Prof. Dr. Ali Erbaş
Diyanet İşleri Başkanı
Diyanet Aylık Dergi Temmuz 2022

İnsanlığın hidayet ve iyiliği, yeryüzünün huzur ve barışı için gönderilen yüce dinimiz İslam’ın ilk ve asli kaynağı, Allah’ın ezelî ilminin ve kelam sıfatının bir tecellisi ve Resulüllah’ın müminlere en büyük emaneti olan Kur’an-ı Kerim’dir. Nazil olduğu andan itibaren her bir ayeti, vahiy kâtiplerince büyük bir hassasiyetle yazılmış, ezberlenmiş ve müminlerin hayatında vücut bulmuştur. Zihinlere, gönüllere ve sayfalara nakşedilerek asırlar boyu hiçbir değişikliğe maruz kalmadan bugüne ulaşmıştır. Bugün dünyanın her yerinde hem milyonlarca Müslüman tarafından hıfzedilmesi hem de Mushaf olarak orijinal mevcudiyetini muhafaza etmesi, hiç şüphesiz Allah’ın vaadinin bir tecellisidir. Yüce Rabbimiz, “Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.” (Hicr, 15/9.) fermanıyla onun ilahi koruma altında olduğunu bildirmiştir. Gerek lafız-mana uyumu ve ihtiva ettiği ilim-hikmet boyutu, gerekse insanlığa teklif ettiği evrensel değerler bakımından yüce kitabımız, aklıselim herkesin hayranlığını uyandırmıştır. Bu yönüyle Peygamber Efendimizin en büyük mucizesi olan Kur’an, İslam tarihi boyunca Müslümanlar nezdinde en büyük hürmeti görmüş; dinin temel kaynağı olarak her türlü meselenin çözümünde ilk başvuru mercii olmuştur.

Allah’ın eşsiz kelamı ve insanlığın yegâne rehberi olarak her türlü şüpheden, tutarsızlıktan ve çelişkiden uzak niteliğiyle Kur’an-ı Kerim, bir benzerinin meydana getirilmesi hususunda muarızlarına meydan okumaktadır. Cenab-ı Hak, “Kulumuza indirdiğimiz kitaptan dolayı bir şüphe içinde iseniz onun benzeri bir sure de siz getirin, Allah’tan başka taptıklarınızı da yardıma çağırın; eğer iddianızda samimi iseniz!”(Bakara, 2/23.) ayetiyle Kur’an’ın bu yönüne vurgu yapmaktadır. Nitekim tarihin hiçbir döneminde ne Kur’an’ın bu meydan okumasına cevap verebilecek ne de onun Müslümanlar nezdindeki müstesna konumuna halel getirebilecek bir irade ortaya çıkmıştır. Çünkü “Asılsız bir şey ona ne önünden ne arkasından yaklaşabilir. O, hikmet sahibi, övgüye layık olan Allah katından indirilmiştir.” (Fussilet, 41/42.) Çağları aşan evrensel mesaj ve ilkeleriyle Kur’an-ı Kerim, kıyamete kadar insanlığın yolunu ve ufkunu aydınlatmaya devam edecektir. 

İslam’ın ikinci asli kaynağı ise Kur’an-ı Kerim’i yaşanan bir hayata dönüştüren ve her hâliyle insanlığa en güzel örnek olan Allah Resulü’nün sünnet-i seniyyesidir. Resul-i Ekrem’in (s.a.s.) sünneti, bir bakıma Kur’an’ın mesajını ve ruhunu da içine alan bir kapsama sahiptir. Zira risaletin gayesi, insanları cehaletin karanlığından ilmin, hikmetin ve hakikatin aydınlığına çıkarmak için Allah’ın kelamını tebliğ, tebyin, temsil etmek ve hayata rehberlik etmektir. Allah Resulü de (s.a.s.) tam anlamıyla Kur’an ahlakını temsil ederek bu ulvi vazifesini en güzel şekilde yerine getirmiştir.  Kur’an’ın her bir ilkesi, ölçüsü, mesajı ve ahlaki değeri, onun nebevi şahsiyetinde vücut bulmuştur. Bu sebeple peygambere itaat etmek ve onun yoluna tabi olmak, Müslümanlar için ilahi bir emirdir. Ondan yüz çevirmek ise Allah’a karşı yapılmış bir isyan girişimidir. Yüce Rabbimiz, “Kim Allah’ın resulüne itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse (Ey Resulüm, bil ki) biz seni onlar üzerine bekçi göndermedik!” (Nisa, 4/80.) ayetiyle bir yandan müminleri Hz. Peygamber’e (s.a.s.) itaatle mükellef tutarken diğer yandan da ona karşı gelen ve ondan yüz çevirenleri açık bir şekilde uyarmaktadır. Bu meyanda Allah’a itaat, onun emir ve yasaklarına riayet etmek; peygambere itaat ise onun sünnetine tabi olmak şeklinde anlaşılmış ve geçmişten günümüze Allah Resulü’nün sünneti (hadisleri), İslam inancının temel dayanağı olarak kabul edilmiştir. Bu itibarla Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye, basiret ve itidal sahibi Müslümanlar nazarında hiçbir zaman birbirinin alternatifi görülmemiş, aksine birbirinin mütemmimi olarak telakki edilmiştir. Yüce Allah, bu iki kaynağın ayrılmaz bir bütünlük oluşturduğuna işaretle “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ulü’l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah’a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.” (Nisa, 4/59.) buyurmuştur. 

On dört asırlık İslam tarihi şahittir ki Kur’an ve sünnetin rehberliğinden uzaklaşan tüm arayışlar, daima hüsranla sonuçlanmış; İslam’ın esenlik veren ikliminin yerini huzursuzluk, kaos ve kargaşa almıştır. Maalesef bugün ümmet coğrafyamız, Kur’an’ın ve sünnetin referansında üretilen sahih bilgiden ve güzel ahlaktan yoksun din tasavvurlarının yol açtığı bireysel ve sosyal krizlerle karşı karşıyadır. Aslında Müslümanlar, vahyin ve sünnetin rehberliğine gereken ehemmiyeti vermemenin ve çağın dinamiklerini doğru okuyamamanın acı faturasını ödemektedir. Oysa İslam’ın evrensel ilke ve hakikatlerini günümüzle buluşturmak, güzel bir üslup ve güçlü bir metodoloji ile çağın idrakine sunmak, Müslümanlar için iman ve kulluk sorumluluğudur. Şu bir gerçek ki hakkıyla anlaşıldığı her dönemde Kur’an ve sünnet, Müslümanlar için daima vahdet, huzur ve terakki vesilesi; her türlü olumsuzluğun üstesinden gelmelerini sağlayacak bir hareket noktası ve motivasyon kaynağı olmuştur. Hak ve hakikat yoluna kasteden ideolojiler, sapkınlıklar, hurafeler ve uygulamalar karşısında da en güçlü kalkan olmuştur. 

Bugün İslam dünyasının imkan ve enerjisini sömüren güncel meselelerin yegane çözüm yolu, inancımızın asli kaynaklarına tutunmak, onları bir bütün olarak en doğru şekilde anlamak ve Kur’an ve sünnet bütünlüğü içerisinde bir vahdet zemini inşa etmekten geçmektedir. Bu bağlamda Sevgili Peygamberimizin “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız: Allah’ın kitabı ve peygamberinin sünneti.” (Muvatta, Kader, 3.)  uyarısı, bizler için önemli bir hidayet pusulasıdır.

Editör: Mehmet Çalışkan