İlk Kıblemiz

İslam kaynaklarına göre Kâbe, Hz. İbrahim’den beri kıble idi. İslamiyet’ten önce Hanîfler de Kâbe’ye saygı gösterir ve ona doğru yönelerek namaz kılardı. Mekke’de Hz. Peygamber’in namaz kılarken Kudüs’e veya önceleri Kâbe’ye, daha sonra Kudüs’e yahut Kâbe’yi önüne alarak Kudüs’e yöneldiği şeklinde üç farklı görüş ileri sürülmektedir. Hz. Peygamber’in İsrâ yolculuğu sonrasından itibaren Kudüs’e yöneldiği de söylenmişse de biz, Kudüs ve Kâbe’yi cem eden bu son görüşün daha makul olduğunu söyleyebiliriz.

Kıble Aksa Mescidi

Mekke’deki aynı anda hem Kâbe’ye, hem de Kudüs’e yönelme imkânı Medine’ye hicret ile son buldu. Zira Kâbe ile Kudüs, Medine’nin iki zıt tarafında kalmıştı. Allah Resulü, Medine’ye hicret edince on altı veya on yedi ay kıble olarak Kudüs’e yöneldi. Hz. Peygamber’in Kudüs’e yönelmesi Yahudilerin hoşuna gidiyor, “Hem bizim kıblemize uyuyor hem de dinimizde bize muhalefet ediyor.” diye böbürleniyorlardı. Yahudilerin psikolojik baskısı, Hz. Peygamber’i hayli rahatsız etti ve kıblenin değiştirilmesini arzular hâle geldi. Sonunda Yüce Allah, Resulü’nün beklentisine şöyle cevap verdi: “(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin.” Allah Teâlâ’nın bu emriyle kıble, Kudüs’ten Kâbe’ye çevrilmiş oldu.

Şu halde Hz. Peygamber’in kesin olarak Medine’de on yedi ay, Mekke’de ise büyük bir ihtimalle yıllarca Kâbe ile birlikte Kudüs’e yöneldiği anlaşılmaktadır. İşte Müslümanlar açısından Kudüs’ün bu denli önemli oluşunun ilk sebebi budur. Kıble, Allah’a yönelişi sembolize ettiğine ve Hz. Peygamber de bu amaçla Kudüs’e doğru namaz kıldığına göre Kudüs, aynı zamanda Allah’a yönelişin bir ifadesidir.

İkinci Mabedimiz

Yüce Allah’ın ifadesiyle, “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabet), Mekke’deki (Kâbe)dir.” Bazı rivayetlere göre, Hz. Âdem veya oğlu Hz. Şit tarafından bina edilmiştir. Zamanla tahrip olan Kâbe’nin duvarları aşınmış, hatta bazen sel gibi doğal afetler yüzünden yerle bir olmuştur. Bu nedenle Kâbe, tarihin farklı dönemlerinde yeniden yapılmış veya kısmî onarımlar görmüştür. Sonra Allah, Hz. İbrahim’e burada bir ev yapmasını emretmiş, o da oğlu İsmail ile birlikte Allah’ın evi Kâbe’yi inşa etmişti.

Kaynaklardan öğrendiğimize göre yeryüzünde inşa edilen ikinci mabedimiz ise Mescid-i Aksâ’dır. Bir gün Ebû Zerr, “Yâ Rasûlallah! Yeryüzünde ilk kurulan mescit hangisidir?” diye sorunca o (sas), “Mescid-i Haram’dır” buyurdular. “Sonra hangisidir?” dedi. O, “Mescid- i Aksâ’dır” buyurdular.” Ebû Zerr, “Bunların arasında ne kadar zaman vardır?” dedi. Allah Resûlü, “Kırk sene” diye cevap verdi.

Kıbel mescidi ana kapısı

Kâbe’yi inşa eden Hz. İbrahim ile Beytu’l-Makdis’i inşa eden Hz. Süleyman arasında bin yıldan fazla bir zaman farkı olduğu gerekçesiyle hadiste geçen “kırk sene” ifadesi problemli görülmüş, bazı âlimler buna şöyle cevap vermiştir: “Her iki mescidi de ilk defa yapan Hz. Âdem’dir. O, önce Kâbe’yi yapmış, ardından da Yüce Allah ona Beytu’l-Makdis’e gidip orada da bir mabet yapmasını emretmiştir. Hz. Âdem bu ilahî emri yerine getirdiği gibi, orada önce kendisi, daha sonra da oğulları ibadet etmiştir.”

Buna göre aradan asırlar geçtikten sonra yine Allah’ın emriyle Hz. İbrahim ve oğlu İsmail Kâbe’yi asıl temelleri üzerine yeniden nasıl inşa ettilerse, Beytu’l-Makdis’i de eski yerine Hz. Davud ile oğlu Süleyman yeniden inşa etmişlerdir.

Şu halde Hz. Âdem’e kadar geriye gitmesinden dolayı Beytu’l- Makdis, insanlık tarihi kadar kadimdir. O, tüm beşeriyetin babası olan Hz. Âdem’in, bütün inananlara bıraktığı en kutsal miraslardandır. Dolayısıyla her iki mabedin de biz Müslümanlar açısından kutsal ve mübarek olduğunda hiçbir şüphe yoktur.

Üçüncü Mescidimiz

Camiler ve mescitler, içerisinde yalnızca Allah’a kulluk edilen mabetlerdir. Bu mabetlerde asıl olan cemaattir ve sevap bakımından camiler arasında herhangi bir fark gözetilmemektedir. Fakat Allah Resulü sırf daha fazla sevap almak maksadıyla ancak kendi mescidi, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksâ olmak üzere üç mescide gidilebileceğini ifade etmiştir. Yine hadislere göre evde kılınan bir namaza yirmi beş derece sevap verilirken, bu üç mescitte kılınan namazlara binlerce fazla sevap verilecektir.

Hz. Peygamber, Beytu’l-Makdis’te namaz kılmayı, ayrıca oradan umre yapmayı tavsiye buyurmuştur. Şüphesiz Mescid-i Aksâ’yı, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksâ’dan sonra üçüncü mescit yapan bir başka önemli sebep, Peygamberimizin İsrâ denilen mucizevî gece yolculuğunu oraya yapmış olmasıdır. “Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid- i Aksâ’ya götüren Allah’ın şânı yücedir. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”

Kıble mescidi içi

Rivayetlere göre Allah Resulü (sas), İsrâ gecesi Beytu’l-Makdis’e girerek peygamberlerin gezmiş olduğu yerlere ayak basmıştı. Cibrîl (as) onu ileri geçirmiş ve Hz. Peygamber orada kendisi için toplanmış olan peygamberlere imamlık yapmış, ardından da dünya semasına yükseltilmişti.

Yukarıdaki âyet ve rivâyetler göstermektedir ki, ilk kıblemiz olan Mescid-i Aksâ, aynı zamanda Kâbe ve Mescid-i Nebevî’den sonra en faziletli üçüncü mübarek mescidimizdir. Bu rivayetlerin verdiği mesaj, Aksâ’da kılınan namazların kat kat fazla sevap olacağıdır. Oraya giden Müslümanlar, hem geçmiş peygamberlerin, hem de Son Elçi’nin izlerini sürerler. Onların bastığı taşlar üzerinde yürürler, onların secde ettiği yerlere secde ederler. Aksâ’nın manevî havasına kaptırırlar kendilerini. O mana atmosferinde peygamberlerden oluşan kutlu cemaate ruhen dâhil olabilme niyet ve arzusuyla dururlar namazlara. Kutlu Elçi’nin bahtiyar bir cemaati olarak, âdeta tüm peygamberlerle birlikte namaz kılarak…

Kaynak: Kudüs ve Aksa - Bünyamin Erul