Allah (cc) katında gerçek din İslam’dır. Önceki milletleri de bu son ümmeti de Yüce Allah (cc) “Müslümanlar” olarak isimlendirmiştir. Bunun anlamı, Allah (cc) tarafından beşeriyete gönderilen din, Hz. Âdem’den (as), Hz. Muhammed’e (sas) kadar aynı dindir. Bütün peygamberlerin mesajı, görevi aynıdır. Dolayısıyla İslam, sadece Hz. Muhammed’e (sas) değil, bütün peygamberlere inanmayı gerektirmektedir. Bu nedenledir ki İslam, aslında hem Yahudiliği, hem de Hristiyanlığı bünyesinde barındıran kuşatıcı bir dindir. Aynı şekilde son kutsal kitap olan Kur’an-ı Kerim de kendisinden önceki tüm kitapları ve sahifeleri içermektedir.

Bu perspektiften bakıldığında Kudüs, bize onlarca peygamberimizin bir mirasıdır. Hz. İbrahim (as), nasıl üç semavî dinin ortaklaşa kabul ettiği bir peygamber ise, Allah Resulü (sas) de Ehl-i Kitab’ı kucaklayan, onlara daima yakın duran ve “Peygamberlerin Sonuncusu” sıfatıyla “öncekileri tasdik eden”, önceki din ve şeriati tebliğ ettiği bu son dinin içinde yoğuran ve harmanlayan bir peygamberdir.

Gerek Mekke’de, gerekse Medine’de Hz. Peygamber (sas) müşriklere karşı daima Ehl-i Kitap’tan yana olmuştur. Aslında onun ortaya koyduğu bu siyaset, Yüce Allah’ın (cc) Kur’an’da meşru kıldığı bir tavırdır. Allah Resulü’nün (sas) izlemiş olduğu hoşgörü ve yakın ilişkilere dayanan bu siyaset, daha sonraları da ümmet tarafından genellikle başarıyla sürdürülmüştür. Hz. Ömer (ra) devrinden itibaren Ehl-i Kitap, Ehl-i Zimmet kavramı ile zimmet (güvence) altına alınmış, dinleri, canları, malları ve kendi hukukları çerçevesinde asırlarca Müslümanlarla birlikte huzurla yaşamışlardır. Gerçekte bu tutum, beraberinde İslam dininin çok kısa sürede kıtalara yayılmasına ve çok hızla gelişmesine vesile olmuştur. Bunun en güzel örneklerini, Kahire’de, Şam’da, Bağdat’ta, İstanbul’da, Bosna’da, Endülüs’te ve tabii ki Kudüs’te görmek mümkündür.

Hz. Ömer’in (ra) eman (güvence) vermesinden itibaren Kudüs’te Emevîlerde, Abbâsîlerde, Selçuklularda, Eyyûbîlerde, Memlûklerde ve nihayet Osmanlıda tarihte eşine rastlanmayacak birlikte yaşama tecrübesi görülür. Müslümanlar Kudüs’e hâkim oldukları bu dönemlerde asla Yahudi ve Hristiyan nüfusun canına, malına ve din özgürlüğüne karşı herhangi bir müdahalede bulunmamışlardır. Hatta bu noktada, Selâhaddîn-i Eyyûbî, Haçlıların Kudüs’e girdiklerinde katlettikleri binlerce mazlumun intikamını almayı dahi düşünmemiştir. Aksine sadece barış yoluyla alınan bir şehir hakkında İslam hukukunun gereğini yerine getirmiştir.

Asırlarca tüm devirlerde ama özellikle de Osmanlı devrinde Müslümanlar, ortaya koydukları insaflı ve adaletli idarecilikleriyle, hem Yahudilerin, hem de Hristiyanların huzur içinde birlikte yaşamalarını sağlamıştır. Din farkına rağmen, onların da Osmanlıya olan bağlılıkları daima samimi olmuştur. Hatta bazı Hristiyan mezhepler ve kiliseler kendi aralarında defalarca anlaşmazlığa düştüklerinde, tarafların gönül rahatlığıyla başvurdukları merci Osmanlı’nın adaleti, basiretli siyaseti olmuş, devletin verdiği hükme de can u gönülden razı olmuşlardır.

Oysa Osmanlı’nın Kudüs’ten çekilmesiyle asırlardır yaşanan bu hoşgörü de bölgeden çekilmiştir. Barışın, hoşgörünün yerini, tam bir asırdır esefle müşahede ettiğimiz kavgalar, çatışmalar, gerginlikler, işgaller, katliamlar ve savaşlar almıştır. Üç dinin de kutsal saydığı bu şehir, hiçbirinin onaylamadığı bir kaos ortamına dönüşmüştür.

Hepimiz bu modern çağda, dinsizliğin, ateizmin, satanizmin, eşcinselliğin, intiharların, sapkınlıkların kol gezdiği bir dünyada yaşamaktayız. Aslında küresel dünyada bütün dinler, kan kaybetmekte, taraftarlarını yitirmekte, dünyanın birçok yerinde ateizm çığ gibi büyümekte. Modern, kapitalist, pozitivist birey artık dine ve dinlere pek de gereksinim duymamakta. Dolayısıyla yakın bir gelecekte insanlığın din/lerle ilişkisinin daha da kötü olacağı anlaşılmaktadır.

İşte tam da böyle bir dönemeçte Kudüs, insanlığın geleceği için çok tarihî bir rol oynayabilir. Üç dini asırlardır bünyesinde barındıran Kudüs, yeniden “Barışın Şehri” olduğunu tüm dünyaya gösterebilir. Global dünyayı sarsan bu dinsizlik akımlarına karşı üç semavi din, önce Kudüs’te bir arada barış ve hoşgörü içerisinde yaşayarak tüm dünyaya model olabilir. Çünkü Kudüs, aynı alanda üç dinin de kutsallarını bağrında taşımakta. Aynı mabedi üç dinin de mensupları kutsal saymakta ve aynı anda, aynı mekânda aynı Allah’a dua için eller açılmakta, dinler farklı olsa da, diller benzer niyazları yapmakta. Böylesi bir huzur ortamının yabancısı olmayan bu bereketli topraklar, ne yazık ki bu birlikte yaşama tecrübesine tam bir asırdır hasret kaldı.

Çok mu zor, yeniden eski günleri ihya etmek? Çok mu çetin, medeni bir şekilde birbirinin dinine, inancına ve mabedine saygı göstermek? Çok mu imkânsız, modern kazanımlarla birlikte, dinî, ilmî, fikrî ve ahlâkî bir dayanışma içerisinde insanlığın bu amansız derdine beraberce derman olabilmek? Çok mu hayal, üç dinin kutsadığı bu Kudüs’ü üç dinin ileri gelenleri tarafından idare edebilmek? Çok mu ütopik, böyle bir birliktelikle burada yeniden barışı yaşamak ve onu tüm dünyaya yaymak? Çok mu fantezi, Kudüs’ü kutsayanların, O Kutsal Varlık’a inananlar olarak tek ses olmaları?

Evet, Kudüs dünyanın kalbi, dinlerin buluştuğu mübarek mekân. Ve Kudüs’ün tüm insanlığa verebileceği çok dersler var, çok mesajlar var. Kudüs tarihi, bu mübarek topraklarda üç semavi dini birden ağırlamış. Asırlara meydan okuyan taş mabetlerinde Ezan, Çan ve Hazzan sesleri hiç eksik olmamış, aynı anda kulakları çınlatmış. Din ve ibadet özgürlüğünün en güzel örneklerine ev sahipliği yapmış, aynı mabette üç semavi din de kendine yer bulmuş ve her biri kendi inancına göre ibadet etmiş. Kimse kimseye müdahale etmeden, horlamadan, ötelemeden. Çünkü Ma’bud da ortak, mabed de ortak, peygamberler de ortak. Bütün bunlardan dolayı Kudüs, tekrar rolünü üstlenmeli ve tüm insanlığa yeniden seslenmeli. Barışı, huzuru, birlikte yaşamayı unutan insanlığa, “Barış Şehri” olduğunu tekrar göstermeli. Model olmalı tüm dünyaya. Yeniden Endülüs tecrübesi, Kahire tecrübesi, İstanbul tecrübesi yayılmalı bütün dünyaya. İnsanlığa, inancın, ibadetin ve ahlâkın gücünü ve kazanımlarını canlı bir şekilde bir kez daha öğretmeli.

Sabık Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in, kendisini ziyarete gelen Katolik dünyasının lideri Papa Francis’e söylediği şu teklife acilen kulak verilmeli: “İnsanların yeni bir merhamet sözleşmesine ihtiyacı var. Merhamet sözleşmesinin imzalanacağı yer Kudüs’tür. Gelin, bütün dünya dinlerini, din mensuplarını Kudüs’te toplayalım. Bir merhamet metni üzerinde çalışalım. Kudüs kriterleri, birlikte yaşama hukukunun kriterlerini ortaya koysun. Bu kriterlere de biz ‘Kudüs Kriterleri’ adını verelim.”

Kaynak: Kudüs ve Aksa - Bünyamin Erul