnci Mercan Hadisleri –El-Lü’lüü Ve’l-Mercan-’ kitaplarıydı.

Neden okuyamama niçin yazmama?

Bilindiği üzere Yahudiler/ABD-Batı işbirliğiyle Filistin/Gazze’de işlediği soykırım/katliam bir yerde okumamı, yazmamı, konuşmamı anlamsızlaştırdı. Bu yüzden okumakta zorlandım, okurken kitap sayfalarında şehit düşen Gazzeli masum çocukları, kadınları, yaşlıları, yıkılmış binaları görüyorum. Acı çeken medet uman mazlum Filistinlileri görüp de bir şey yapamamaktan dolayı yazmak içimden gelmedi.

İşlenen bu soykırım/katliam uluslararası hukuku ve insanlığı da ayaklar altına aldı. Dünyada adalet ve istikrarı sağlamak için oluşturulan uluslararası bütün kurum ve kuruluşlar da anlamını yitirdi. Şu anda dünya güçlünün haklı olduğu bir hale dönüştü. Maalesef insanlık dışı soykırım ve katliamın bitmesi veya devam etmesi bir tek devletin inisiyatifine bırakılmış durumda. Alın size adalet!  

Bu haksız ve hukuksuz yaşananlara ilkesiz ve dünyaperest insanların dışında hemen herkes feryat ediyor. Şu anda bütün dünya masum çocukların, kadınların, yaşlıların acımasızca katledilişini; mabetlerin, sağlık ocaklarının, hastanelerin, iş yerlerinin ve meskenlerin yıkılışını film seyreder gibi seyrediyor. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, hiç olmazsa sağ kalanların aç ölmesinler, yaraları sarılsın, diye gönderilen temel ihtiyaç malzemesinin gönderilmesine dahi müsaade edilmiyor. Tüm dünya çaresiz vaziyette olup bitenleri beyaz camdan temaşa ediyor…

200 günü aşkın bir süre devam eden insanlık dışı bu soykırım/katliam karşısında gel okuyabilirsen oku! Gel yazabilirsen yaz!

Yazdıklarımla moralinizi bozduğumu biliyorum. Bütün olumsuzluklara rağmen çaresiz değiliz. Lütfen üzülmeyiniz. İman varsa çare de vardır. Zira Müslümanlar için yeis yoktur. Herkes kaderini yaşıyor. Kimi kazanacak, kimi kaybedecek. İnançlı olmak, ümit var olmayı gerektirir.

Sizi sevindirecek tarihi bir olaydan bahsetmek istiyorum. Ahzab/Hendek Savaşı. Medine’de cereyan eden bu savaşı hemen hepimiz az çok biliriz. Kısaca izah edeyim.

Düşman birliği, Mekkeli Müşrikler, Hayber Yahudileri ve Gatafan kabilesinden oluşan on bin kişiden oluşuyordu. Onların gayesi, Medine’ye gelerek, Peygamber ve ashabını yok edip, İslam’ı ortadan kaldırmaktı.

Müşrik ordusu geldiğinde, Medine etrafındaki, üç metre derinliğinde dört metre genişliğinde ve beş km uzunluğundaki hendeği görünce şaşkına döndü. Çaresiz beklemeye başladı.

Anlaşma gereği Medine’de durması gereken Ben-i Kurayza Yahudileri de anlaşmayı bozarak iç güvenliği sıkıntıya düşürdüler.

Böyle bir ortamda muhasara yaklaşık bir ay sürdü. Efendimiz dâhil Müslümanlar zor anlar yaşadı. Müslümanlar artık Peygamberimizin bir şeyler yapmasını istiyorlardı. Bu konuda talepler artmaya başladı.  O’da yüzünü dağa dönüp secdeye kapanarak, Rabbine karşı dua ve niyazda bulundu. Bir müddet sonra müjde diyerek mübarek veçhini secdeden kaldırdı. Sıkıntı içindeki Müslümanlar bir anda sevince gark oldu. 

Peygamberimizin niyazından bir müddet sonra Allah gönderdiği rüzgârdan ordusuyla şer ittifakını tarumar etti. Düşman da palas pandıras çekip gitti.

Anlaşmayı bozan Medine’deki Kurayza Yahudilerinin çocuklarının, yaşlılarının ve kadınlarının dışındaki Yahudiler kılıçtan geçirildi. Böylece Medine/Müslümanlar, artık iç düşmanlarından arınmış, dış düşmanlarına karşı gücünü ve haklılığını ispat etmiş oldu.

Temennim ve duam o dur ki, Sevgililer Sevgilisinin yolundan giden, vatanlarını korumak isteyen Filistinli/Gazzeli kardeşlerimin de fili mücadelelerinin akabinde şer güçler de perişan vaziyette orayı terk edeceklerdir. 

Yaşanan olaylar karşısındaki tutumları itibariyle, Müslim, gayr-ı Müslim, bütün yöneticiler kelimenin tam anlamıyla sınıfta kaldı. Basit hesaplar ve dünya menfaati adına zalimin zulmüne seyirci kaldılar. Sonuç vermeyen cek-caklarının ötesinde hiçbir şey yapmadılar/yapamadılar… Arenada aslanların paryaları parçalamalarını seyreder gibi şehit düşenleri seyrettiler…

Ne var ki, dünya halkları bu acımasızca işlenen katliamları sessiz ve derinden takip ediyor. Olanları hafızalarına nakşediyorlar. Gün olur deveran döner bu mazlum halkların zalimleri nasıl perişan ettiği görülecektir. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

Unutulmamalıdır ki, güçlülerin gücü nihayetsiz olmadığı gibi zayıf olanlar da hep zayıf olarak kalmayacaktır.

UMRE

1-18 Nisan tarihlerinde Umre ibadeti için Mekke-Medine’ye gittim. Bu tarih, Ramazan’ın son on gününü de içine alan bir süredir. Bu zaman diliminde yapılan umrenin çok muteber olduğuyla ilgili duyumlarım vardı. Bil fiil yaşamış oldum. Niyetim itikâfa girmekti maalesef başaramadım. Oradaki vasat bunu yapmaya maniydi. Yine de denenebilirdi onu da ben yapamadım.

Olağanüstü kalabalık vardı. Özellikle kadir gecesindeki kalabalık, şimdiye kadar gördüğüm en büyük kalabalıktı. Sayısal olarak 2,5-3 milyon insandan bahsediliyor. Kalabalığı gören birisi olarak bu rakam asla abartılı sayılmaz.

Kutlu mekânda hemen herkes daha iyi bir ortamda, daha sağlıklı ibadet etmek için çaba sarf ediyor. İtiş-kakışın çokluğu olsa da yeryüzünün en kutlu mekânında olmak oldukça güzel.

Mümkün mertebe surete takılmadan siretle uğraşmanın yolunu aramaya çalıştım. O’na ibadet etmeye, O’nu memnun etmeye çalıştım. İnşallah başarmışımdır.  O’nun Sevgilisini ziyaret ettim. Ravzasında bulundum.

Gittiğim ve bulunduğum her yer ve mekânda ümmetin halini özellikle de Filistinli/Gazzeli, Doğu Türkistanlı vs. kardeşlerimin durumunu düşündüm. Günahkâr halimle onlara dua ettim.

O muhteşem kalabalığı görünce aklıma, İstanbul/Eminönü’nden Taksim’e giden belediye otobüsü eski Mithat Paşa yeni Vodafone Arena stadyumunun yanından geçerken oynanan futbol müsabakasından gol ses duyulmuş. Üstat, ‘bu nedir?’ diye sorduğunda muhatapları, “Efendim, gol oldu onun sesi” demişler. Necip Fazıl Kısakürek, “bu gol diyenler ol dese şu ülkede neler olmaz ki!” demiş. Ben de diyorum ki, dünyanın bütün renklerini bünyesinde barındıran kutlu mekânlardaki yaklaşık üç milyon insan “ol” dese dünyada neler olmaz, neler değişmez ki!