Kâinattaki düzenin temeli tevhittir. Tek olan Allah tarafından yaratılmıştır. Aksi halde bu mükemmel düzeni hiçbir güç tesis edemezdi ve kainata kaos hakim olurdu. (bkz. Enbiya, 22/22). Gazali’nin kâinatın varlığıyla ilgili olarak “mümkün olanlar içinde şu an olandan daha güzeli olmadığını” ifade etmesi kâinatın en güzel şekilde yaratılmış olmasına dikkat çekmekle birlikte bu eşsiz sanattan bu sanatın sanatkârını gösteren bir “ayet” oluşunu anlamak da mümkündür. Kâinatın varlığı, bazı züht ehlinin ifade ettiği gibi nasıl Kur’an “tedvin-i kitap” ise kâinat da “tekvin-i kitap”tır. Allah’ın (c.c.), Kur’an-ı Kerim’de beş yüzü aşkın yerde çeşitli saiklerle yeri, göğü, toprağı, suyu işaret etmekte ve bunların hem eşsiz yaratılışını hem de nimet oluşunu düşünmemizi istemektedir. Allah’ı (c.c.) tesbih eden ve daima onun buyruklarına boyun eğen kâinat, insanın hayatını devam ettirmek için gerekli olan su ve diğer bütün yiyecekleri içecekleri bulduğu yerdir. Bu büyük nimet, büyük sorumluluk gerektirmektedir. Bundan dolayı “halife” sıfatını taşıyan insanın yeryüzünü imar etme görevinin yanında bütün bir kâinatın kendisine emanet olduğu bilincini de diri tutması gerekir. Bu şuur bugünümüz için önemli olduğu gibi daha sonra gelecek nesiller için de önemlidir.

Kâinat, tevhidin alameti, Allah’ın (c.c.) varlığının ayeti olmasının yanında insanlar için bir nimet ve emanettir. Bundan dolayı insan gibi kâinatın da korunması gerekir. Zira insan küçük bir kâinat, kâinat ise büyük bir insandır. Bu yönüyle çevre ve tüm kâinat da müminlerin imtihanının bir parçasıdır. Bundan dolayı mümin, kâinata yönelik hem ferdi manada israf etmekten hem de kitlesel manada ifsadın bir parçası olmaktan uzak durmalıdır.

Kâinata karşı olan bu ihtimam, İslam ilim geleneği ve medeniyeti içinde kendisine yer bulmuş, insanın Rabbiyle, nefsiyle, diğer insanlarla, kâinatla; hayvanlarla, bitkilerle olan bütün ilişkilerinde kendisini göstermiştir. Özellikle hayvanlara ve çevreye karşı son derece merhametli olmayı emreden İslam, kâinatı sömürülmesi ve sorumsuzca saldırılması gereken bir ham madde yığını görmemiştir. Bunun yerine kendi hayatının bir parçası ve Rabbinin varlığının alameti ve onun sonsuz lütfu olarak görmüştür.

Dünya nüfusunun hızlı şekilde artmasına bağlı olarak günümüzde küresel çevre sorunlarının zuhuru, bunun üzerine çevrenin ehemmiyetinin öne çıkması, sınırlı kaynakların korunması, daha ekonomik kullanılması ve buna yönelik suyun arıtılması, atıkların işlenmesi gibi insanlığın bir takım buluşlara yönelmesinin temelinde kâinata verilen zararın yattığını kolaylıkla söylemek mümkündür. Daha da derine inildiğinde maalesef insanların doymak bilmeyen ve kıtalar aşan hırslarıyla da karşılaşılmaktadır. Eldekilerle yetinmek yerine, binlerce kilometre uzaklardaki ham maddelerin çeşitli entrikalarla sömürülmesi ve bunun neticesinde savaşların çıkması, milyonlarca insanın evsiz kalması, çocukların, yaşlıların ve kadınların ölüme terkedilmesi ve bütün bir dünyanın buna çözüm bulmakta aciz kalması veya madde-mana dengesini kaybettiğinden umursamaması, “küresel insanlık sorunu” bir başka ifadeyle “küresel ifsat” olarak karşımıza çıkmaktadır.

Allah (c.c.) yeryüzündeki fesadın yine insanlar eliyle çıktığını ifade buyurması (bkz. Rum, 30/41) bütün bu merhametten ve insaftan uzak şekilde insana ve kâinata yapılan bu kötülüğün bir karşılığı olarak insanlar sıkıntılarla karşılaşmaktadır. Yapılan bu kötü muameleye karşın kâinat, adetullah gereği bir nevi nefs-i müdafaada bulunmakta ve bunun neticesinde insanlar, üstesinden gelemeyecekleri ve aciz kalacakları bir takım hastalıklar ve salgınlarla karşı karşıya gelmektedir.

Bu günlerde de bütün bir dünyada yeni tip koronavirüs adıyla zuhur eden ve bulaştığı insanlara zarar veren ve hayatlarını kaybetmelerine sebep olan bir salgın ortaya çıkmıştır. Böylesi durumlarda Müslümana yakışan tavır şunlardır:

1. Dinimiz, hastalık durumlarında hem fiili hem de kavli duaya başvurulmasını tavsiye etmiştir. Zahiri dua sağlığın korunması için önleyici tedbirlere başvurmak ve hastalandıktan sonra da tedavi olmaktır. Zira Hz. Peygamber (s.a.s), her hastalığın mutlaka şifasının da yaratıldığını bildirmiş, (bkz. Buhârî, Tıp, 1; Müslim, Selâm, 26/69) ve “Tedavi olun ey Allah’ın kulları!” (İbn Mâce, Tıp, 1) buyurarak tedavinin önemine de dikkat çekmiştir.

2. Mümine yakışan hastalığın tedavisi ve salgının önlenmesi için alanın uzmanlarının verdiği bilgilere itibar etmektir. Zira gerek birey gerekse toplum olarak sağlık risklerine karşı dikkatli olunması ve özellikle de bulaşıcı hastalıklara karşı gereken tedbirlerin alınması dinimizin bir gereğidir. Nitekim Allah Resülü (s.a.s.), bu bağlamda bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engelleme amacıyla “Bir yerde salgın hastalık çıktığını duyarsanız oraya girmeyin, bulunduğunuz yerde salgın hastalık çıkarsa o bölgeden de ayrılmayınız” (Buhârî, Tıp 30; Müslim, Selâm 32/92-96) ve “Bulaşıcı hastalık taşıyanın sağlamla aynı ortamda bulunmasını engelleyiniz” ( Buhâri, Tıp, 53) buyurarak salgın hastalığa karşı tedbirli ve ihtiyatlı bir yol takip edilmesini emretmiştir.

3. Salgın hastalık durumlarında kişi, toplum sağlığını tehlikeye atmamak ve İslam’ın vazgeçilemez gördüğü “hayatı korumak” ilkesini gerçekleştirmek amacıyla söz konusu salgın geçinceye kadar insanlarla bir araya gelmemektir.

4. Salgını başkalarına da bulaştırma bağlamında cemaatle namaza ve Cuma namazlarına katılmamayı bir gereklilik olarak görmek bu konuda asla ısrarcı olmamaktır. Zira toplu halde eda edilen bu ibadetlere katılmak için sağlıklı olmak başkasının sağlığını da tehlikeye atmamak gerekir. Mümin, bu duyarlılığı gösterecek olgunlukta olan kişidir.

5. Müslüman, salgını başkalarına bulaştırma ve tüm ülkenin geneline yayılmasına sebebiyet vermemek için cemaatle namaz kılmaya ara verilmesini bir dindarlık sorunu hâline getirmez. Çünkü Allah’ın (c.c.), insan hayatının veya bir uzvunun kaybedilme tehlikesi olduğu durumları “muzdar” olarak nitelediğini ve böyle durumlarda haramların dahi işleneceğini emrettiğini bilir. Bundan dolayı salgın durumlarında asıl dindarlığın “insan hayatının devamı için alınan önlemlere” harfiyen uymak olduğunun şuurundadır.

6. İslam’ın büyük önem verdiği ve bütün ibadetler için zorunlu gördüğü maddi manevi taharete/temizliğe dikkat edilmelidir. Bunun için özellikle eller, ağız, burun, göz gibi mikropların vücuda yerleşebileceği düşünülen bölgelerini koruma altına alınmalıdır. Ayrıca mikropların yaşama alanı bulmasına karşı bedenin, elbiselerin ve bulunulan mekânın temiz olmasına ehemmiyet verilmelidir.

7. Mümin, bütün önlemlere ve tedbirlere rağmen bu virüse yakalanan biri olması durumunda virüsün bulaşmaması için gerekli önlemleri alarak o kişiye karşı yardım severliğini ve onun “eşref-i mahlûkat olan insan” olduğunu asla unutmamalı ve ihtiram göstermeye devam etmelidir. Bunun aksine bu kişilere karşı şiddet ve darp gibi yöntemlere başvurması virüsten daha tehlikelidir. Zira kişinin insanlığını kaybetmesi en büyük felakettir.

8. Mümin, salgına karşı tedbirli olmakla birlikte bu illet bulaştığında da isyan etmez. Çünkü hayatın bu dünyadan ibaret olmadığının, asıl hayatın ahiret hayatı olduğunun bilincindedir. Ayrıca bu tür salgın hastalıklar neticesinde hayatını kaybedenlerin şehit hükmünde olduğunu bildiğinden asla ye’se kapılmamalıdır. Her şeyin sahibi olan Allah’a sığınmalıdır.

9. Alanın uzmanları tarafından dile getirilen tedbirleri aldıktan sonra söz konusu hastalıktan kurtulmak ve buna olan inancını sağlam tutmak için Allah’a yönelmeli, sabrederek ve namaz kılarak ondan yardım istemelidir.

10. İnsanın acziyetinin ortaya çıktığı böylesi durumlarda fiili olarak yapılması gerek her şey yapıldıktan sonra Allah’a tevekkül edilmelidir. Bu hal sürdürülmeli, daima dua, zikir ve niyazda bulunmalı ve yapmış olduğu günahlardan ötürü af dilemelidir.

11. İslam’da asıl olan kendisinden önce mümin kardeşini düşünmek olduğundan temizlik malzemeleri başta olmak üzere gıda ve çeşitli ihtiyaçlar için diğer insanları mağdur edecek ve fiyatları yükseltecek şekilde bir stok yapmaya gidilmemelidir. Unutulmamalıdır ki kişi salgından sadece kendisini kurtarmayı amaçlamakla salgından kurtulamaz. Salgından ancak topyekûn mücadele ile ve hep birlikte kurtulmak mümkün olur.

12. Salgın hastalık gibi ülkenin zor günler geçirdiği durumlarda temizlik malzemeleri mümkünse ücretsiz olmalı, bu mümkün değilse kâr amacı taşınmaksızın insanlara ulaştırılmalıdır. Böyle zor günleri istismar etmek suretiyle “fırsatçılık” yapmak hem İslami hem de insani bir davranış değildir. Mümin bundan şiddetle uzak durmalıdır.

13. Salgın hastalıkla mücadele kapsamında çeşitli platformlarda “panik” ve “fitne” amaçlı asılsız yazılı ve görsel paylaşımlara karşı duyarlı olunmalı ve bunlara itibar edilmemelidir. Kişi, hem kendisinin hem de toplumun tamamının selameti için yetkililerin yapmış olduğu açıklamalara itibar etmelidir.

14. Önceki salgınlarda olduğu gibi bu tür salgınların bir gün sona ereceği akılda tutulmalı, kalıcı zararı olan bir takım yanlışlara tevessül edilmemeli ve ümit var olunmalıdır.