Koray ŞERBETÇİ

Zengin ama yoksul bir kıta olan Afrika’nın Nijerya adı verilen beldesinin kuzeybatısında Nijer sınırına çok yakın bir yerde küçük bir kasaba vardır. Adına Sokoto denilen bu kasabanın adını Arapça çarşı anlamına gelen Sûk kelimesinden aldığı rivayet edilir. XIX. asrın başlarına kadar küçük bir belde olan bu kasaba birden önem kazanır ve kurulacak bir devletin adı bile olur.

Peki, Afrika’nın derinliklerinde bu değişim nasıl oldu?

İşte tam bu noktada bu değişimin başrolünde pek çok Afrika halkını arkasına alarak haksızlıklara ve zulme başkaldıran bir Müslüman öncü isim karşımıza çıkmaktadır: Osman b. Fudi.

Kimdir Osman b. Fudi?

Takvimler 15 Aralık 1754’ü gösterdiğinde Nijerya’daki Maratta köyünde doğdu. Babası âlim birisiydi ve yerel dilde ona  “âlim, fakih” manasına gelen “Fûdî”  deniyordu. Osman da buna nispetle Osman b. Fudi şeklinde anılmaya başladı.
Doğduğu aile ocağı aynı zamanda bir ilim noktası olduğundan daha küçüklükten ciddi bir eğitim almaya başladı. İlk Kur’an derslerini babasından aldı. Daha sonra çoğu akrabası olan âlimlerden tefsir, hadis, fıkıh ve Arap dili okudu. Ama kendisi üzerinde asıl iz bırakan, örnek edindiği amcası Osman Binduri, Buhari’nin el-Cami’u’s-sahîh’ini kendisinden okuduğu Muhammed b. Raci ve en çok etkisinde kaldığı ıslahatçı âlim Agadesli Cibril b. Ömer geldi. İleride fikir hayatının şekillenmesinde bu iz baskın bir çizgi olacaktı.
Fakat bir diğer fikir kırılması tasavvufa intisap etmesi oldu. Böylece zahir ilmine irfan boyutunu da ekleyen Osman b. Fudi, bölgesinde hem ders vermeye başladı hem de tebliğ faaliyetine girişti. Kısa süre içinde çevrede gezgin bir mürşit, güçlü bir müderris ve ateşli bir vaiz olarak tanındı. Ama esas şöhreti 1780’de Zamfara şehir devletine geçerek beş yıl süreyle verdiği vaaz ve tebliğleriyle oldu. Burada kendisini dinleyip bağlanan taraftarlarının sayısı bir hayli arttı. Peki neden? Osman b. Fudi vaazlarında Müslüman kitleye özellikle sünnetin ihya edilmesi ve bidatların ortadan kaldırılması konusunu anlatıyor, iki dünya saadeti için İslam’ın ilk dönemindeki safiyetine ve dinamizmine dönülmesi gerektiğini söylüyordu.

Fikirlerin hamleye dönüşmesi

Osman b. Fudi başlarda âlim kişiliğine doğru orantılı olarak sadece vaaz ve ders veriyordu. Bilhassa gençleri İslam konusunda bilinçlendirmeyi hedef edinmişti. Fakat bir süre sonra halka dönük bu tebliğ faaliyetinin tek başına yetersiz kalacağı, idarecilere de hitap etmesi gerektiği kanaatine vardı.

Bu amaçla haksızlıklar ve zulüm karşısında sultanlara öğütler vererek bunlardan vazgeçirmeye çalıştı. İşte bu duruşu onu âdeta halkın yöneticiler karşısında temsilcisi ve onların savunucusu hâline getirdiğinden etrafında halkalanan taraftar kitlesi gün geçtikçe kalabalıklaşmaya başladı.

Osman b. Fudi’nin ilminin gereği olarak giriştiği bu hamle, bir süre sonra Müslümanların sayısının giderek artmasına ve Osman b. Fudi taraftarlarının çoğalmasına yol açtı ve bu da devlet tarafından bir tehdit gibi algılanmaya başladı. Çünkü sosyal ve siyasi hayatta bir çıkmaza girilmiş; devlet yöneticilerinin XVIII. yüzyılın sonlarında halka karşı uyguladıkları baskı iyice artırmıştı. Uygulanan baskı ve zulüm, yaygınlaşan yolsuzluk ve rüşvet olayları, Müslümanlara karşı tahkirler, göçebe halka karşı uygulanan ikinci sınıf insan muamelesi ve onların ihtiyaçlarını karşılamalarına engel olunması bölgede yaşayan topluluklarda büyük rahatsızlık uyandırmaktaydı. Bu rahatsızlık arttıkça Osman b. Fudi sesini daha da çok yükseltiyor, bu da daha büyük bir tehdit olarak algılanmasına yol açıyordu. 

Sonuçta bu durum Müslüman olmayan yöneticiler tarafından bir baskı sisteminin kurulmasıyla sonuçlandı. Yöneticiler halkın dinini yaşamasına engel olmaya çalıştılar. Yasaklamalar günden güne çok ileri boyutlara ulaştı. Hatta Müslüman olanların eski dinlerine dönmeleri için baskı yapılmasından, Müslüman bir aileden gelmeyenlerin Müslüman olduğunu iddia edemeyeceğine, Müslüman kadınların başörtü takmalarının yasaklanmasından din adamlarının vaaz vermeyeceklerine kadar uzanan engeller konuldu.

Yöneticiler bu yasaklarla yetinmediler. Halktaki bu bilinçlenmenin sorumlusu olarak Osman b. Fudi’yi gördüklerinden ona Degal şehrini hemen terk etmesini emrettiler. O, bu emre uyarak takipçileriyle birlikte Gudu’ya gitti ve bütün taraftarlarını oraya çağırdı. 

Ama bu bir boyun eğiş değil Müslümanların hakkını arama konusunda yepyeni bir sayfayı açmak olarak algılandı. Yerleştiği Gudu şehrinden baskıcı kral Yunfa’ya bir elçi gönderdi, ondan tövbe etmesini ve siyasi suçluları serbest bırakmasını istedi. Teklifinin reddedilmesi üzerine yaptığı toplantıda emir’ül müminin ve halife unvanıyla biat alarak Yunfa’ya karşı cihat ilan etti. Yunfa’yı destekleyen diğer sultanlara da dine aykırı davranışlardan kaçınmalarını bildiren mektuplar gönderdi. 

Artık geri dönülmez bir yola girilmişti. Baskı düzenine karşı Müslümanlar şimdi Osman b. Fudi önderliğinde haklarını korumak için silaha sarılmışlardı. Bu nokta tam da Hz. Mevlana’nın bir ifadesiyle: “Cihat, delinin elindeki kılıçları alsınlar diye müminlere farzdır.” veciz ifadesindeki bir duruma gelmişti.

Zulme başkaldırı ve yeni devlet

Başlangıçta siyasi hiçbir amacı olmayan Osman b. Fudi ve takipçileri ister istemez artık siyasi ve askerî bir yapıya dönüşmek zorunda kalmışlardı. Başlayan cihat, Osman b. Fudi lehine günbegün gelişti. Baskıcı krallara karşı kazanılan her başarı bölgedeki diğer toplulukları da Osman b. Fudi’nin yanında konumlanmaya itiyordu. 

Hausa sultanlarına karşı verilen mücadelede başarılı olan ve Osman b. Fudi’nin bağlı olduğu etnik grup olan Fülaniler bu mücadelelerinde tek değillerdi. Hausalılardan ve Tuareklerden de onlara destek olan gruplar vardı. Çünkü onlar da baskıcı krallar sebebiyle zorluklar yaşıyor, dinlerini yaşama konusunda engelleniyorlardı. İşte büyüyen bu ittifak, baskıcı kralları arka arkaya askerî yenilgilere uğrattı. Bu başarılar sonucu önceleri küçük bir kasaba olan Sokoto, önem kazandı.

Osman b. Fudi, Sokoto’yu kendisine karargâh yaptı. Dahası kazandığı askerî başarılar sonucu 1812’de Sokoto Sultanlığı (Halifeliği) olarak tanınan bir yönetim kurdu. Osman b. Fudi artık halifeydi. Halife unvanını taşımak ve cihat faaliyetine komuta etmekle birlikte aktif siyasetten büyük ölçüde çekildi. 

İki eyalete ayırdığı ülkesinin yönetimini kardeşi Abdullah’a ve oğlu Muhammed Bello’ya bırakıp Sifâve’de oturmayı tercih etti. Ama artık bir devlet gerçeği vardı ve bunun mimarı zulme başkaldıran Osman b. Fudi’den başkası değildi.

Sufi davetten devlete

Fakat âlim bir sufi olan Osman b. Fudi’nin mimarı olduğu bu devlet neyi hedefliyordu? Sadece siyasi iktidarın bölgede el değiştirmesinden mi ibaretti? Dahası sufi bir âlim olan Osman b. Fudi’nin yaşama yaklaşımıyla ne kadar örtüşmekteydi? 

İşte tüm bu soruların cevabını bulabilmek için Sokoto Halifeliği’nin bölgedeki etkisine ve attığı somut adımlara bakmak icap edecektir. 

Öncelikle kurucu Osman b. Fudi ve kurucu kadro ilk dönemlerden itibaren faaliyetlerini İslami esaslar üzerine bina etmeye çalıştılar. Zira onun halife unvanı alması da buna örnektir. Devletin yapısı genel olarak bir merkez ve ona bağlı bölgelerden oluşuyordu. Osman b. Fudi’nin amacı sadece politik bir hâkimiyet kurmaktan öte adaletli bir düzen kurmaktı. Bu doğrultuda devletin her bölgesine ulemadan yöneticiler atadı. Kısa süre içinde düzeni kuran Sokoto Halifeliği halk arasında da hoşnutlukla karşılanmıştı. Çünkü somut adımlar atılıyor, halkın refah düzeyi gözle görülür biçimde artıyordu. 

Sokoto Halifeliği, bölgelerindeki toplulukların sosyokültürel seviyesini yükseltmeyi de hedef edindi. Bilhassa göçebeleri yerleşik yaşama geçmeye teşvik ediyor, örnek olarak da İslam medeniyetinin önemli merkezleri olan İstanbul, Mekke ve Kahire gösteriliyordu. Zira Osman b. Fudi, bölgedeki Müslümanların sosyal düzeyinin yükselmesi için yeni kentlerin inşasının gerekli olduğunu, medeniyet ve kalkınmanın bu zeminde olacağını düşünüyordu.

Ama Sokoto Halifeliği’nin en önemli meselelerinden birisi de kölelikti. Osman b. Fudi, Müslümanların köleleştirilmesine büyük tepki gösterdi ve köleliği bu bölgelerden kaldırmaya çalıştı. Vaazlarında sık sık kölesi olanlara onlara aileden bir fertmiş gibi davranmalarını öğütlüyordu ki bu o zamanda ve o zeminde yerleşik sosyal bir realite olan köleliği tümden ortadan kaldıramasa da daha da yumuşatacaktı.  

Sokoto Halifeliği’nin kendisine görev edindiği bir diğer noktaysa eğitimdi. Osman b. Fudi, eski düzende karşı çıktığı hususlardan olan kızların okula gönderilmemesi ve kadınların eğitim almaması konusuna eğildi. Bu sebeple vaazlarına kadınların da katılmasına izin verdi. 

Açık bir şekilde kadınların eğitim alabileceklerine dair fetvalar vermiş, hatta eğer kadın eğitim hakkı engellendiği için boşanmak isterse hâkimin kadına nafaka verilmesi yönünde karar alması gerektiğini belirtmişti. Tutucu yerel liderler kendisini bu konuda eleştirse de bu görüşlerinden vazgeçmemişti. Kadın öğretmenlerin yetiştirilmesini ve onların da halka eğitim konusunda hizmet etmelerini sağlamıştı. Oğullarına verdiği eğitimi kızlarına da vermiş, eşleri ve kızları öğretmen olarak görev yapmışlardı. Hatta kızı Esma birçok konuda eserler yazmış, üstelik bu eserlerinde halka yönelik olanları Fulfulde gibi yerel dillerde yazarken daha ilmî konuları Arapça olarak kaleme almıştı. 

Tüm bu köşeler bir araya getirildiğinde hayatına bir âlim olarak başlayan Osman b. Fudi, zulme başkaldıran bir komutan, devlet kurucusu ve manevi rehber olarak dezavantajlı bir bölgenin âdeta sosyokültürel iklimini değiştiren öncü bir Müslüman lider olmuştu. Onun bu çabalarıyla bölgenin basmakalıp düşüncesi, bir İslam âliminin kararlı tutumu ve İslam’ın dönüştürücü gücüyle kırılmıştı. Devleti kurduktan sonra aktif siyasete karışmayan Osman b. Fudi ömrünün geri kalan yıllarını ilimle, kurduğu devletin hukuki ve idari yapısını belirleyen eserler yazmakla geçirdi. Yine takvimler 20 Nisan 1817 tarihini gösterirken de vefat etti. Kabri Nijerya, Nijer ve Çad Müslümanları için önemli bir ziyaretgâh oldu.

Bu noktada gerek bir öncü kişi olarak Osman b. Fudi gerekse sadece siyasi emeller gütmeyen, İslam’ın sosyokültürel uygulamalarını kendisine vazife edinen Sokoto Halifeliği herkesin üzerine eğilmesi ve incelemesi gereken güzel sosyal hareket örneklerden biri olarak karşımızda durmaktadır.

Editör: Mehmet Çalışkan