Dünya kendi ekseninde ve Güneşin etrafında dönmeye devam ederken, yeryüzü savaşlardan çevresel felaketlere, insanî dramlardan salgın hastalılarla küresel musibetlerle kuşatılmışken, bilim insanları her gün ...

Dünya kendi ekseninde ve Güneşin etrafında dönmeye devam ederken, yeryüzü savaşlardan çevresel felaketlere, insanî dramlardan salgın hastalılarla küresel musibetlerle kuşatılmışken, bilim insanları her gün yeni felaket senaryolarından bahsederken, havanın, suyun, toprağın her geçen gün daha çok kirletildiği iyice aşikâr olurken ve bütün bunlar karşısında dünya insanı oldukça yorgun, umutsuz ve şaşkın bir psikolojiye hapsolmuşken zamanın hicri hesabına göre bir Ramazan ayına daha geldik.

Müslümanların yaşadığı her yerde tatlı bir heyecan ve telaş var. Zira Ramazan ayı, Müslümanların hayatında gelişi en çok hissedilen zamandır. Bir sevgiliyi bekler gibi özlemle, göklerden gelen bir misafiri karşılar gibi ciddiyetle yapılan hazırlıklar her evden, mahalleden ve şehirden fark edilir.

Yediden yetmişe her müminin hayatında oruç ibadeti ve Ramazan ayı ile ilgili unutulmaz heyecanlar ve hikayeler vardır. Aslında her zamanki yemeklerimizin bambaşka tat ve kokularla soframızı kuşattığı iftarlar, adeta geceyle beraber çıkılan kutsal bir yürüyüşün asaleti ve sükunetiyle yapılan sahurlar, coşkuyla kılınan teravihler, Ramazan etkinlikleri ve geleneklerimizle hatıra dünyamızda güçlü izler bırakır.

Elbette tüm ibadetler öncelikle insanı ve tüm evreni yaratan Allah istediği için yapılır. Nitekim müminler; “Ey iman edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de oruç yazıldı.” ayetinin gereğine itaat ederek oruç tutarlar. Bu gerçeğe yakından bakıldığında ise tüm ibadetlerin, varoluşun hakikatine ve yaratılış gayesine rehberlik ettiği görülecektir. Oruç ibadeti, henüz sınırları keşfedilemeyen devasa evrende milyarlarca gezegenden biri olan dünyamızda, milyonlarca canlı türü içinde üstün özelliklere sahip olarak yaratılan insana kimliğini, gayesini ve şuurlu bir varlık olduğunu hatırlatır.  Onu, kendi aklının ve kalbinin derinliklerine doğru tefekkür yolculuğuna çıkarır. Nitekim modern insanın en derin bunalımı, varoluşun gayesine dair yaşadığı anlam krizidir. Anlamı keşfedemeyen insan güzel ahlakı ve hukuku da muhafaza edememiştir. İşte Ramazan ayı ve oruç ibadeti, anlam ve ahlak çizgisinde fırtınalar, türbülanslar yaşayan, gerilimler ve gelgitlerle kuşatılan insana sekinet, sükûnet ve hakikat limanıdır. Bir tefekkür ve arınma okuludur. Mülkün sahibi, alemlerin rabbi, hayatın ve ölümün hâkimi olan yüce Allah’a yöneliş ve O’nun yanına sığınmadır. Bu yönüyle ibadetler insanın muhtaç olduğu en büyük nimetlerdir. Dolayısıyla oruç her yıl adeta kirlenen duyguları temizlemeye, örselenen ruhları onarmaya, zayıflayan erdemleri güçlü kılmaya, unuttuğumuz hakikatleri hatırlatmaya gelir.

Ramazan ayı dikkatlerimizi en güçlü şekilde Kur’an-ı Kerim’e çeker. Ayet-i kerimede “Ramazan ayı, insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği aydır,” buyrulur. Ramazan ayını önemli kılan en büyük özellik Kur’an’ın bu ayda nazil olmaya başlamasıdır. O Kur’an ki hayat kitabıdır. Allah’ın insanlığa son vahyidir. Sözlerin en doğru ve güzel olanıdır. Mü’min gönüllere şifadır. İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran bir hidayet rehberidir. İnsana; hayatı, evreni, yaratanı, varoluşun gayesini tanıtan; hakkı, hakikati, edebi, hikmeti, adaleti, merhameti, bütün insani değerleri ve yeryüzünü güzelleştirecek ilkeleri öğreten; iffetli ve onurlu bir hayatın, adil ve huzurlu bir dünyanın yolunu gösteren kitaptır.

Her mü’min için Kur’an’ı en güzel şekilde okumak, en doğru şekilde anlamak, en iyi şekilde yaşamak ve onun hayat veren ilkelerini en uygun yöntemle bütün dünyaya tanıtmak, en yüce ideal olmalıdır.  Ramazan ayı ömrümüzü Kur’an ile imar etmek, evimize huzur, kalbimize inşirah, hayatımıza güzellik ve bereket getirmek, yeryüzünü yeniden esenlik yurduna dönüştürmek için eşsiz bir fırsattır. 

Oruç ruhu incelten, kulu Rabbine yaklaştıran, nimetin kadrini öğreten ve muhtaçlarla paylaşma sorumluluğunu en iyi öğreten ibadettir. Hata ve günahlardan arınma vesilesidir. Sevgili Peygamberimiz, “Kim inanarak ve sevabını Yüce Allah’tan umarak ramazanda oruç tutarsa ve gecelerini ihya ederse onun geçmiş günahları bağışlanır” buyurmuştur. Öyleyse bu zamanlar, tüm hata ve günahlardan samimi bir pişmanlık içinde, bir daha aynı davranışlara yaklaşmamak azmi ve bilinciyle Allah’a söz vermek olan tövbe için değerli bir imkandır.

Ramazan ayı her halimizi, tüm tutum ve davranışlarımızı gözden geçirmek için en uygun zamandır. Bu zamanı vesile kılarak kalbimizle, Rabbimizle, ailemizle, çevremizle, varlık alemiyle ilişkimizi; inancımızın ilkeleri ışığında, insanî erdemler çizgisinde, tevhit, kulluk, adalet, merhamet, sorumluluk ve güzel ahlak zemininde, derin bir tefekkür ve muhasebe ile gözden geçirebiliriz. Niyet ve hayat çizgimizle Rabbimizin bizler için çizdiği istikametin mukayese ve muhasebesini yapabiliriz. Zira Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de; “Rabbimiz Allah’tır” deyip de dosdoğru çizgide yaşayanlar, işte onların üzerine melekler şu müjdeyle inerler: “Korkmayın, kederlenmeyin, size vaat olunan cennetle sevinin!” ayetiyle dosdoğru olmayı en büyük hedef olarak göstermektedir. Böylece mümin hayatının en belirgin özelliği “doğruluk” olmaktadır. Yani inançta, ibadette, ticarette, dostlukta, düşmanlıkta, sevgide, öfkede, darlıkta, genişlikte, yoklukta, bollukta, hayatın her anında dosdoğru olmaktır.

Yardımlaşma ve paylaşmanın en güçlü olduğu, zekât, fitre, fidye ve sadakalarla bireysel ve toplumsal huzurun hayatı güzelleştirdiği iyilik mevsimidir. Tüm bu yönleriyle oruç ibadeti, mideyi bir müddet aç bırakırken kalbi alabildiğine doyurmaktadır.

İbadetler insanı niyet ve samimiyet ekseninde Yaratan’a, kardeşlik ve muhabbet ikliminde yaratılanlara yaklaştırmaktadır. Bu anlamda ibadetin varlığı güzel ahlak ile belli olacaktır. İmanın ve Allah’a itaatin gereği olarak yerine getirilen her ibadet, hikmetleriyle hayata sayısız güzellik katacaktır. Bu bağlamda oruç ibadetiyle ilişkimizi ifade eden “tutmak” eylemi dikkat çekicidir. Zira tutmak tek taraflı ve edilgen bir durumu değil, karşılıklı ve aktif bir eylemi ifade eder. Çoğu defa insan düşmemek, ayakta durmak, yerinde emin kalmak, sağlam durabilmek için bir yere tutunma ihtiyacı duyar. Yani tutmak bir nevi tutunmaktır. Diğer yandan insan için en temel yaşamsal ihtiyaçlardan birisi de ideallerini ve beklentilerini gerçekleştirmeye vesile olacak sağlam ve güvenilir bir değere tutunmaktır. Nitekim bugün insanlık son üç asırdır daha iyi bir hayat adına tutunduğu her şeyin iflasını görmenin şaşkınlığı, hayal kırıklığı ve tutunacak bir yer bulamamanın çaresizliği ile yorgun düşmüştür.

Her iyilik ve ibadet ile müminler hakka, hakikate, vicdanın enginliğine, rahmetin sekinetine, merhametin gücüne tutunur. İbadetlerin öğrettiği değerler sayesinde huzur ve güvenle ayakta durur. Dolayısıyla biz orucu tutarken orucun da bizi tuttuğunu düşünmemiz ve bu gerçekliği idrak etmemiz gerekir. Biz namazda kıyama durduğumuzda, namaz da bizi asaletle ayakta tutar.  Biz zekât ve sadaka ile malımızı paylaştığımızda, mazlumlar ve muhtaçlar Allah’ın kabul edeceğini vaat ettiği dualarını bizimle paylaşır. Eğer biz orucu hikmetlerini yaşayarak ve faziletini kuşanarak tutarsak, oruç ta bizi güzel ahlak üzere tutacaktır. Biz orucu iman ve kulluk bilinciyle tutarsak oruç bizi hak ve hakikat üzere tutacaktır. Biz orucu samimiyetle tutarsak oruç bizi merhamet üzere tutacaktır. Biz orucu yüreğimizde hissederek tutarsak oruç bizi vicdan çizgisinde tutacaktır. Biz orucu karşılığını sadece Allah’tan bekleyen bir farkındalıkla tutarsak oruç bizi izzetle yaşanan bir hayat üzere tutacaktır. Biz orucu paylaşmaya vesile kılarsak oruç da kardeşliğimizi güçlü tutacaktır.

Elbette orucun imsaktan iftara kadar yeme-içme ve belli davranışlardan uzak kalmanın ötesinde çok derin manaları vardır ve biz asıl bu mana ile buluşunca oruca tutunmuş oluruz. Zira insanı insan yapan yönü, fiziki ve biyolojik varlığından öte sahip olduğu değerler dünyasıdır. Dolayısıyla bütün ibadetlerin asıl işlevi de değerler dünyasında ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda Peygamber Efendimizin “Oruç tutan nice kimseler vardır ki oruçtan nasibi sadece aç kalmaktır. Geceyi ibadetle geçiren nice kimseler vardır ki kıyamdan nasibi sadece uykusuz kalmaktır.” hadis-i şerifi çok çarpıcı bir hakikati beyan etmektedir.  Nitekim günün belli saatleri arasında aç-susuz kalmak mümkündür. Ama asıl önemli olan, aynı zamanda kalbi her türlü haset, nifak, kin, nefret, ön yargı, bencillik, kibir vb kötü duygulardan uzak tutmaktır. Samimiyet, muhabbet ve iyi niyet üzere tutmaktır. Dili yalan, gıybet ve çirkin sözlerden uzak tutmaktır. Sözü zarafet ve nezaket üzere tutmaktır Aklı hakikat üzere tutmaktır. Bencillik ve duyarsızlığın hayatı kuşattığı biz zamanda yardımlaşma ve paylaşma ile kardeşliği ve insani değerleri canlı tutmaktır.  Öyle tutalım ki orucu iyilik tutsun yüreğimizden, hakikat şikayetçi olmasın aklımızdan, muhabbet eksik olmasın kalbimizden, nezaket uzak kalmasın dilimizden. Nitekim Peygamber efendimizin “oruç kötülüklerden koruyan bir kalkandır,”  sözü, sadece dış dünyanın kötülüklerine karşı değil, aynı zamanda ve daha önemli bir işlev olarak kendi iç dünyasında mümine yakışmayan duygulara karşı onu koruyan bir kalkan olarak da anlaşılmalıdır.

Diğer yandan Ramazan ayı, yıl boyunca aşınan ve zayıflayan değerlerin yenilenmesi ve güçlenmesi için bir manevi bakım dönemidir ve asıl gaye, orucun öğrettiği değerleri bütün yıla ve hayata egemen kılmaktır.  Zira orucun öğrettiği değerlerle hayata tutunduğumuzda kalbimizden mahallemize, ülkemizden yeryüzünün tamamına kadar daha güzel bir hayatın inşasına dair güçlü bir umuda tutunmuş olacağız. Kin, haset, nefret, korku, ümitsizlik ve ötekileştirmenin olmadığı; güven, sevgi, saygı, kardeşlik ve dayanışmanın hâkim olduğu bir hayatın yolunu tutmuş olacağız.