Prof. Dr. Ali Erbaş
Diyanet İşleri Başkanı
Diyanet Aylık Dergi Aralık 2021

Yaşanılan çağın belki de en temel sorunu, derin bir “anlam ve değer” krizinin hayatı kuşatmış olmasıdır. Maalesef modern dönemde insan, varoluşunu madde, mana, irade, özgürlük, yetenek, sorumluluk gibi açılardan gerçekçi ve dengeli şekilde ortaya koyamamanın ıstırabını çekmektedir. Başta Yüce Yaradan olmak üzere, kendisiyle, varlıkla ve tüm evrenle olan ilişkisi ve uyumu bozulan bu çağın insanının en belirgin yanlarından biri, değerlerinden ve asli bağlarından kopmuş görüntüsüdür. Bu savrulma, geçmişi kararttığı gibi bugünü parçalamakta ve geleceği daha da belirsizliğe dönüştürmektedir. Aynı şekilde hızın her yönüyle hayatı kuşattığı bu çağda insan, bir yandan baş döndürücü değişimlere ayak uydurmaya çalışırken diğer yandan da büyük bir tedirginliğe doğru sürüklenmektedir. Bu karmaşa ve yarış hâli, doğal olarak insanları yormakta, onları huzursuz ve mutsuz hâle getirmektedir.

Düşüncelerinin yönünü tayin etme kabiliyetine sahip olarak yaratılan insanın yeryüzü yolculuğunda düşünsel ve aktüel anlamda her an şiddetli akıntılara ve sarsıntılara maruz kalma ihtimali, aynı zamanda onun sistematik bir mücadele zemininde bulunmasını zorunlu kılmaktadır. Olumsuz duygu ve düşüncelerin davetine karşı insan olmanın temelini oluşturan değerler ekseninde bir istikamet ve mücadele için en temel faktör ise iradedir. Bir amaca yönelik çalışmada bulunurken ancak kararlılıkla, güçlü bir irade gösterilerek sonuca ulaşılabilmektedir. Düşünce ve duyguların aynı hedefe doğru gösterdikleri birliktelikle elde edilen başarı ise azmin ve irade gücünün tabii sonucudur. İradeli olmak, sadece başarının değil aynı zamanda huzurlu olmanın da temel şartıdır.

İstek, umut veya beklentiden müteşekkil bir kuvvet olan irade, söz ve davranışların gerçekleşmesinde öncelikle yer alan etkendir. Başka bir ifade ile insanın irade sahibi olması, ona davranışlarını özgürce gerçekleştirme imkânı sağlamaktadır. İnsan, dilediğini yapmakta özgürdür (Fussılet, 41/40.)  ancak, özgürlük, herhangi bir bağlılığın ve yükümlülüğün olmaması değil, tercihleri için insanın sorumluluk duygusuyla hareket etmesidir. İnsanın tercihleri ya kendi yararına ya da zararınadır. (Bakara, 2/286.) İradenin düşünce tarihindeki devasa yeri de buradan, özgürlüğün sorumluluk ile olan zorunlu bağından kaynaklanmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de iradeden bahseden ayet-i kerimelerde sorumluluk, insanın davranışları bakımından dikkat çekici bir şekilde ön plandadır. Herkesin yaptığının sonucu kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Hiç kimse bir başkasının günahından sorumlu değildir. (Enam, 6/164.) İnsanın sorumluluğu sınırlı bir özgürlük alanı olarak kendi iradesine dayalıdır. Şüphesiz ki yüce Allah, insana doğru yolu göstermiştir, insanın şükredenlerden ya da nankörlerden olması ise kendi tercihidir. (İnsan, 76/3.) Kim doğru yolu izlemeyi seçerse bunu kendi lehine seçmiş olacaktır, kim saparsa yine bunu kendi aleyhine seçmiş olacaktır. (Yunus, 10/108.) Nihayetinde dünya hayatının sona ermesiyle insan, iradesiyle gerçekleştirdiği davranışların karşılığını görecektir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de, “Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.” (Fussilet, 41/46.) buyurmak suretiyle insanın kendi varlık alanı içinde özgür bir iradeye sahip olduğunu belirtmekte ve bundan dolayı yapıp ettiklerinden sorumlu tutulacağına işaret etmektedir. İnsanın bu mükellefiyeti aynı zamanda onun en güçlü yanını; bir şeyi yapıp yapmama iradesini de ortaya koymaktadır. Bu belirleyiş ise gerek sosyal gerekse dinî hayatta muvaffakiyetin ön şartı olan iradeyi yönetmekle, eğitmekle sağlanabilmektedir. Zira eğitim, öteden beri kişisel ve toplumsal sorunların çözümünde rol oynayan etkili bir amil olmuştur. 

Eğitimin en belirgin yanı, duyguları kullanmak suretiyle insanda düşünme alışkanlığı kazandırmak, fikirlerle eylemler arasında kuvvetli bir bağ kurarak düşüncenin harekete geçmesini temin etmektir. Düşünme, seçme ve bağlanma, insanın sorumluluklarını kabul ettiği iradeli davranışların başlıca dayanaklarıdır. İrade, hayatın hemen her alanına doğrudan veya dolaylı olarak temas ettiğinden “irade eğitimi” özel bir süreci gerektirmektedir. İrade eğitimini bir hayat tarzı hâline getirerek, amaçlar ve hedefler için zamanı doğru kullanmayı öğrenmek, söz ve hareket, inanç ve davranış ikilemi yaşamadan hazlara ve arzulara direnç gösterebilme dirayeti kazanmak, bu zorlu sürecin en can alıcı aşamalarıdır. Sağlam bir irade, insanın temel özelliklerini ortaya koyan iyi bir eğitimle mümkün olabildiğinden, irade eğitiminde insanın ruhu ve bedeniyle bir bütün oluşu muhakkak ön planda tutulmalıdır. Bununla beraber şuurlu bir varlık olarak yaratılan insanın kendi hayatı üzerindeki kontrolünü giderek kaybetmesine neden olan; anlamsız uğraşlar, sınırsız ihtiraslar, atalet, kaygı, şiddet gibi ruh hâlleriyle tezahür eden irade zayıflığı, insanoğlunun başarısızlığının en temel müsebbibi olmuştur.

İnsanı, hayatın anlam ve gayesini izah eden değerlerden ayrı düşünmemek gerekmektedir. Bu sebeple İslam’ın evrensel değerlerinin kılavuzluğunda eğitilmiş bir iradeye duyulan ihtiyaç göz ardı edilmemelidir. Sağlam bir iradeyle, İslam ümmetine ve insanlığa hizmet etmek için her zaman zinde olunmalıdır. Hayatın karmaşasına karşı yol alırken akıp giden zamanın muhasebesi iyi yapılmalıdır. Önemli ve öncelikli işler ertelenmemeli, hayatı verimsizliğe mahkûm eden unsurlara karşı irade eğitimi ile mukavemet edilmelidir. 
Güçlü bir irade vasıtasıyla süreklilik gösteren ve sabırla mücadele edilerek başarıya ulaşan bütün çalışmalar, bize iyi bir gelecek armağan edecektir.

Editör: Mehmet Çalışkan