“Ente Rabbun ve ene abdun” (Sen Rab’sın ben de kulum)... Bir insanın kurabileceği en değerli, en anlamlı, en işlevli cümle bu olsa gerek. Bu cümle, kişinin kendini/konumunu bilmesi ve kendisini o konuma layık göreni itiraf etmesi demek olup  “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et” (Hicr, 15/99) ilahi fermanının gereği olarak söylenmiştir. Aynı şekilde bu cümle, “Ben cinleri ve insanları Bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zâriyât, 51/56) hakikatinin de kabulü ve göstergesidir.

Zikrettiğimiz bu ve benzeri ayetlerden hareketle insanın yaratılış gayesinin “ibadet” olduğu ifade edilmektedir. Ramazan ayı münasebetiyle bu gayeye atıflar yapan, Ramazan’ın ibadet ayı olduğunu vurgulayan pek çok yazı kaleme alınır, buna dair pek çok sohbet ve program icra edilir. Ne var ki, insanın yaratılış gayesinin ibadet olduğu hususu, doğru olmakla birlikte eksik bir tanımlamadır. Çünkü insan, dünyaya sadece ibadet etme amacıyla gönderilmemiştir. Eğer insanın temel gayesi sadece ibadet etmek olsaydı dünyadan el etek çekip münzevi bir hayat yaşamaya ilk müsaade eden Hz. Peygamber (s.a.s.) olurdu. Oysaki o, kendini dünyevi zevklerden mahrum bırakan, sadece ibadet endeksli bir yaşam sürmeye karar veren sahabîleri ikaz etmiş ve onları bu tutumlarından menetmiştir. (Buhârî, Nikah, 1) Bu hadise, insanın vazifesinin sadece kulluk olmadığının en önemli göstergesidir. Yine Kur’an’da bize öğretilen “Rabbimiz bize dünyada da iyilik ver” (Bakara, 2/201) duası, yaratılışın bir de dünyevi amacının olduğuna işaret etmektedir. İşte ibadetin yanı sıra insana yüklenen bir diğer vazife şudur: “Allah’ın halifesi olmak ve O’nun adına tasarrufta bulunarak yeryüzünü imar etmek”. Nitekim insanın bu vazifesini şu ayet-i kerime açıkça göstermektedir: “O, sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli kıldı.” (Hud, 11/61)

Peki, yeryüzünü imar nedir ve nasıl olacaktır? Yeryüzünü imar vazifesi sadece bina, yol, köprü imarı değildir. Canlı-cansız bütün varlığa, içinde yaşadığımız yerküreye hatta evrenin ulaşabildiğimiz noktalarına faydası dokunulacak ve ıslah edecek işler yapmaktır imar. Bu imar ise, öncelikle gönüllerin ve zihinlerin imarıyla olacaktır. İmar olmuş bir gönül ve zihin, yeryüzünde düzen, istikrar ve adaletin egemen kılınmasını; kaos, anarşi ve zulmün bertaraf olmasını sağlayacaktır.

Dikkat edilecek olursa insana yüklenen ibadet ve imar vazifelerinin birbirini tamamlayan unsurlar olduğu görülecektir. Nasıl ki, insanın sağlıklı bir biçimde yaşaması ve ibadetlerini sorunsuzca ifa edebilmesi için yeryüzünün imarı bir gereklilik ise, yeryüzünün “halife” vasfına uygun olacak şekilde imar edilmesi de ibadet vazifesini bihakkın yapmaya bağlıdır. Zira ibadetten yoksun ve kulluğun zevkinden mahrum olan insanın gönlü ve zihni mamur olmamış demektir. Gönlü ve zihni mamur olmamış bir insan da, yeryüzünü imar etmek bir tarafa bütün insanlığı yok edebilecek, içinde yaşadığımız gezegenin sonunu getirebilecek bir buluşa (!) imza atabilir. Nitekim israfla, aşırı tüketimle, bilinçsiz/çarpık yapılaşmayla yaşadığı dünyayı tahrip etmekle yetinmeyen insanoğlu uzay boşluğunu bir uydu çöplüğüne dönüştürmüş; kendi kıyametini adeta kendi elleriyle hazırlamaya başlamıştır. Bu noktada ibadetle mamur olmuş bireylerin yeryüzünü imarda aktif rol almasının önemi bir kez daha açığa çıkmaktadır. Sadece sözlü duayla, salt ibadetle dünyamızı kurtaramayacağımız için imar vazifesini de bir ibadet gibi kabul etmeli ve bu hususta herkes bulunduğu konum itibariyle yeryüzünü imar etmek için çaba sarf etmelidir. Çiftçi ekinleri bozmayarak, işçi/memur vazifesini kaytarmadan bihakkın yerine getirerek, (b)ilim adamı ilmini Hak ve halk için kullanarak sorumluluğunu yerine getirmeye çalışmalıdır. Aksi takdirde yeryüzünde bozgunculuk yapanlara, ekinleri ve nesilleri tahrip edenlere (Bakara, 2/205) imkân verilmiş olacaktır.

Dolayısıyla nasıl ki namaz, oruç, hac gibi ibadetler farz olup bunları yerine getirmeyen vebalde kalıyorsa aynı şekilde iktisatta, sağlıkta, teknolojide, savunmada, tarımda, hayvancılıkta ve daha pek çok alanda Müslümanların hep önde ve zirvede olması da farzdır; bu hususlarda geri kalmak, başkalarına muhtaç olmak ve yeryüzünün tahrip edilmesine göz yummak da vebaldir.

Netice itibariyle ibadet gibi asli bir vazifemiz olan imar sorumluluğumuzu Ramazan ayı vesilesiyle hatırda tutmak, iyi bir Müslüman olmak kadar, iyi bir tacir, memur, işçi olmak gerektiğini de unutmamak önem arz etmektedir. Bu temenni ve dileklerle Ramazan ayınızı en içten dileklerimle tebrik eder, bereket mevsiminin başta İslam âlemi olmak üzere bütün insanlara huzur ve barış getirmesini Yüce Rabbim’den niyaz ederim.