F. Hilâl FERŞATOĞLU

İstanbul Kadıköy Vaizi

İslam’ın şiarından olan ezan, Medine Mescidi’nin inşasından sonra müminlere günlük ibadet vakitlerini duyuran ve bu ibadeti cemaat halinde ifa etmeye davet eden bir çağrıdır. Çıplak insan sesiyle yapılan bu davet, ilk dönemlerde daha uzağa ulaşması için yüksek bir yere çıkılarak yapılmış. Mescitlerde ezan okuma mekânı olarak mi’zene yahut kültürümüzde daha bilinen adıyla minare ise -Arapça menâre kelimesinden gelir, “ışık veya ateş çıkan yer” anlamındadır- ilk kez Emevi halifesi I. Muaviye zamanında inşa edilmiştir. Başlangıçta belli bir mimari üslubu olmayıp ihtiyaca binaen yapılmış olsalar da İslam coğrafyası genişledikçe belki Orta Asya ve İran’daki işaret ve haberleşme (ateş) kulelerinden, belki Suriye’deki gözetleme ve çan kulelerinden, belki Akdeniz ülkelerindeki deniz fenerlerinden belki de doğudaki Hint zafer abidelerinden ilham ile farklı bölgelerde farklı mimari formlar kazanmıştır minareler.

Müslüman mabedinin ana mekânı değil sadece mütemmim bir cüzü olduğu halde minaresiyle tebarüz eden nice İslam şehirleri biliyoruz. 2500 yıllık geçmişiyle Orta Asya’nın en kadim şehirlerinden biri olan Buhara da bunlardan biridir. Buhara Kalan (Kalyan) Camii Minaresi (1127), Kayrevan Ulu Camii/Tunus (724), Sâmerrâ Ulu Camii/Irak (852), İşbiliye Ulu Camii/Endülüs (1190) minareleri gibi şehirlerinin ismiyle anılan ve Orta Çağ İslam medeniyetinin ihtişamını ve kudretini yansıtan en nadide İslam eserlerinden biridir.

Kızılkum ve Karakum çölleri arasında kalmış bereketli bir vaha, İpek Yolu üzerinde önemli bir kavşak noktası olarak her dönemde ilim, kültür ve ticaretin merkezi olan büyülü şehir Buhara, Müslüman fatihler tarafından Halife Muaviye b. Ebu Süfyan zamanında fethedilmiştir (674). Yüzyıllar içinde Sâmâniler, Karahanlılar, Moğollar, Timurlular tarafından yönetilmiş, çok savaşlar görmüş, yakılıp yıkılmış, nihayet XVI. yüzyılda Şeybânîler döneminde yeniden
kalkınmıştır.

Buhara’nın eski şehir merkezi Şehristan’da, Karahanlı döneminde inşa edilen ve kadim şehrin dokuz asırlık hafızası olan Kalan Minare bütün Orta Asya’da Moğol istilası öncesinden kalabilen birkaç eserden biridir. Rivayet odur ki: Ordusuyla Buhara’ya giren Cengiz Han bu abidevi minareyi yakından görmek istemiş, kafasını kaldırarak harikulade bezemelerle örülmüş minareyi yukarı doğru süzerken başlığı başından düşmüş. Gayriihtiyari eğilip başlığını yerden aldıktan sonra “Kimsenin önünde eğilmeyen başımı yerlere kadar eğen bu minareye dokunmayın!” buyruğunu vermiş de şehir yerle bir olurken, minare kurtulmuş.

Buhara’nın en önemli sembolü olan ve ilk günkü haliyle günümüze ulaşan Kalan Minare, Karahanlı Hükümdarı Arslan Han tarafından inşa ettirilir. Arkeolojik çalışmalarda 5 metrelik temele sahip olduğu görülmüştür. Talihlidir, ne savaşlar ne yıkımlar görmüş ama kendisine bir musibet uğramamıştır. Heybetlidir, çok kenarlı bir kaide üzerine oturan ve taban çapı 9 metre olan silindirik dev gövdesi daralarak 45 metre yüksekliğe ulaşır. Uzun zaman Orta Asya’nın en yüksek yapısı olma unvanını korumuştur. Orijinal Karahanlı sanatını yansıtır, tuğla malzeme ile örülerek inşa edilmiş, gövdesi mukarnaslı şerefeye kadar on üç farklı desen kuşağıyla bezenmiştir. Geometrik motifli kabartma dizilerle yükselen gövdenin orta yerinde kufi hatlı bir kitabede Arslan Han’ın adı geçer. Öncüdür, mukarnaslı konsolun hemen altındaki turkuaz sırlı kuşak, sırlı tuğla kullanımının bilinen en eski örneği kabul edilir. Sivri kemerli on altı açıklığı bulunan zarif şerefenin üst kısmı yine mukarnaslarla tamamlanmış ve en uç nokta külaha benzer bir tepelikle son bulmuştur. Müezzinleri sadece namaza çağırmaz, geceleri minarenin tepesinde yaktıkları ateş, çölde yönünü bulmaya çalışan kervanlara bir zaman yol göstermiş, sevinç olmuştur.

Kalan Minare büyük bir kemerle Kalan Camii’ne bağlanır. Arslan Han tarafından minareden hemen önce yaptırılan (1121), Cuma Camii olarak da anılan ilk cami oldukça ihtişamlıymış. Rivayete göre Cengiz Han ilk gördüğünde cami için “Sultanın sarayı mı?” diye sormuş. Bütün şehir onun emriyle ateşe verilip birkaç gün içinde küle döndüğünde tuğladan yapılan cami tam olarak yanmasa da büyük hasar görmüş. Bugünkü cami XVI. yüzyıl başlarında Şeybaniler zamanında ilk binanın temel izleri esas alınarak yeniden inşa edilmiş.

Kalan Camii’nin avlusuna yüksek bir eyvan şeklindeki muhteşem bir taç kapıdan giriliyor. Bu kapı muhkem bir kale görünümündeki beden duvarlarının üç katı yüksekliğinde ve sırlı tuğlalar ve renkli çinilerle şahane şekilde bezenmiş. Dört eyvanlı ve dört bir tarafı revaklarla çevrili avlunun etrafı dikkat çekmeyen küçük tuğla kubbelerle örtülü. Eyvanların avluya bakan cephe yüzeyleri, iç kısımları ve revak kemerleri rengarenk çinilerle geometrik ve bitkisel motiflerle süslü. Taç kapının tam karşısına düşen ana eyvanın arkasında, mihrap önünde caminin turkuaz renkli yüksek kasnaklı muazzam kubbesi yer alıyor.

Bir vakitler aynı anda on bin kişilik cemaatin namaz kıldığı Cuma Camii’nde bugün hafızlık yapan gençlerin gürül gürül sesleri yankılanıyor. Caminin tam karşısında bulunan müthiş taç kapısı ve muazzam çifte kubbesi ile göz dolduran Mir Arap Medresesi’nin talebeleri bunlar. 1536’da yapıldığı tarihten bu yana -komünist rejim devrinde dahi- eğitime hiç ara vermemiş bu meşhur medrese, Türkistan bölgesi Müslüman din adamlarını yetiştiren önemli bir merkez.

Toprak rengi binalar, gök rengi kubbeler şehri Buhara’nın eski şehir meydanlarından Kalan Meydanı’nda üç muhteşem eser boy gösteriyor. Birbirlerine bakan muhteşem taç kapılarıyla Kalan Cami ile Mir Arap Medresesi güzellikte yarışırken, onlardan dört asır daha evvel yapılan Kalan Minare gündüzleri süslü kuşaklarıyla nazlı nazlı süzülürken geceleri harika bir ışıklandırmayla altınlarını takmış bir gelin edasıyla arzıendam ediyor.

Editör: Mehmet Çalışkan