el-HALÎL

Batı Şeria’da, Kudüs’ün 32 km. güneybatısı ile Gazze’nin 55 km. doğusunda suyu bol, mümbit bir arazi üzerinde yer alır. Milattan önce II. binyılın ilk yarısında Kenanlı Araplar tarafından kurulmuştur.

Şehrin adı olan el-Halîl, “Allah’ın dostu” anlamındaki Halîlürrahman’ın kısaltılmış şeklidir. İbrânîcede de aynı anlamına gelen “Hevron” adı kullanılmaktadır.

Hz. İbrâhim (as), İshak (as), Yakub (as) ve onların bazı zevceleriyle Hz. Yusuf’un (as) kabirleri Halil’de olduğu için şehir, ilâhî dinlerin üçü tarafından da faziletli sayılır. Bundan dolayı Halîl, Müslümanlar arasında Mekke, Medine ve Kudüs’le birlikte en çok itibar edilen dördüncü şehir olarak bilinir ve Haçlı seferlerinden beri Kudüs’le birlikte Mekke ve Medine gibi, “Haremeyn-i Şerîfeyn” adıyla anılır. Dolayısıyla şehir, Emevîlerden Osmanlılara kadar her dönemde önemsenmiştir. 1517 yılında Osmanlı Devleti’nin idaresi altına girdikten sonra hacca gidenlerin buradan geçerken dinlenmeleri için vakıf tesisleri kurulmuş, ahalisi de bazı vergilerden muaf tutulmuştur.

1917-1948 döneminde İngiliz mandası altına, 1967 Haziran’ında İsrail işgali altına girdi. Kudüs’ten sonra Yahudileştirilmesine çalışılan en önemli merkez oldu. Bugün Halîl’in en merkezdeki sokakları, tarihî çarşısı polis tarafından kontrol noktalarıyla engellenmiş, çok sıkı denetimlerle geçilmektedir. Hemen Halilurrahmân Mescidi’nin karşısındaki sokak tellerle gerilmiş, girişi var ama çıkışı yoktur. Bütün sokaklarda 50-100 m. aralıklarla polisler devriye gezmektedir. Şehirde maalesef, sık sık çatışmalar çıkmakta ve kan dökülmektedir.

Halîlurrahmân Mescidi

Hz. İbrâhim (as), eşi Sâre vefat edince Hevron’da içinde bir mağara bulunan ağaçlık bir arazi satın alarak onu mağaraya gömmüş, daha sonra kendisi de vefatında buraya defnedilmiştir. Onların arkasından oğulları Hz. İshak (as) ile hanımı Rebeka (Rivka) da aynı yere gömülünce Filistin halkı, mezarları Mısır’da bulunan Hz. Yakub ile hanımı Lea da kutsal saydıkları ve iki katmanda oluştuğu için de adını “katlı” manasında Mahpela (çift) koydukları bu mağaraya taşımışlardır. Halk arasında Hz. Âdem (as) ile Hz. Havvâ’nın da burada medfun olduğuna inanılmaktadır.

Emevîler döneminde İslam mimarisine göre tekrar yapılan ve adına “Haremü’l-Halîl” denilen mekan, Abbâsîler devrinde cami hâline getirildi. Selâhaddîn-i Eyyûbî, Halîl’i Haçlılardan geri alınca (1187) kiliseyi camiye dönüştürmüş ve Askalân Camii’nin minberini buraya naklettirmiştir.

Halilurrahman Camii (100)

Halilurrahman Camii (155)

1980’de Haremü’l-Halîl’in yönetimi Müslümanlardan alınarak Kiryât Arba (Dört Köy) idaresine bağlandı. Burada Müslümanlara ayrılan ibadet süreleri kısaltılıp Yahudilere öncelik tanındı. Ayrıca Yahudi ibadetlerinin yapılabilmesi için caminin büyük bir kısmına sıra ve sandalyeler konuldu. 25 Şubat 1994 günü asker kıyafeti giymiş Baruh Goldstein isimli bir Yahudi doktorun sabah namazını kılan cemaatin üzerine makineli tüfekle ateş etmesi ve arkasından çıkan olaylar sonucu altmış yedi kişi öldü, 300 kişi yaralandı. İsrail, güvenlik bahanesiyle hem şehrin bir kısmına, hem de caminin yarısından fazlasına el koydu ve sinagoga çevirdi. Hz. İshak ile eşi Rebeka (Rivka)’nın kabirleri caminin kıble tarafında aynı hizada, Hz. İbrahim ile eşi Sâre’nin kabirleri cami ile sinagogun tam ortasında, Hz. Yakub ile eşi Lea’nın kabirleri ise Yahudi tarafındadır. Yahudi bayramlarında Müslüman tarafı Yahudilere, Müslüman bayramlarında da Yahudi tarafı Müslümanlara açılmaktadır.

Sare Annemizin Kabri

rebeka

Halilurrahman Camii (375)

Halilurrahman Camii (358)

Halilurrahman Camii (352)

Halilurrahman Camii (355)

Halilurrahman Camii (251)

Halilurrahman Camii (347)

65 × 35 m. boyutlarında küçük bir kale görünümünde olan Haremü’l- Halîl değişik dönemlerde şekillendiğinden farklı üslûp özellikleri arz eder. Binanın kuzeybatı köşesinde bu yöredeki girişle sur duvarına bitişik yapılan Hz. Yusuf Mescidi ve Türbesi vardır.

BEYTÜLAHM

Beytülahm, Kudüs’ün 8-10 km. kadar güneyinde bir şehirdir. İbrânîce’de Beytlehem, “Ekmek Evi”, Arapça’da Beytülahm ise “Et Evi” anlamına gelir.

Yahudiler Hz. Davud’un (as), bazı Hristiyanlar ve Müslümanlar da Hz. İsa’nın (as) Beytülahm’de doğduğunu kabul eder. IV. yüzyıldan itibaren Hristiyanlarca kutsal bir ziyaret yeri sayılır. 1948’e kadar Beytülahm’de nüfusun çoğunluğunu Hristiyanlar oluşturmaktaydı. Bu tarihte İsrail’den kaçan Arap göçmenlerin buraya sığınmasıyla durum değişse de şehir, özellikle Hz. İsa’nın (as) doğumu (Christmas) kutlamalarında birçok Hristiyan tarafından ziyaret edilmektedir.

Hz. Ömer’in (ra) 638’de Kudüs’ün fethi için yaptığı yolculuk sırasında Beytülahm’de namaz kıldığı yerde bir mihrap bulunmaktadır. Meryem kıssasında sözü edilen olayların Beytülahm’de geçtiğine inandıkları için şehir Müslümanlarca da mübarek kabul edilir.

Doğuş Kilisesi

327’de Bizans İmparatoru Konstantin’in annesi Helena, Hz. İsa’nın (ra) doğduğuna inanılan mağaranın üzerine “İsa’nın Doğum Günü Kilisesi” veya “Meryem Kilisesi” diye adlandırılan bir kilise yapımını başlatmış, oğlu tarafından 333’te tamamlanmıştır.

Kesintisiz olarak 401 yıl Osmanlı Türklerinin hâkimiyetinde kaldığı süre içerisinde Beytülahm Kilisesi varlığını korudu. Zaman zaman Avrupa’daki Hristiyan krallar bu kilisenin bakım ve onarım işlerine yardımda bulundular. Ancak Beytülahm’deki farklı Hristiyan cemaatlerin arasındaki mücadeleler kilisenin zarar görmesine yol açtı ve milletler arası sürtüşmelere sebep oldu. Kiliseden 1847’de çalınan gümüş yıldız, Kırım Savaşı’nın çıkmasında rol oynayan etkenlerden biridir. Bütün bu durumları göz önünde bulunduran Türk idareciler, kiliseyi çeşitli Hristiyan cemaatleri ve onların âyin düzenlerine göre bölümlere ayırmaya mecbur kaldılar ve bu uygulama günümüze kadar devam etti.

Râhile (Rahel) Türbesi

Beytülahm’de ayrıca Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlarca mübarek bilinen Râhile’nin türbesi vardır. Râhile, Hz. Yakub’un en sevdiği eşi, Yusuf ile Bünyamin’in annesidir. Bünyamin’i doğururken eski adı Efrat olan Beytülahm yakınlarında vefat etmiş ve buraya gömülerek bir türbe yapılmıştır.

HALHÛL

Halîl şehrinin 5 km. kuzeyinde küçük bir Filistin kasabasıdır. Halkının çoğu, Müslümanlardan oluşmaktadır. Şehir, denizden yaklaşık bin metre seviyesiyle en yüksek konuma sahiptir. Çok eski tarihî bir geçmişi vardır ve halen Filistin idaresi altındadır. Son yıllarda Yahudi yerleşimciler burada da artmaktadır.

İncillere göre Hz. Yakub’un (as) oğullarından Gad’ın türbesi ile Hz. Yunus’un (as) türbesi buradadır.

Hz. Yunus’un (as) Kabri

Müslümanlar Hz. Yunus’un (as) kabrinin burada olduğuna inanmaktadırlar. Onun adını taşıyan büyükçe bir cami ve Hz. Yunus’un (as) türbesi bulunmaktadır. Ayrıca burada sahabeden Abdullah b. Mes‘ud’a (ra) nisbet edilen bir makam da vardır.

ERİHA

Eriha’nın tarihi 10.000 yıl öncesine dayanmakta ve dünyadaki ilk yerleşim yeri olarak kabul edilmektedir. Eriha, Kitab-ı Mukaddes’teki ismiyle ‘Hurma Şehri’, çarpıcı zıtlıkları içinde barındıran “Parfüm” anlamına gelir. Çölle çevrelenmiş vahada, yeşil bir bitki örtüsü barındırır. Batı Şeria bölümünde Ürdün Nehri yanında, Lut Gölü’nün 8 kilometre kadar kuzeyindedir. Eriha Valiliği’nin merkezidir ve 20.000’den fazla nüfusa sahiptir. Çöl seviyesinin 258 metre altındadır ve dünyanın en alçak rakımlı şehridir.

1994’te İkinci Oslo antlaşması imzalandığında Eriha, Batı Şeria’nın ilk özerk Filistin Şehri olmuştur. Aksâ İntifadası sırasında ve sonrasında bölgeye giriş çıkışlar sınırlanmışsa da, şu sıralar şehir yeniden turizme açılmıştır.

Hişam’ın Sarayı

8. yüzyıldan kalma Hişam Sarayı şehir merkezinden 3 kilometre uzaklıktadır. İslam mimarisinin en güzel örneklerindendir ve çok güzel mozaikleri bünyesinde barındırmaktadır. Halife Velid b. Yezid’in kışlık sarayı olarak inşa edilmişti. Burada çok sayıda sarnıç ve havuz görülebilir.

Hişam'ın Sarayı

Aziz George Manastırı

Yeşil bir bahçeyle çevrili, çöldeki bir kanyonun kaya yüzüne oyulmuş bir Yunan Ortodoks manastırıdır. Cebel Kuruntal denilen bu dağda Hz. İsa’nın (as) şeytanı gördüğü yer olduğu iddia edilmektedir. Hz. İsa’nın (as) 40 gün 40 gece oruç tutarak şeytanla imtihan edildiği ve sonrasında peygamberliğini ilan ettiği söylenen manastır bugün Yunan Ortodoks Kilisesi’ne bağlıdır.

Aziz George Manastırı

Lut Gölü

Bir kısmı İsrail, bir kısmı Ürdün sınırları içinde kalan göl, Müslümanlar tarafından Hz. Lût’a (as) izâfeten Lut Gölü, Batılılar arasında da içinde ve kıyılarında canlı yaşamadığından “Ölü Deniz” diye tanınır. Deniz seviyesinden 790 metreyi aşkın derinlikteki tabanı ile karaların en derin yerini oluşturan Gor (Gavr) çukurunun bir kesimine suların toplanmasıyla meydana gelen tektonik bir göldür.

Lut gölü

Gölün suları yüzeyde ‰ 288, dipte ‰ 325 oranında tuzludur; dolayısıyla bu sularda yüzmek çok kolay fakat dalmak zordur. Dünyanın en tuzlu suyuna sahip olan gölün kıyıları, Sodom’dan çıkarken arkasına bakan Hz. Lût’un karısının tuzdan direk hâline gelmesi gibi efsanelerin doğmasına yol açan çeşitli şekillerde billûrlaşmış tuz kümeleriyle kaplıdır.

Kur’an’da çevresinde gelişen olaylara temas edilen, fakat adı verilmeyen Lut Gölü’nün dinler tarihinde ve Kitâb-ı Mukaddes arkeolojisinde önemli bir yeri vardır. İşledikleri büyük günahlar sonucu altüst edilen Sodom ve Gomore şehirleriyle Tevrat’ta adları verilen aynı döneme ait diğer şehirlerin araştırılması faaliyetleri arkeologlar tarafından halen sürdürülmektedir.

YAFA

Eski devirlerde Kudüs’ün limanı olan Yafa, günümüzde İsrail’in başşehri Tel Aviv ile bütünleştiğinden Tel Aviv-Yafa diye anılmaktadır.

Doğu Akdeniz’in Filistin sahilinde bir liman şehri Yafa, Hz. Ömer (ra) devrinde 638 yılında fethedildi. Tarih boyunca önemini korudu ve devletten devlete el değiştirdi. Ancak kayalıklarla çevrili harap durumdaki Yafa Limanı gelişmekte olan Hayfa Limanı ile rekabet edemedi ve 1965’te kapatıldı.

Yafa’da özellikle Osmanlıların son dönemlerine ait birçok mimari eser bugün de varlığını sürdürmektedir.

Mescidü’l-Bahr (Deniz Camii)

Şehrin en eski camisi olduğu tahmin edilmektedir. XVI. yüzyılda inşa edilen camiye daha sonra ikinci kat ve minare ilave edilmiştir. Sonraki dönemlerde harabe hâline gelen cami 1997’de restore edilerek bugünkü hâle gelmiştir.

Mescidü'l Bahr

Mescidü'l Bahr Deniz Camii

Mahmudiye (Ulu) Camii

Ulu Camii, Eski Yafa’nın kuzeydoğu bölümünde yer almaktadır. Padişah II. Mahmud’a izafeten Mahmûdiye Camii olarak da bilinir. II. Mahmud zamanında Yafa’da önemli imar faaliyetleri gerçekleştiren Vali Muhammed Ebû Nebbût tarafından yaptırılmıştır. Câmiu’l-Mahmûdiyye, el-Câmiu’l-Kebîr, Câmiu Ebî Nebbût diye de adlandırılır. Yafa’nın en büyük ve en önemli camisi olan yapı, ikisi büyük, birisi küçük üç avlu etrafında düzenlenmiştir. Aynı yerde daha evvel bazı küçük mescitlerin olduğu söylenmektedir. Duvarlardaki bazı kitabelerde, caminin yapım veya tamir tarihleri ile kimler tarafından yaptırıldığı kaydedilmiştir.

Mahmudiye (Ulu Camii)

Süleyman Paşa Sebili (Çeşmesi)

Mahmûdiye Camii’nin güney duvarının doğu ucunda yer alır. Surlar yıkılmadan önce yapı tam Yafa Kapısı’nın önünde bulunmaktaydı. Şehre giriş çıkışta insanların su ihtiyacını karşılıyordu. En üstteki madalyonda “Mâşâallâh” ibaresinin aynalı olarak istiflendiği görülmektedir. Orta bölümde sağdaki madalyonda iki satır halinde Ashab-ı Kehf’in isimleri dizilmiştir. Ortadaki kabarık kartuş üzerinde üç satır/beyit halinde yapım kitabesi yer almaktadır. Buradan 1809 senesinde Cezzar Ahmet Paşa’ya vekaleten Emir Muhammed’in sebili inşa ettirdiği anlaşılmaktadır. Soldaki madalyonda mülkün Allah’ın elinde olduğunu anlatan bir ibare vardır. Bu özellikleriyle sebil, Osmanlı ülkesindeki batılılaşma sürecinin Yafa’ya, dolayısıyla Filistin’e yansımasını gösteren eserlerden birisi olarak dikkat çekmektedir.

Süleyman Paşa Sebili

Saat Kulesi

Saat Kulesi, Yafa’da Yeni Saray ya da Yeni Hükümet Binası’nın da bulunduğu Sekînetü’d-Devle Bölgesi’nde, Yefet Caddesi’nde yani eski pazar yerinde bulunmaktadır. Yapı Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının yirmi beşinci yılı anısına 1901 senesinde inşa edilmiştir. Zeminden itibaren kare şekilli olarak yükselen gövdesi, dikdörtgen silmelerle üç kata ayrılmıştır. İkinci katta da alt seviyede, dört yöne açılan birer yuvarlak kemerli pencerenin yerleştirildiği, üst kısımlara ise yine dört yönde Sultan II. Abdülhamid’in tuğralarının mat camlar üzerine işlenmiş örneklerinin çakıldığı görülmektedir. Üçüncü katta dört yönde yüzeysel dikdörtgen şekilli nişler içerisinde birer yuvarlak kemerli pencereler daha küçük boyutlarda tekrarlanmıştır. Bunlardan kuzey ve güney yönlerde olmak üzere iki tane yuvarlak kadranlı saat bulunmaktadır.

Saat Kulesi

Eski Saray

“es-Sarâyu’l-Atîka”, “es-Sarâyu’l-Antika” ve “es-Sarâyü’l-Kadîme” adlarıyla da anılan eski hükümet binası, tepenin en üst noktasındadır. Eski Yafa’nın hâlâ ayakta durabilen, hacim bakımından en büyük mimari eseridir. XVIII. yüzyılda bir Haçlı binasının üzerine inşa edilmiştir. XIX. asır boyunca hükümet sarayı olarak kullanılan yapı, kışla, hapishane, posta ofisi, hamam ve küçük bir hamamdan ibarettir. Günümüzde Tel-Aviv-Yafa Eski Eserler Müzesi olarak faaliyet göstermektedir.

Eski Saray

Hasan Bey Camii

Filistin bölgesinin 1917’de İngilizler tarafından işgalinden önceki son Vali Hasan Bey tarafından 1915 civarında inşa ettirilmiştir. 1923-1924 senesinde Yüksek Şer’î İslam Meclisi tarafından tamir edilmiştir. Camide kubbeli bir kule ile ayrıca minare ve şadırvan bulunmaktadır. Yafa’dan Tel-Aviv’e giderken sahil yolu üzerindedir.

AKKÂ

Filistin’in batı kıyısında bulunan Akkâ şehri, Hayfa koyunun (eskiden Akkâ koyu) kuzeyinde muhtemelen milattan önce III. bin yıl içinde kurulmuştur. Güneyinde bulunan Hayfa’ya 15 km. uzaklıktadır.

Akkâ Hz. Ömer (ra) zamanında 636’da Şürahbîl b. Hasene tarafından fethedildi. Tarih boyunca birçok devlet idaresine girdi, pek çok savaş yaşadı. Yavuz Sultan Selim zamanında Suriye ile birlikte Osmanlı topraklarına katılan Akkâ’da Kanûnî’nin izni ile Fransızlar bir ticaret merkezi kurdular.

Şehir 1775’te tekrar Osmanlıların eline geçti ve buranın muhafızlığı Cezzâr Ahmed Paşa’ya verildi. Daha sonra Sayda ve Şam valisi olan Cezzâr Ahmed Paşa, Akkâ’yı merkez yaparak rakiplerine karşı mevkiini kuvvetlendirdi. Bu sıralarda Mısır’a asker çıkaran Napolyon Akkâ’yı kuşattı ise de (18 Mart 1799) başarısızlığa uğrayarak geri çekildi. Bundan sonra Cezzâr Ahmed Paşa’nın idaresindeki Akkâ yeniden inşa edildi ve büyük bir gelişme kaydetti. 1804’te burada vefat eden Cezzâr Ahmed Paşa’nın şehirde bir camisi, medresesi, çarşısı, birçok çeşme ve sebili bulunmaktadır.

Filistin, tarih boyunca nebiler diyarı olmuştur. Kur’an’da defalarca isimleri ve mücadeleleri anlatılan birçok peygamber ve ailesi az ya da çok bu bölgede bulunmuştur. Hz. İbrahim (as), Hz. İsmail (as), Hz. Lût (as), Hz. Yakub (as), Hz. Yusuf (as), Hz. Musa (as), Hz. Yunus (as), ve Hz. Samuel (as) gibi peygamberler, bu bölgede belli zamanlarda yaşamışlardır. Hz. İshak (as), Hz. Davud (as), Hz. Süleyman (as), Hz. Zekeriyya (as), Hz. Yahya (as) ve Hz. İsa (as) gibi peygamberlerin ise ömürleri tamamen Filistin’de geçmiştir. Ayrıca Hz. Hâcer, Belkıs, Hz. Meryem ve Tâlût-Câlût gibi isimler de burada anılması gereken diğer tarihî şahsiyetlerdir.

Kaynak: Kudüs ve Aksa - Bünyamin Erul