Önce bir nimetin anlaşılması için o nimetin elimizden çıkması gerekir. Hayâlî’nin dediği gibi, “O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler”.

Kişi sahibi olduğu iyi ve güzel şeylerin değerini pek bilmez hatta hiç kavrayamaz. Har vurup harman savurarak heba eder. Ancak elinden çıktıktan sonra anlar kadr-u kıymetini. Bir şeyin kıymetini anlamak için şu pencereden de bakabiliriz:

Emek olmadan kazanılan şeyin kıymeti bilinmez. Bir şeyi elde etmek için çok zahmetlere katlanıp varımızla, yoğumuzla gayret edip bin bir çile çekerek azim ve gayret sarf ederek kazandğımız bizim için çok değerli olur.

Terim yerindeyse tırnaklarımızla kazıyarak nice fedakarlıklardan sonra elde ettiğimiz makam, mevki, mal, mülk büyük bir nimet olur. Kaybetmemek için gözbebeğimiz gibi itina ile bakarız ve koruruz.

Nimet rahmettir, bela, musibet ve zulüm de zahmettir.

Rahmetin üzerimize gelmesi demek bütün kötülüklerden, beladan, zulümlerden kurtulup huzura ve rahata kavuşmak demektir. Eğer direk veya doğar doğmaz rahmete kavuşursak Hayâlî’nin sözündeki balıklar gibi nimet denizinde yüzdüğümüzden bihaber oluruz. Neticesinde de nankörlüğe gideriz. Fakat önce zahmeti çekersek, bela ve sıkıntılarla hem dem olursak nimetlerin farkına varır ve değerini biliriz. Zahmetlerden sonraki rahmet, bizlere hayatımızın her anın güzel ve eşsiz bir hazine olduğunun farkına vardırır.

Yukarıdaki açıklamaları yaptıktan sonra katlanmak zorunda kaldığımız zahmetlere bir de şu çerçeveden bakalım:

Bela ve musibetler bizler için büyük birer nimettir.

Bu ne demek? Bu nasıl olur? Dediğinizi duyar gibiyim. Zahmette rahmet vardır diye bir söz vardır. Evet, Allah'ın gönderdiği musibetler bize rahmettir. Çünkü, zahmet rahmeti celbetmektedir. Yani zahmetler, belalar ve musibetler bize Allah'ın rahmetinin geleceğinin birer müjdesidir.

Şöyle bir peygamberlerin hayatlarına bir bakalım.

Önce zahmetler çekmişler, önce halkı tarafından türlü türlü zulüm ve baskılar görmüşler. Hz. Yusuf (a.s.) öz kardeşleri tarafından kuyuya atılmış sonra iftiraya uğrayarak hapse düşmüş. Kuyudan çıkarılmış Mısır azizinin sarayında kendi babasının evinden daha rahat yaşamış. Hapisten çıkmış, Mısır'ın başına geçmiş.

Peygamberimiz (s.a.s.) Mekke'de en yakın akrabaları tarafından çeşit çeşit zulme, baskıya uğramış. Hicretle zulümden kurtulduğu gibi kendisine amade olan Medine halkı ile kısa bir zamanda hem İslam'ı yaymış hem de kendine zulüm eden Mekkelilere karşı zaferler kazanmış ve nihayetinde Mekke’yi fethetmiş.

Hepimizin bildiği Farz namazlardan sonra müezzinin okuduğu "Allahümme entesselam ve-minkesselam tebarekte ya zelcelal-i vel-ikram" (Allah'ım sen selamsın. Selamet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin) (Müslim, Mesâcid 135, (591); Tirmizî, Salât 224,) bu tesbihde ilk önce Allah'ın Celal ismi sonra ise İkram ismi zikredilir. Allah’ın Celal ismi, Allah’ın kahr ve gazabına delâlet eden isimlerini temsil eder ve musibetleri çağrıştırır, belaları getirir. İkram ismi ise, merhametli, asil ve şerefli olması manasına gelen ismidir. Bu zikirde ilk önce zahmet sonra rahmet gelmektedir.

Demirin ateşte eriyerek şekilden şekle girdiği gibi zahmet, bela ve musibet ateşinde nefsimizi eritip olgunlaştırıyoruz. Böylece şeytanın her türlü aldatmalarına karşı kendimizi uyanık tutuyoruz.

Şimdi gelelim günümüz dünyasındaki mazlumların ve Filistinlilerin durumuna.

Bilhassa İslam coğrafyası ve sömürü düzeni altında yaşayan Müslümanlar yılladır tam bir zulüm ve baskı yaşamaktadır.

Özellikle Ramazan’da zulüm artmaktadır yani zirveye çıkmaktadır.

Zulümlerin artması rahmetin müjdesidir. “Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara 2/214) ayeti müminlerin ilk önce zahmetlerle imtihan olunacağı ve sıkıntıların en zirveye çıktığı dönemde de Allah’ın yardımı geleceğinin müjdesini vermektedir.

Günümüzdeki zillet halinde olan mazlum Müslümanların haline bakıp da umutsuzluğa düşmeyelim.

Onlar için dua edelim.

Elimizden ne geliyorsa yapmaya çalışalım.

Unutmayım ve ümitvar olalım ki: Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın, Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.