HZ. İBRAHİM (as)

Kitâb-ı Mukaddes’te olduğu gibi İslamî kaynaklara göre de Hz. İbrahim (as) eşi Sâre, yeğeni Lût ve diğer adamlarıyla birlikte Nemrûd’un ülkesini terk etmiştir. Önce Harran’da, ardından Ürdün’de bir süre kalmış, oradan Mısır’a gitmiş, daha sonra Kenan iline dönmüştür.

Hz. İbrahim’e (as), Allah’ın (cc) elçileri misafir olarak gelirler. İbrahim (as) onlara kızartılmış buzağı ikram eder; fakat misafirler yemezler; durumdan kaygılanan İbrahim’e endişe etmemesini, Lût kavmi için geldiklerini söylerler, ayrıca ona bir oğlu olacağı müjdesini verirler. O esnada bu müjdeyi duyan hanımı gülerek bu iki yaşlı insandan çocuk doğmasının şaşılacak bir şey olduğunu söyler. Bunun üzerine melekler Allah’ın (cc) emrine şaşmamaları gerektiğini hatırlatırlar. Tevrat’a göre bu hadise İbrahim’in Hevron’da (Halîl) Halhûl ile Halîl arasındaki Mamre meşeliğinde ikamet ederken yaşanmıştır.

Bu bilgilerden anlaşılmaktadır ki yıllarca Filistin’de yaşayan Hz. İbrahim’in (as) hayatının son yılları Halîl’de geçmiş ve orada vefat etmiştir. Nitekim kabri, eşi Sâre’nin kabri ile yan yana Halîl Camii’nin tam ortasında bulunmakta ve hem Müslümanlar, hem de Yahudiler tarafından ziyaret edilmektedir.

HZ. İSMAİL (as)

Tevrat’a göre İsmail (as), Hz. İbrahim’in (as) Hacer’den ilk ve tek çocuğudur. Çocuğu olmayan Sâre, câriyesi Hacer’i kocasına eş olarak vermiş ve İbrahim seksen altı yaşında iken ilk çocuğu İsmail doğmuştur. Kur’an-ı Kerim’de İsmail (as), babası İbrahim’in (as) yaşlılık döneminde ve bir duası neticesinde dünyaya gelmiş, çok küçükken babası tarafından Beyt’in (Kâbe) bulunduğu yere bırakılmıştır. Adı açıkça zikredilmemekle birlikte belli bir yaşa gelince kurban edilmek istenenin İsmail olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonra babası ile beraber hem Beyt’in temellerini yükseltmiş, hem de bu kutsal mekânı temiz tutmakla görevlendirilmiş, peygamber olarak seçilmiştir.

Öyle anlaşılmaktadır ki Hz. İsmail (as) Filistin’de dünyaya gelmiş ve ilk bebeklik dönemini burada geçirmiştir. Bir süre sonra annesi Hacer ile birlikte Mekke’ye götürülmüştür. İslamî kaynaklardaki bilgilere göre Kâbe’nin hizmet ve nezareti ömrünün sonuna kadar onun sorumluluğunda kalmış ve 137 yaşında vefat etmiş, Hıcr’e annesi Hacer’in yanına defnedilmiştir.

HZ. İSHAK (as)

Hz. İbrahim’in (as) Sâre adlı eşinden oğlu olan İshak (as), Yahudilerin İbrahim’den (as) sonra ikinci atasıdır ve yaklaşık olarak milattan önce XIX-XVIII. yüzyıllarda yaşamıştır.

Tevrat’ta nakledildiğine göre Hz. İbrahim (as) ve eşi Sâre’nin çocukları olmaz. İbrahim’in (as) bu duruma üzülmesi ve çocuk istemesi üzerine Rab ona çocuğunun olacağını ve zürriyetinin semanın yıldızları gibi çoğalacağını müjdeler. Hz. İbrahim (as) doksan dokuz, Sâre seksen dokuz yaşında iken Allah (cc), Sâre’nin de bir çocuk doğuracağı müjdesini verir.

Allah (cc), İbrahim’i (as) denemek için sevdiği biricik oğlu İshak’ı (as) Moriya diyarına götürüp bir dağ üzerinde yakılan kurban olarak takdim etmesini emreder. İbrahim (as), bu emir üzerine İshak’la beraber iki uşağını da yanına alarak Moriya diyarına gider. Belirtilen yere vardıklarında ve İbrahim (as) İshak’ı (as) kurban etmeye giriştiğinde Rabb’in meleği müdahale eder, imtihanı başardığını bildirerek İshak’ın (as) yerine kurban edilmek üzere bir koç verir. İbrahim (as) bu imtihanda başarılı olduğu için mübarek kılınır, zürriyetinin çoğaltılacağı müjdelenir. Sâre’nin ölümünden sonra yaşı bir hayli ilerlemiş olan Hz. İbrahim (as), İshak’ı (as) Rebeka ile evlendirir. Bu sırada İshak (as) kırk yaşındadır. Hz. İbrâhim (as) 175 yaşında vefat eder, oğulları İsmail (as) ve İshak (as) tarafından defnedilir. Allah (cc), İbrahim’in (as) ölümünden sonra oğlu İshak’ı (as) mübarek kılar. Evlenmelerinin üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra İshak’ın (as) duası üzerine Rebeka hamile kalıp ikiz doğurur. Çocuklardan ilk doğana Esav, diğerine Yakub adı verilir.

Kur’an’a göre de Hz. İbrâhim (as) çocuğu olmadığı için Allah’a (cc) yalvarıp çocuk istemiş, ilerlemiş yaşında çocuk sahibi olmuştur. Kur’an’da Hz. İbrâhim (as) bu durumu ifade ederken, “İhtiyar hâlimde bana İsmâil’i (as) ve İshak’ı (as) lütfeden Allah’a (cc) hamdolsun” (İbrahim, 14/39) demesinden, ikinci çocuğun İshak olduğu anlaşılmaktadır. Tevrat’ta Hz. İbrâhim’in (as) İshak’ı (as) kurban etmek istediği ismen açık olarak ifade edilirken Kur’an’da isim belirtilmemiş, bu sebeple İbrâhim’in (as) hangi oğlunu kurban etmek istediği hususunda görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır. Müslümanların çoğunluğu kurban edilmek istenenin İsmâil (as) olduğunu kabul ederken, bazı âlimler ise İshak’ın (as) kurban edilmek istendiğine kanidirler. İshak (as), Hevron’da 180 yaşında vefat eder, Esav ve Yakub tarafından İbrahim (as), Sâre ve Rebeka’nın kabirlerinin bulunduğu (el-Halîl’deki) Mahpela mağarasına defnedilir. Hz. İshak’ın (as) da hayatını büyük oranda Filistin bölgesinde geçirdiği anlaşılmaktadır. Eşi Rebeka ile Hz. İshak’ın (as) kabirleri Halîl Camii içerisinde bulunmaktadır.

HZ. LÛT (as)

Tevrat’ta İbrahim’in (as) yeğeni olarak gösterilir. Hz. İbrahim (as) ile birlikte Ken‘ân diyarına gitmiş, İbrahim’in (as) Mısır yolculuğuna da katılmıştır. Mısır’dan tekrar Ken‘ân diyarına dönen Hz. Lût (as), onlardan ayrılarak Erden havzasına yönelmiş ve Sodom çevresinde (günümüzde Ölü Deniz’in güneyindeki Usdum tepesi civarında) çadırlarını kurmuştur.

Kur’an’ın anlattığına göre Hz. Lût (as), kavmine Allah’a (cc) karşı gelmekten sakınmalarını, kendisine itaat etmelerini, kadınlar yerine erkeklerle beraber olmalarının büyük ahlâksızlık ve günah olduğunu bildirmiş, bundan vazgeçmelerini istemiştir. Kavmi ise işlerine karışmaya devam ettiği takdirde sürgün edileceğini söylediği gibi, “Eğer doğru söylüyorsan bizi tehdit ettiğin azabı getir” (Hud, 11/32) diye kendisine meydan okumuştur. Bunun üzerine Lût (as) onların yaptıklarının vebalinden kendini kurtarması için Allah’a (cc) dua etmiştir. Lût’un (as) duasını kabul eden Allah (cc) ahlâksız kavmi helâk etmek üzere üç meleği görevlendirir. Melekler genç ve yakışıklı birer erkek sûretinde önce Hz. İbrahim’e (as) gelip İshak’ın doğumunu müjdelerler, ayrıca Lût kavmini helâk etmek üzere geldiklerini haber verirler. İbrahim (as), Lût’un (as) onlarla beraber yaşadığını hatırlatarak helâkin biraz tehiri ve inananların kurtulması konusundaki temennilerini Allah’ın (cc) elçilerine tekrarlar. Bunun üzerine melekler azap emrinin geldiğini, fakat Lût’un (as) ve ailesinin kurtulacağını bildirirler. Melekler Lût’un (as) yaşadığı yere gelince Lût (as) daha önce hiç görmediği bu yabancıları evinde misafir eder. Bir taraftan da kavminin yapacağı kötülüğü düşünerek içi daralır. Misafirlerden haberdar olan halk toplanıp evi kuşatır ve misafirlerin kendilerine teslim edilmesini ister. Lût (as), kendisini misafirlerin yanında rezil etmemelerini, isterlerse kızlarıyla evlenebileceklerini, ancak misafirlerden vazgeçmelerini söyler. Fakat onlar Lût’a (as), başkalarının işine karışmaktan ve yabancıları evine almaktan kendisini menettiklerini hatırlatarak isteklerinde ısrar ederler. Lût (as), “Keşke size karşı koyacak gücüm olsaydı” (Hud, 11/80.) diyerek sıkıntısını dile getirir. Bunun üzerine melekler Allah’ın (cc) elçileri olduklarını, kavminin kendisine ve ailesine zarar veremeyeceğini, geceleyin şehri terk etmesini, sabaha yakın azabın geleceğini, karısı dâhil kavminin helâk edileceğini bildirirler. Öte yandan dışarıda evi kuşatan ve içeri girmeye uğraşan halkın gözlerini kör ederek onları evin çevresinden uzaklaştırırlar. Lût (as) ve ailesi şehirden çıkar, sabaha karşı da şehrin altı üstüne getirilir, üzerlerine balçıktan pişirilmiş, kat kat taşlar yağdırılır ve Lût’un (as) kavmi karısıyla birlikte helâk edilir.

Tevrat, söz konusu bölgenin Sodom ve Gomore (Amore) olduğunu belirtir. Hz. İbrahim (as) oradaki iyi insanların hatırına helak kararın gerçekleşmemesi için yalvarır. Kendisine eğer on iyi kişi varsa oranın helâk edilmeyeceği vaad edilir, ancak on kişi bile bulunamaz. Melekler Lût’a (as) şehri harap edeceklerini, aile fertlerini alıp burayı terk etmesini bildirirler. Lût (as) ağır davranınca melekler karısını ve iki kızını şehrin dışına bırakırlar; onlara arkalarına bakmadan dağa kaçmalarını tembih ederler. Arkalarından Sodom ve Gomore’ye göklerden kükürt ve ateş yağdırılır. Şehirler, bütün havza ve oralarda yaşayanların hepsi bitkilere varıncaya kadar helâk edilir. Lût’un (as) karısı da meleklerin uyarısına rağmen kaçarken geriye baktığından bir tuz direği oluverir. Lût (as)i iki kızıyla birlikte Ölü Deniz’in doğusundaki dağlara çekilir ve bir mağaraya sığınır.

Hz. İbrahim’den (as) ayrıldıktan sonra Lût’un ne kadar yaşadığı, nerede vefat ettiği bilinmemektedir. Bir rivayete göre Lût’un kabri Halîl’in (Hevron) doğusunda Benî Naîm köyü yakınındadır.

HZ. YAKUB (as)

Hz. İbrâhim’in (as) torunu ve İsrâiloğulları’nın atası olan İshak’ın (as) oğlu Yakub (as), Yahudi inancına göre İbrâhim (as) ve İshak’tan (as) sonra İsrail’in ataları Avot diye adlandırılan üç kişiden biridir ve İsrailoğulları’nın isim babasıdır. Tanrı, Yakub’a (as) görünerek, “Senin adın Yakub’dur, ancak sen artık Yakub diye çağrılmayacaksın, adın İsrâil olacaktır” der ve çoğalmasını dileyerek kendisinden milletlerin ve kralların çıkacağını, İbrâhim’e ve İshak’a vaad edilen diyarı kendisine ve zürriyetine vereceğini bildirir. Yakub (as), babasının talimatı üzerine Harran’daki dayısının kızlarıyla evlenir ve orada on dört yıl kalır. On iki oğlu dünyaya gelen Yakub (as) çok zenginleşir sonra Ken‘an diyarına döner. Kur’an-ı Kerim’de ondan hem Yakub (as), hem de İsrail diye bahsedilmektedir. Kur’an’da diğer peygamberler gibi Yakub’a (as) da vahiy geldiği ve onun nebî olduğu bildirilmektedir. Dedesi İbrâhim (as) ve babası İshak (as) gibi Yakub (as) da güçlü bir iradeye, keskin bir zekâya sahiptir; kendisi ve zürriyeti seçkin ve hayırlı insanlardır. Kur’an’da Yakub’la (as) ilgili birçok bilgi Yûsuf Sûresi’nde anlatılan Hz. Yusuf (as) kıssasında yer almıştır. 147 yaşında Mısır’da ölen Yakub vasiyeti gereği (el-Halîl’deki) Mahpela mağarasına, İbrahim (as) ve karısı Sâre, İshak ve karısı Rebeka ile kendi karısı Lea’nın defnedildiği yere gömülür. Bugün de kabirleri el-Halîl Camii’nin Yahudiler kısmında bulunmaktadır.

HZ. YUSUF (as)

Yusuf (as), İbrahim’in (as) oğlu İshak’ın (as) oğlu Yakub’un (as) dayısının kızı Rahel’den doğan ilk çocuğudur. Yakub’un (as) on iki oğlu vardır ve Yusuf (as) ile Bünyamin ana-baba bir kardeştir. Yusuf kıssası Tevrat’ta ve Kur’an’da ayrıntılı biçimde anlatılmakta, bu iki anlatım arasında büyük ölçüde benzerlik bulunmaktadır. Hadislerde Hz. Yusuf (as) “Kerîm oğlu kerîm oğlu kerîm oğlu kerîm, İbrahim oğlu İshak oğlu Yakub oğlu Yusuf” şeklinde nitelenir. Yahudi rivayetlerine göre Yusuf (as), ölümü sırasında kardeşlerine Mısır’dan ayrılırken naaşını da birlikte vaad edilmiş topraklara götürmelerini vasiyet eder. 110 yaşında vefat edince naaşı mumyalanıp bir tabuta konulur. İsrailoğulları kutsal topraklara varınca Yusuf’un (as) kemikleri Şekem’e (Nablus), İslamî kaynaklara göre ise mermer bir sandukaya yerleştirilip Nil kıyısına defnedilmiştir. Bugün Hz. Yusuf’un (as) kabri, el-Halîl Camii’nin Yahudiler kısmında bulunmaktadır.

HZ. MUSA (as)

Hem Yahudilik ve Hristiyanlığa hem de İslam’a göre büyük bir peygamberdir. İsrailoğulları’nı Firavun’un zulmünden kurtarıp hürriyete kavuşturan bir liderdir. Tevrat, Musa’yı (as) peygamberlerin en büyüğü olarak takdim eder. Tevrat’a göre Musa (as), Levi kabilesinden Amram ve Yohaved’in oğludur, Mısır’da doğmuştur. Ablası Miryam, kardeşi de Harun’dur.

Musa (as), Kur’an-ı Kerim’de de adı en çok geçen peygamberdir. Kur’an’da onun dünyaya gelişi, saraya intikali, Medyen’e gidişi, peygamber olarak seçilişi, İsrailoğulları’nı kurtarmak için Firavun’a gönderilişi, Firavun’la mücadelesi ve İsrailoğulları’nı Mısır’dan çıkarışı, Sînâ’da ilâhî emirleri alışı, çöldeki olaylar ve İsrailoğulları’na rehberlik edişi anlatılmaktadır.

Hz. Musa (as), kaza ile bir Mısırlı’yı öldürmesinin ardından Mısır’dan kaçar ve Medyen’e gider. Mısır’dan sekiz günlük mesafedeki Medyen’e varan Musa (as) peygamber Şuayb’ın (as) kızlarından Safura ile evlenir ve Medyen’de on yıl kalır. İslamî kaynaklara göre Musa (as), Medyen’deki süresini tamamlayınca hanımını ve sürüsünü alarak yola koyulur. Soğuk bir kış akşamında Tûr’a varır. Orada bir ateş görür, yaklaştığında kendisine seslenilir ve Firavun’a gitmesi istenir. Musa’nın (as) burada bir oğlu olur. Hanımı, oğluyla birlikte Şuayb’ın (as) yanına döner. Musa (as) da Harun (as) ile beraber İsrailoğulları’nı kurtarmak üzere Firavun’a gitmekle görevlendirilir.

Öte yandan Hz. Peygamber’e (as) nispet edilen bir rivayete göre ölüm meleği Musa’ya (as) gelerek ruhunu teslim etmesini istemiş, Hz. Musa (as) mukaddes diyara bir taş atımı mesafede ruhunun alınmasını istemiştir. Aynı rivayete göre, bu anlatımın sonunda Resulullah’ın (sas), “Vallahi ben orada olsam onun yol kenarındaki kırmızı kum tepesinin yanında bulunan kabrini size gösterirdim” dediği nakledilir.

Nebi Musa Türbesi

Kudüs-Eriha yolu üzerinde Lut Gölü’ne inerken, deniz seviyesinden 300 m. kadar aşağıda çıplak boz tepelerin ortasında bulunur. Kudüs’e 28 km, Eriha’ya 7-8 km uzaklıktadır. Hz. Musa (as) adına bir mescid ve bir odasında da türbesi vardır. İlk defa Selâhaddîn- i Eyyûbî döneminde Hz. Musa (as) ile ilişkilendirilen bu cami, Memlûk Sultanı Baybars tarafından yaptırılmış, zamanla buraya han ve medrese eklenmiş, Osmanlı döneminde ise mevcut külliye oluşturulmuştur. 1820’deki restorasyondan sonra yıpranan külliyede en son çalışma TİKA tarafından 2013’te gerçekleştirilmiştir.

Nebi Musa Şenlikleri

Selâhaddîn-i Eyyûbî Kudüs’ü fethettiğinde, Hristiyanların Nisan’da yaptıkları bayram kutlamalarına alternatif olarak “el-Beyârık” (Bayraklar) diye de anılan bu şenlikleri ihdas etti. Kubbetu’s-Sahra’dan başlayarak Nebi Musa’ya kadar ellerinde onlarca bayrakla yürünmekteydi. Şenliklerde, güreş, deve güreşi, şairler arası atışma, sufi zikirler, âlimler arası buluşma ve İslam âleminin durumunu gözden geçirme vb. birçok etkinlik düzenlenirdi. Osmanlı döneminde şenliklere halk ile birlikte asker de eşlik eder, Hz. Peygamber’in (sas) sancağıyla yürünürdü. 1929 yılına kadar devam eden şenlikler, Yahudi militanların 1929’daki saldırıları sebebiyle birkaç sene sonra İngiliz Manda Yönetimi tarafından yasaklandı. 1995 yılından beri Filistin Özerk Yönetimi kontrolünde olan şenlikler, son yıllarda tekrar ihya edilmeye ve yeniden yaşatılmaya çalışılmaktadır.

HZ. SAMUEL (as)

Kur’an’da ismi zikredilmeyen ve Ahd-i Atîk’te Şmuel (Semuel) olarak geçen peygamberdir. Semuel, Tâlût’un (Yahudi kaynaklarında ilk İsrail kralı Şaul) doğumundan önce İsrailoğulları’nın peygamberidir. O, hem peygamberlik, hem de yöneticilik yapmıştır. İsrailoğulları’nı tevhide davet etmiş, şirkten sakındırmıştır. Ancak İsrailoğulları onun yönetiminden hoşlanmamış ve başka bir kral istemişlerdir. Hz. Davud (as) ve Hz. Süleyman (as) dönemlerinde yaşamış, her iki kral peygambere de taç giydirmiş bir peygamberdir. Bazı tefsirlere göre Bakara Sûresi’nde Tâlût’u halkına takdim eden ve “Peygamberleri dedi ki” diye bahsedilen kişi Semuel’dir.

Kur’an bu safhayı şöyle anlatmaktadır: “Musa’dan (as) sonra İsrailoğulları’nın ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, ‘Bize bir hükümdar gönder de Allah (cc) yolunda savaşalım’ demişlerdi. O, ‘Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?’ demişti. Onlar, ‘Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım’ diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir. Peygamberleri onlara, ‘Allah, size Tâlût’u hükümdar olarak gönderdi’ dedi. Onlar, ‘O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha layığız. Ona zenginlik de verilmemiştir’ dediler. Peygamberleri şöyle dedi: ‘Şüphesiz Allah, onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı.’ Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir. Peygamberleri onlara şöyle dedi: ‘Onun hükümdarlığının alameti, size o sandığın gelmesidir. Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Musa ailesinin, Harun ailesinin geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanmış kimselerseniz, bunda şüphesiz sizin için kesin bir delil vardır.’” (Bakara, 2/246-248)

Nebi Semuel Mescidi ve Kabri

Kudüs’ün kuzeybatısında uzakça bir tepede yer alan binanın altında Nebi Semuel’in kabri ve sinagog, üstünde ise mescit bulunmaktadır. Burası aynı zamanda Aralık 1917’de Osmanlıların İngilizlere karşı verdiği en güçlü direnişin yaşandığı yerdir. İngilizlerin bu saldırısında cami tamamen harap olmuştur. Bugün o savaştan kalma iki tarafın açtığı bazı siperler görülebilmektedir.

HZ. DAVUD (as)

Ahd-i Atîk’e göre Davud (as), Yahuda sıbtının ileri gelenlerinden ve Beytülahm’de (Beytlehem) ikamet eden Yesse’nin oğlu olup nesebi Hz. İbrahim’e (as) kadar varmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Davud’dan (as) ilk defa, Câlût’u (Golyat) öldürmesi münasebetiyle şu şekilde bahsedilir: “Tâlût’un askerleri Câlût ve askerlerine karşı çıktıklarında şöyle dediler: ‘Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam tut ve o kâfir millete karşı bize yardım et’. Derken Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar, Davud Câlût’u öldürdü.” (Bakara, 2/250-251)

Kur’an-ı Kerim’de, Câlût’u öldürmesinden sonra Davud’a (as) hem hükümdarlık hem de hikmet (nübüvvet) verildiği bildirilir. İsrailoğulları’nın tarihinde peygamberlikle hükümdarlık ilk defa Hz. Davud’un (as) şahsında bir araya gelmiştir. Hz. Davud (as) yeryüzünde halife kılınmış, onun saltanatı güçlendirilmiş, adaletle hükmetmesi emredilmiştir.

Hz. Davud (as) gerçek bir devlet başkanı ve ehliyetli bir yöneticiydi. Kudüs’ü başkent yapmak suretiyle iktidarı merkezîleştirmiş, askerî teşkilatını geliştirmiştir. Devleti yönetirken adaleti öncelikle kendisi icra ediyor, davalara bizzat bakıyordu. Ahd-i Atîk’e göre Hz. Davud (as), otuz yaşında kral olmuş ve yedi buçuk yıl Halîl’de, otuz üç yıl Kudüs’te olmak üzere toplam kırk yıl altı ay saltanat sürdükten sonra yetmiş bir yaşında vefat etmiş, Davud Şehri’ne (Kudüs’e) defnedilmiştir.

Kur’an’da Hz. Davud’a (as) Zebur’un verildiği, demiri işleyip zırh yaptığı, dağlar ve kuşların onunla beraber Allah’ı (cc) tesbih ettiği, ibadete çok düşkün olduğu anlatılmaktadır. İslamî kaynaklarda nakledildiğine göre Hz. Davud’un (as) sesi hem çok gür hem de çok güzeldi. Davud o gür ve güzel sesiyle Zebur’u okumaya başladığında kurt kuş durup onu dinler, sesinden dağlar yankılanırdı. Hz. Peygamber (sas) hadislerinde ondan sitayişle bahsetmiştir: “İnsanın yediğinin en güzeli kendi kazandığıdır. Allah’ın (cc) nebîsi Davud (as) kendi elinin emeğinden başkasını yemezdi.” “Allah’ın (cc) en sevdiği namaz Davud’un (as) namazı, en sevdiği oruç yine Dâvûd’un (as) orucudur.”

Günümüzde Hz. Davud’un (as) kabri kabul edilen yer, Kudüs’te Nebi Davud (Siyon) Tepesi’nde üç dinin mensuplarının ziyaretine açıktır.

HZ. SÜLEYMAN (as)

Yahudilik’te ve Hristiyanlık’ta sadece kral, İslam’da ise kral-peygamber kabul edilir. İsrailoğulları’nın üçüncü kralı olan Süleyman Kudüs’te dünyaya geldi. Hz. Davud’un Bat-şeba’dan doğma ikinci veya dördüncü çocuğudur.

Süleyman, babasından sınırları Fırat nehrinden Mısır’a kadar uzanan bir krallık miras aldı. Tahta oturunca öncelikle düşmanlarını ortadan kaldırıp krallığını kuvvetlendirdi. Onun saltanatında barış, bolluk ve refah hâkim oldu. Merkezde mabet ve sarayın inşası ile Kudüs’ün tahkimi gibi önemli işler, Kudüs dışında ise çeşitli ambar şehirlerinin ve tesislerin inşası gerçekleştirildi. O dönemde toplanma çadırı Gibeon’da, ahid sandığı Kudüs’teydi ve halk yüksek mekânlarda sunak yerleri oluşturmuştu. Süleyman, mabet inşa edilinceye kadar bu yerlerde kurban kesme uygulamasını sürdürdü.

Süleyman’ın gerçekleştirdiği büyük işlerin başında bugünkü Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu yerde mabedin (Bet ha-Mikdaş) inşa edilmesi gelmektedir. Davud, mabet yapma işinin Yahova’nın emriyle oğlu Süleyman’a verildiğini belirterek Rab tarafından kendisine bildirilen inşaat planı ve malzemeleriyle ibadet araçlarını oğlu Süleyman’a vermişti. Süleyman, mabedin yapımına çok emek verdi. Rivayete göre Fenikeli usta ve işçilerin, İsrail’deki kölelerin yanı sıra melekler ve cinler de inşaatta çalıştı. Mabedin inşasına Süleyman’ın krallığının dördüncü yılında başlandı; yedi yıl altı ayda tamamlandı. Mabedin uzunluğu 27 m., genişliği 9 m., yüksekliği 13,5 m. olup üç kısımdan meydana geliyordu.

Kur’an’da Hz. Süleyman’ın (as) Hz. Davud’un (as) oğlu ve vârisi olduğu, üstün kılındığı, şükreden, sâlih, hakîm, anlayışlı bir kul olduğu bildirilmekte; keskin zekâsı, engin bilgisi ve hikmetiyle karmaşık meseleleri kolayca çözüme kavuşturma yeteneğinden söz edilmektedir. Allah (cc), Hz. Davud (as) gibi Süleyman’ı (as) da peygamberlik, hükümdarlık, hikmet ve ilimle donatmış, saltanatı ve nübüvveti onların şahsında toplamıştır. Kur’an’da erimiş bakır madeninin onun için sel gibi akıtıldığından, ayrıca Hz. Süleyman’ın (as) atlara, özellikle yarış atlarına olan sevgisinden bahsedilmektedir.

Hz. Süleyman’ın (as) emrine kasırga gibi esen rüzgâr verilmiştir. Hz. Süleyman’a (as) kuş dili ve başka hayvanların dili de öğretilmiştir. Kur’an, Süleyman’ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordulara sahip bulunduğunu, bu orduların hep birlikte sefere çıktığını, emrinde çalışan cinlerin Süleyman’a (as) yüksek ve görkemli binalardan, heykellerden, havuzlar kadar geniş lengerlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaptıklarını, yine şeytanlar arasında onun için bina kuran, dalgıçlık eden ve başka işler görenlerin olduğunu da bildirmektedir.

Hz. Süleyman’ın (as) inşası on üç yıl süren muhteşem sarayı, dönemin en ileri tekniği kullanılarak üstün bir estetik anlayışıyla inşa edilmişti. Sarayda göz alıcı sanat eserleri ve görenleri hayran bırakan değerli eşyalar mevcuttu. Asasına dayalı vaziyette iken vefat etmiş ve emrinde çalışan cinler, ancak ağaç kurdu asayı yiyip de Süleyman (as) yere düşünce onun öldüğünü anlamışlardır. Hz. Süleyman’ın (as) kırk yıl krallık yaptığı ve elli üç yaşında vefat ettiği ve babası Davud’un (as) şehrine (Kudüs) gömüldüğü nakledilmektedir.

HZ. YUNUS (as)

Ahd-i Atîk’in anlatımına göre Yunus, Filistin’in İsrail Krallığı’na ait Celîle (Galile) bölgesindeki Gatheferli Amittay’ın oğlu olup Zevulun kabilesine mensuptur. Yunus (as), Tanrı tarafından peygamber olarak (Musul yakınlarındaki) Ninova halkına, kötü yoldan dönmedikleri takdirde kırk gün sonra helâk edileceklerini bildirmek üzere gönderilmişti. Fakat Yunus, İsraillilerin düşmanı olan Ninova halkını uyarmak istememiş, böylece ilahî emre uymayıp Tarşiş’e gitmek amacıyla Yafa’dan bir gemiye binmiştir. Denizde büyük bir fırtına çıkınca gemideki ağırlıklar denize atılmış, bu felaketin kimin yüzünden başlarına geldiğini anlamak için gemi yolcuları arasında kura çekilmiş ve kura Yunus’a (as) isabet etmiştir. Yunus (as), İbrânî olduğunu bildirerek gerçeği anlatmış ve denize atılmasını istemiştir. Yunus denize atılınca fırtına dinmiş, Rabb’in (cc) emriyle onu büyük bir balık yutmuş, Yunus üç gün üç gece balığın karnında kalmıştır. Balığın karnında iken Allah’a (cc) niyazda bulunmuş, Allah (cc) duasını kabul etmiş ve balık onu karaya kusmuştur. Tekrar Ninova’ya gönderilen Yunus (as) halka yakında kendilerine ilahî azabın geleceğini bildirmiş, azap günü gelince olacakları görmek için şehrin dışına çıkmış ve bir çardak yaparak orada oturmuştur. Fakat bu sırada Ninova halkı Tanrı’ya iman etmiş, kötülüklerden vazgeçmiş, oruç tutup affedilmeleri için dua etmiş, Tanrı da onları affetmiştir.

Kur’an’daki Yunus sûresinde, kendilerine azap geleceği bildirilince iman etmeleri sayesinde azaptan kurtulan yegâne kavmin Yunus kavmi olduğu beyan edilir. Kur’an-ı Kerim’e göre Allah’ın (cc) elçilerinden biri olan Yunus (as) —kavmi kendisine inanmayınca— öfkeyle onlardan uzaklaşmış, yüklü bir gemiye binmiş, çekilen kura neticesinde kaybedenlerden olmuş ve kendisini bir balık yutmuştur. Eğer Yunus (as), Allah’ı (cc) tesbih edenlerden olmasaydı insanların tekrar dirileceği güne kadar o balığın karnında kalabilirdi; fakat o, “Senden başka ilâh yoktur, şüphesiz ben zalimlerden oldum” demiş, ardından duası kabul edilerek, Allah’ın (cc) rahmetiyle güçsüz bir halde balığın karnından çıkarılmış, kendisine gölge yapması için yanında kabak cinsinden geniş yapraklı yaktîn bitkisi yaratılmış, daha sonra 100.000 veya daha fazla insana peygamber olarak gönderilmiştir. Yunus’un (as) kavmi iman etmiş, başlarına geleceği bildirilen azaptan kurtulmuş, bir süre daha nimetlerden faydalanarak yaşatılmıştır. Hz. Yunus’un kabri muhtemelen doğduğu yer olan Celîle bölgesindeki Gathefer (Gath-hepher)’de bulunmaktadır. 28 Ancak günümüzde hem Halîl yakınlarındaki Halhûl şehrinde, hem de Musul’da ona nispet edilen kabir yahut makamlar bulunmaktadır.

HZ. ZEKERİYYA (as)

Meryem sûresinde Zekeriyya’nın (as), Allah’a ihtiyarlık çağına geldiğini söyleyip ileride kavminin haktan sapmasından korktuğu için kendisine, hem kavmini sapmaktan koruyacak hem de Hz. Yakub’un (as) mirasına sahip çıkacak bir yardımcı bahşetmesini niyaz ettiği belirtilir. Ardından bir melek ona hitap ederek adı Yahya olan bir erkek çocuğu doğacağını müjdeler. Buna şaşıran Zekeriyya (as), “Ey Rabbim, karım kısır, ben de çok yaşlıyım; benim nasıl çocuğum olabilir?” diye tereddüdünü ifade edince melek de Allah’ın (cc), “Bu benim için çok kolay bir iştir. Daha önce seni yoktan var eden ben değil miyim?” buyurur.

Zekeriyya’nın (as) Kur’an’da anılan bir başka özelliği de annesi tarafından mabede adanan Meryem’in himayesini üzerine almış olmasıdır. Meryem’in mabette kimin himayesinde kalacağı hususunda İmrân ailesi arasında kura çekilince kura Zekeriyya’ya (as) çıkar. Rivayete göre Meryem’in korunmasını üstlendikten sonra Zekeriyya (as) mabette Meryem’e tahsis ettiği dua odasına (mihrab) her çıkışında onun yanında taze meyveler bulur.

Kaynaklarda Zekeriyya’nın Davud (as) ve Süleyman (as) soyundan geldiği, tıpkı oğlu Yahya (as) gibi şehit edildiği belirtilmektedir. Buna göre Yahya’nın (as) Büyük Herod tarafından idam edilmesinden sonra yaşadığı bölgeden kaçan Zekeriyya (as) yarılmış bir ağacın kovuğunda saklanmış, ancak şeytan bunu düşmanlarına haber vermiş, onlar da ağacı keserek ikiye bölmüş, böylece Zekeriyya şehit edilmiştir. Türbesi, Halep Ulu Camii’ndedir.

HZ. YAHYA (as)

Hristiyanlık’ta Vaftizci Yahya (John the Buptist) ismiyle bilinir. İsa’nın (as) teyzesinin oğlu ve vaftizcisi olan, onun geleceğini müjdeleyendir. MS 27 yılında tebliğe başlayan Yahya’nın öğretisi insanların günahlarından tövbe ederek kıyamet gününe, Tanrı’nın krallığına hazır hâle gelmeye ve Ürdün nehrinde vaftiz olmaya çağırılması şeklinde özetlenebilir.

Babasının adı Zekeriyya (as), annesinin adı Elizabet’tir. Annesi Hz. Meryem’in teyzesidir. Ürdün’ün kırsal kesiminde ve güneyde Ölü Deniz sınırındaki bölgede kendisine Allah (cc) tarafından peygamberlik verilmiştir. Din adamı sınıfına (kohen/kâhin) mensup bir ailede dünyaya gelen Yahya (as), zühd hayatı sürmek için Ürdün nehrinin çevrelediği çöle çekilmiştir.

İbrahim (as) peygamberin soyundan gelmenin, kişiyi kurtuluşa ulaştırdığı şeklindeki Yahudi iddiasını şiddetle reddetmiş, her Yahudi bireyin tövbe edip Ürdün nehrinde vaftiz olması gerektiğini vurgulamıştır. Böylece Yahudilik’teki “seçilmişlik/seçkin millet” anlayışına karşı çıkmış, Tanrı katında hiçbir kişinin veya milletin doğrudan kurtuluşu hak etmediğini, kurtuluşun ancak Tanrı’nın iradesine uygun bir yaşam sürmekle elde edilebileceğini söylemiştir.

Vaaz ve tebliği neticesinde etrafında kalabalıklar toplanmaya başlayan Yahya (as), Yahudi hukukuna göre meşrû sayılmadığı için, hanımını boşayarak kardeşinin hanımı ile evlenen Herod’u eleştirmişti. Buna öfkelenen Herod, Yahya’yı (as) tutuklatıp hapse attırmış, daha sonra da başını kestirmek suretiyle idam ettirmiştir.

Âl-i İmrân ve Meryem sûrelerinde anlatıldığına göre Hz. Zekeriyya (as), Allah’tan (cc) kendisinden sonra mabede hizmet edecek bir yardımcı vermesini istemişti. Bunun üzerine kendisinin çok yaşlı, hanımının da kısır olmasına rağmen meleklerin ona adı Yahya olacak bir oğul müjdelediği ve bu ismin daha önce hiç kimseye verilmediği bildirilmişti. Yahya’ya (as) daha küçük bir çocukken hikmet, kalp yumuşaklığı ve safiyet ihsan edildiği, onun Allah’tan (cc) sakınan, annesine ve babasına karşı iyi davranan bir kişi olduğu belirtilmektedir.

Hadislerde ise Resulullah’ın (sas) Mirac esnasında Yahya ile ikinci kat semada karşılaştığı, Allah’ın (cc) Yahya’ya (as) kendisine şirk koşmamak, namaz kılmak, oruç tutmak, sadaka vermek ve Allah’ı (cc) zikretmekten ibaret beş şey emrettiği bildirilmektedir.

Yahya’nın (as) kol ve kafatası kemiklerinin Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler Dairesi’nde bulunduğu ileri sürüldüğü gibi, Şam Ümeyye Camii’nde birçok ince sütun üzerindeki yeşil kubbeli yapının içinde de Hz. Yahya’nın (as) kafatasının bulunduğuna inanılmaktadır. Öte taraftan Kudüs’teki Vaftizci Yahya Kilisesi’nin giriş kapısının hemen sağında bir tabak üzerinde altın ve mücevherlerle süslenmiş olan Yahya’nın (as) kafatası Hristiyan ziyaretçiler tarafından öpülmektedir. Rus Kulesi’nin yanında ise Vaftizci Yahya’nın kafasının gömülü olduğuna inanılan küçük bir mabet daha vardır.

HZ. İSA (as)

Kur’an-ı Kerim’e göre Hz. İsa (as), resullerin en büyükleri olan beş “ülü’l-azm” peygamberden biridir. Ağırlıklı olarak Âl-i İmrân, Mâide ve Meryem sûrelerinde doğumunun müjdelenmesi, dünyaya gelişi, tebliği, mucizeleri, dünyevî hayatının sonu ve Allah (cc) katına yükseltilişiyle ilgili olarak bilgi verilmektedir. Hz. İsa (as), mucizevî bir şekilde babasız olarak doğmuştur. Kavmi, bakire Meryem’i kucağında çocukla görünce çocuğun gayrimeşrû bir ilişkinin ürünü olduğunu sanarak suçlamaya başlar. Bunun üzerine beşikteki İsa (as) şunları söyler: “Ben Allah’ın (cc) kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır.” (Meryem, 19/30-33) İsa’nın (as) doğumundan itibaren tebliğ faaliyetine kadar geçen dönemle ilgili olarak sadece Meryem ve oğlunun iskâna elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirildikleri bildirilmektedir.

Kur’an’da Hz. İsa’nın doğduğundan, öleceğinden ve tekrar hayata döneceğinden söz edilir. Ancak genel İslamî telakkiye göre onun bu dirilişi, Hristiyanlık’taki gibi çarmıha gerildikten sonraki diriliş değil kıyamet sonrası diriliştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’e göre İsa çarmıha gerilmemiştir. Yahudiler, İsa’nın tebliğ ettiği mesajdan hoşlanmamışlar ve onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır: “Allah elçisi Meryem oğlu Îsâ’yı öldürdük demeleri yüzünden onları lanetledik. Hâlbuki onu ne öldürdüler ne de astılar, fakat öldürdükleri onlara Îsâ gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedir; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir sağlam bilgileri yoktur. Kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah onu kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 4/157.)

Buradan ve nüzûl-i İsa ile ilgili hadislerden hareketle genelde İsa Mesîh’in ruhu ve cesediyle Allah (cc) katına ref‘ olunduğu (yükseltildiği), kıyametten önce tekrar geleceği ve o zaman ruhunun kabzedileceği kabul edilmektedir. Bu görüşü benimseyenlere göre İsa Yahudiler tarafından öldürülmemiş, İsa’ya (as) benzer bir kişi çarmıha gerilmiş veya İsa’nın (as) çarmıha gerildiği zannedilmiş, İsa semaya ref‘ edilmiştir; kıyamette tabii olarak ölecek ve genel dirilişle o da dirilecektir. Diğer taraftan İsa’nın öldürülmekten ve çarmıha gerilmekten kurtulduğu, fakat “Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim” (Âl-i İmrân, 3/55) âyeti gereği dünyevî ömrünü tamamlayıp vefat ettiği, ruhunun Allah (cc) katına yükseltildiği görüşü de ileri sürülmektedir.

Kur’an’da, Hz. İsa’nın (as) Allah’tan (cc) bir kelime ve ruh olduğu, Rûhu’l- Kudüs ile teyit edildiği belirtilmekte ve kendisine verilen birçok mucize anlatılmaktadır. O, beşikte iken ve olgun bir insan tavrıyla konuşmuş, çamurdan yaptığı kuş şekline üfleyip onu canlandırmış, anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştirmiş, ölüleri diriltmiş, evlerde yenilen ve biriktirilen şeyleri haber vermiştir. Kendisine semadan sofra (mâide) indirilmiştir.

Kur’an’a göre Hz. İsa (as) bütün üstün özelliklerine rağmen bir insan ve bir kuldur. Hiçbir zaman kendisinin tanrı edinilmesini söylememiş ve yalnız Allah’a (cc) kulluğu öğütlemiştir.

Hristiyanlık’ta ise İsa Mesîh Tanrı’nın oğlu, dolayısıyla tanrı kabul edilmektedir. İncillerde İsa’nın Kral Herod günlerinde Beytlehem’de (Beytüllahm) doğduğu bildirilmekle beraber, annesi Meryem Nâsıra’da (Nazaret) ikamet ettiğinden Nâsıralı diye takdim edilmektedir. İsa’nın hayatının otuz yılı burada geçmiştir. Matta İncili İsa’nın (as) şeceresini Davud (as) ve İbrahim’e (as) kadar çıkarmaktadır.

Çok eski bir rivayete göre İsa Beytlehem’e yakın bir mağarada dünyaya gelmiş, doğumun sekizinci gününde İsa adı verilerek sünnet ettirilmiştir. Kırk gün sonra şeriata uygun olarak Yeruşalim’e (Kudüs) mabede götürülmüş ve gerekli takdimelerde bulunduktan sonra Nâsıra’ya dönmüşlerdir.

Otuz yaşlarındaki İsa, Yahya tarafından vaftiz edilir. Vaftizden sonra Rûhu’l-Kudüs onu çöle götürür ve çölde kırk gün kırk gece oruç tutar. Hz. İsa, Erden civarında ve Galile’de tebliğ faaliyetine başlar. 27 veya 28 yılı Nisan ayında Paskalya’nın yaklaştığı günlerde Kudüs’e gelir. Bu sırada Ferîsîlerle arası iyice açılır. Paskalya’dan sonra Kudüs’ten ayrılıp Yahudiye diyarına gider ve burada Hz. Yahya ile aynı bölgede tebliğ faaliyetinde bulunur, ardından Galile’ye döner. Oralarda İsa mucizeler göstermeye ve tebliğde bulunmaya devam eder, ölümünü ve dirilişini önceden haber verir, kendi sureti değişir. Kudüs’e gider, Yahuda ve Pere’yi dolaşır, öleli dört gün olan Lazar’ı diriltir. Kudüs’e çok yakın bir yerde vuku bulan bu mucizevî olay başkenti sarsar. Kudüs’te başkâhin Kayafa’nın teşebbüsüyle toplanan Sanhedrin’de İsa’nın yaptıklarının kendileri için tehlike oluşturduğu belirtilir, öldürülmesi için planlar yapılır. Durumu sezen İsa oradan ayrılarak Efrayim şehrine, oradan da Pere’ye gider.

Kısa bir süre sonra İsa tutuklanır, havâriler kaçarlar. Yahudiler İsa’nın milleti kandırdığını, Kayser’e vergi verilmesine engel olduğunu ve kendisinin mesîh kral olduğunu iddia ettiğini ileri sürerek Roma Valisi Pilatus’tan öldürülmesi için onay isterler. Gönlü İsa’yı affetmekten yana olan Pilatus, Yahudilerin baskısı karşısında onun çarmıha gerilerek öldürülmesini onaylar. Bunun üzerine Yahudiler İsa’yı Golgota denilen yere götürerek cuma günü sabah saat dokuzda çarmıha gererler ve öğleden sonra saat üçte ruhunu teslim eder. Arimatealı Yusuf, İsa’nın cesedini haça gerildiği yerdeki bahçede bulunan hazır bir kabre veya kendisi için kaya içine oyduğu kabre koyar. Ancak pazar günü kabre ziyarete gelenler mezarın boş olduğunu görürler. Bu arada İsa dirilmiş olarak onlara görünür. İsa dirildikten sonra kırk gün daha yaşamış, havârîlerine telkin ve tavsiyelerde bulunmuş, daha sonra havârilerini Zeytindağı’na götürmüş ve oradan semaya alınmıştır.

Hz. İsa’nın (as) İncillerde de yer alan çok sayıda mucizesi vardır. Dünyaya gelişi, vaftizi esnasındaki olaylar, su üzerinde yürümesi, suları şaraba çevirmesi, rüzgâra emrederek fırtınayı dindirmesi, incir ağacını kurutması, gelecekten haber vermesi, insanların kalplerinden geçeni bilmesi, hastaları iyileştirmesi, ölüleri diriltmesi, öldükten sonra dirilmesi, göğe yükselmesi, az yiyecekle çok kişiyi doyurması, günahları bağışlaması bunlardandır. Hristiyan inancına göre havârîlerin gözleri önünde semaya urûc eden (yükselen) ve babasının sağ tarafına yerleşen İsa dünyanın sonuna doğru ikinci defa gelecektir. İsa gelmeden önce milletler arası çatışmalar, kıtlık ve depremler, büyük sıkıntılar olacak, birçokları Mesîh iddiasıyla ortaya çıkacak, daha sonra güneş kararacak, ay ışığını vermeyecek, yıldızlar düşecek ve bütün bunlardan sonra insanoğlu (İsa) gelecektir. İnsanoğlu meleklerle beraber gelip izzet tahtına oturunca deccâlin hâkimiyetine son verecek, iyileri mükâfatlandıracak, kötüleri cezalandıracaktır.

Kaynak: Kudüs ve Aksa - Bünyamin Erul