Prof. Dr. Ali Erbaş
Diyanet İşleri Başkanı
Diyanet Aylık Dergi Haziran 2022

Kabe insanlığın en kadim mabedidir. Rabbimiz bu hakikati, “Gerçek şu ki insanlar için yapılmış olan ilk ev, alemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke’deki evdir.” (Âl-i İmran, 3/96.) ayetiyle beyan etmiştir. Tarihten günümüze her müminin gönül dünyasında müstesna bir yeri olan Kâbe’yi ziyaretin ve Beytullah ile buluşmanın zirvesi olan hac ibadeti müminler için en büyük özlemdir. 

İslam’ın beş temel esasından biri olan hac, zamanı ve mekânı belli bir ibadettir. Gücü yetenlere ve yol bulanlara Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Yüce Allah, “…Gitmeye gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkar ederse bilmelidir ki Allah hiçbir şeye muhtaç değildir.” (Al-i İmran, 3/97.) ayeti ile haccın farziyetini ifade buyurmuştur. Dolayısıyla hac, tevhidin merkezi olan Kabe’ye yapılan mübarek bir yolculuğun adıdır. O, bir yerden başka bir yere fiziki bir yolculuk olduğu kadar insanın özüne ve yaratıcısına yaptığı manevi bir yolculuktur. Bu yolculuk, ferdi ve içtimai, dünyevi ve uhrevi birçok fayda barındırmaktadır. Hac, Allah’ın davetine gönül verenlere takvayı, sabrı, şükrü, sorumluluğu, fedakarlığı, vefayı ve cömertliği öğreten ve hissettiren bir ibadettir. Tüm bu faydalarıyla birlikte hac ibadetinde aslolan Allah’ın emrine itaat ve ona kurbiyettir. 

Birçok sembole sahip olan hac, mümince bir hayatın nasıl anlaşılması ve yaşanması gerektiğinin mesajları ile doludur. Bu meyanda hacca niyet, Allah’ın emrine icabettir. İhram, ahiret bilinciyle hayata anlam vermektir. Giydiğimiz dikişsiz elbise sahip olunan her türlü ayrıcalıktan kurtulmaktır. Telbiye, dilleri, renkleri ve statüleri farklı olsa da amaç ve hedefleri bir olan Müslümanların ortak yakarışıdır. Hz. Adem’den beri tevhidin çağrısına şeksiz ve şüphesiz “Buyur Allah’ım! Emrine amadeyim!” diyebilmektir. Allah’ın “evim” demek suretiyle taltif ettiği Kabe etrafında tavaf, her şeyin kendi yörüngesinde döndüğü bir alemde nihai dönüşün Allah’a olacağının bilincinde olmaktır. “Nerede olursanız olun yüzünüzü Mescid-i Haram tarafına çevirin…” (Bakara, 2/144.) emrine bir ömür icabet eden müminlerin bedenen ve ruhen buluştuğu ve kenetlendiği yerdir metaf. Safa ile Merve arasında say, insanın korku ve ümit içinde arayışına devam etmesinin, her şeye muktedir olan Allah’tan asla ümit kesmemenin ifadesidir.

Her yıl ibadet maksadı ile sadece bir günlüğüne kurulan dünyanın en sade şehri diye isimlendirebileceğimiz Arafat, adeta ölmeden önce ölmenin, hesaba çekilmeden önce kendini muhasebe etmenin mekanıdır. Arafat’ta vakfe ise günahlardan arınmanın arzulandığı, hakkın, hakikatin yanında yer almanın sözünün verildiği asil ve onurlu bir duruşun adıdır. Arafat’taki duruş, gayeleri, talepleri, dertleri ve duaları aynı olan Müslümanların dünyada eşi ve benzeri görülmeyen ortak bir duruşudur. Aynı zamanda Müslümanların Allah Resulü’nün “Hac Arafat’(ta bulunmak)tır…” (Tirmizi, Hac, 57.) beyanının dini, ilmi, tarihi ve kültürel boyutlarını, fonksiyonlarını ve taşıdığı manayı, günümüzde yeniden düşünmelerini gerekli kılan bir duruştur. Mina dünya hayatında en büyük idealin Allah’ın rızası olduğunu öğretir. Hacda kestiğimiz kurbanlar, malı Allah yolunda verebilmenin Müslümanın en önemli meziyetlerinden biri olduğunu hatırlatır. Usulüne, erkânına ve adabına hakkıyla riayet edilmek suretiyle yerine getirilmiş haccın kazancını sevgili Peygamberimiz, “Her kim bu evi (Kâbe’yi) haccederken, (söz ya da eylemle) cinsel yakınlığa yeltenmez ve kötülük işlemezse anasının onu doğurduğu günkü (günahsız) hâline dönmüş olur.” (Buhari, Muhsar, 10.) sözleriyle dile getirmiştir. Hacının bundan sonraki tüm arzusu Allah Resulü’nün müjdesine layık olmak için elde ettiği bu safiyeti korumak olmalıdır. 

Gidebilen için büyük bir sevinç, gidemeyen için ise derin bir özlem sebebi olan hac, daima meşakkat sözüyle dile getirilmiştir. Bu meyanda Allah Resulü’nden (s.a.s.) itibaren Müslümanlar, hacıların yükünü hafifletmek için her türlü imkanlarını seferber etmeyi bir ibadet olarak görmüşler, hiçbir fedakarlıktan kaçınmamışlardır. Bu anlayışın bir gereği olarak hacıların yol güvenliğinden su ihtiyacına, sağlık hizmetlerinden iaşeye kadar her şeyi düşünmüşler, hac yolculuğu için emirü’l hacdan vezir ve kadılara, kervan komutanından tabip, cerrah, imam ve kâtiplere kadar birçok kişiyi görevlendirmişlerdir.

Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bizler de geçmişin bu tecrübesinden istifade ederek yarım asra yakın bir süredir milletimize en güzel hizmeti vermek için çalışıyoruz. Bu kutsal yolculuğun müminin hayatında bir milada dönüşmesi için hiçbir özveriden kaçınmıyoruz. Hac yolculuğunun Türkiye safhasında personel seçimi ve eğitiminden hac hazırlık kurslarına, kadın irşat görevlisinden pasaport, vize ve aşı işlemlerine kadar her bir ayrıntıyı büyük bir titizlikle yönetiyoruz. Haccın Suudi Arabistan safhası için ise hazırlıklarımıza aylar öncesinden başlamaktayız. Vatandaşlarımızın huzurlu ve bereketli bir şekilde hac ibadetlerini yerine getirebilmeleri için koordinasyon, sağlık, barınma, yeme içme, kurban, kargo, emanet ve servis başta olmak üzere birçok alanda hizmet birimleri oluşturmaktayız. Başkanlık olarak haccın ibadet olduğu kadar bir de temsil yönü olduğunun bilinciyle hareket ederek devletimizin ve milletimizin asaletine uygun hizmetler üretmeyi ulvi bir görev bilmekteyiz. Yüce Rabbimizden haccımızı ve tüm ibadetlerimizi kabul buyurmasını, rahmetine ve mağfiretine vesile kılmasını niyaz ediyorum.  

Editör: Mehmet Çalışkan