Devamlı bir telaş ve koşuşturmaca içinde olan insanın bir an durup düşünmeye, tefekküre vakti yok. Yaptığı işten boşluk bulduğunda veya boşluk oluşturduğunda bu defa dijital dünya da bir koşuşturma başlıyor. Her gün yeni çekimler, yeni içerikler, kim ne kadar izlenmiş, kim ne kadar takip edilmiş, kim ne kadar etkileşim almış, viral olan görüntü hangisi… İşte ve iş aralarında dijital dünyada geçirilen bir günün ardından akşam canlı kalmanın zorunlu koşulu olan yeme içme işlemlerinden sonra daha konforlu bir dijital sörfün kapıları aralanıyor. Gözlerin zorlamasıyla baş yastığa düşene kadar direnen insan, ertesi gün uykusuz ve yorgun uyanıyor ve ardından mevcut döngünün içine tekrar adım atıyor.

Gerçeklik ile arasında ciddi mesafeler oluşan insan, etrafında olup bitenlerden etkilenmiyor, en can alıcı durumlar bile onu eskisi kadar etkilemez hale geliyor. Bir canlının dünyada yaşayabileceği en acı durum olan ölümün bile etkisi anlık olabilmekte, saniyelik parmak hareketiyle ekrandan kaybolabilmekte. Zihninin ve düşüncesinin ciddi şekilde esir alındığının farkında olmayan insan, artık ne kendine ne de etrafındaki en yakınlarına zaman ayırabiliyor. Belki birkaç adım sonrası robotlaşma olan bu değişim girdabındaki insanın gerçeklikle tekrar bağını kurması, değerlerine sahip çıkması ve dünyayı sahip olduğu bu değerler ve inanç üzerinden anlamlandırması, dijital demir çemberi parçalamanın ilk adımı olabilir.

Değerler ve gerçeklikle ilişki kurulması için manevi sıçramaya ve canlılığa ihtiyaç vardır. Bu manevi sıçrama ile insan, farkındalığını artıracak ve insan olarak, bir dinin mensubu olarak, anne olarak, baba olarak, evlat olarak, kardeş olarak görevlerini yerine getirmede daha titiz davranacaktır. İşte üç aylar gibi önemli zaman dilimleri, değerleri anlama, etrafta yaşananların farkında olma, idrak etme ve gerçeklikle bağ kurmada insana bilinç kazandırma açısından son derece önemlidir. Her şeyden önce dünyadaki hayatın “ölüm” gibi bir gerçeklikle son bulacağı, insanın yaşadığı hayatın hesabını vereceği, dünyadaki amellerine göre mutluluk veya acılar içinde kalacağı sonsuz bir hayatın kendisini bekleyeceği hakikatlerinin farkına varmak için önemli bir fırsattır.

 Üç aylar, insanın bu hakikatleri hatırlayacağı ve hayatının umdesi haline getirmesi için imkân bulacağı bir zaman dilimidir.  Recep ayı ile başlayan bu manevi iklim Şâban ayı ile devam eder ve Ramazan ayı orucundan sonra gelen bayram ile son bulur. Hayat bir fırsat, bu günler de fırsat içinde fırsatlardır. Bu itibarla bu günleri değerlendirmek ve boş geçirmemek gerekir. Zira geçtiğimiz yıl bu ayları yaşayıp bu yıl aramızda olmayanlar olduğu gibi belki bu yıl idrak edip gelecek yıl erişemeyecekler de vardır.

Bu aylar geldiğinde Müminlerin hayatlarında değişiklik meydana gelir; hissiyatlarında bir duyarlılık, tezkiye ve arınma vesilesi olan ibadetlerine düşkünlük, gündelik hayatın koşuşturmacası içinde kaybolup gitme yerine idrakte yenilenme yaşarlar. Böylece imkân bulamadıkları sorgulama, muhasebe ve yenilenme için ellerine imkân geçer. Çünkü dini hayat, süreklilik ister, kararlılık ister, bunları diri tutmak için kalbin ve fikrin beslenmesi gerekir.

Üç ayların ilki olan Receb ayı girdiğinde Hz. Peygamber’in “Allah’ım! Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 259)” şeklinde yaptığı dua, hem Receb ayının hem de Şâban ayının değerlendirilerek Ramazan ayı için iyi bir hazırlık sürecine girildiğini göstermektedir. Bu ayların ilki olan Receb ayı, haram aylardandır. Kur’ân-ı Kerîm’de muhtelif âyetlerde haram aylardan söz edilerek bu aylara saygı gösterilmesi emredilmektedir (el-Bakara 2/194, 217; el-Mâide 5/2, 97; et-Tevbe 9/5, 36). Haram ayların farklı bir önem ve saygınlığa sahip olduğu, bu aylarda işlenen iyilik ve kötülüklere başka zamanlarda işlenenlerden daha fazla mükâfat ve ceza verileceği yönünde genel kabul vardır. Ayrıca haram aylarda oruç tutmayı teşvik eden hadisler de bulunmaktadır (Ebû Dâvûd, “Ṣavm”, 55; İbn Mâce, “Ṣıyâm”, 43). Müslüman toplumlar tarafından idrak edilen Regâib gecesi bu ayın içindedir. Dinî duyguların yoğun biçimde yaşandığı bu geceleri vesile ederek kazâ ve nâfile namaz kılmanın, Kur’an okumanın, çeşitli hayırlar yaparak Allah’a yaklaşmaya çalışmak, birçok alimler tarafından tavsiye edilmiştir. Nitekim Regaib gecesine olan özel ilgili IV. (X.) yüzyılda ortaya çıkmış, bu gecenin ilk defa kutlanmasına Kudüs’te 448 (1056), Bağdat’ta 480 (1087) yılında başlanmıştır. Gazzâlî de bütün Kudüs halkının bu geceyi ihya ettiğini söylemiştir (İḥyâʾ, I, 203).

Recep ayında idrak edilen önemli bir diğer gece ise Miraç gecesidir. Mi‘rac hadisesinin gerçekleşme tarihiyle ilgili farklı rivayetler bulunmakla birlikte Müslümanların çoğunluğu miracı Receb ayının 27. gecesinde idrak etmektedir. Abdullah b. Mes’ûd’un rivayetine göre bu gece beş vakit namaz farz kılınmış, Hz. Peygamber’e, Allah’a şirk koşmadıkları sürece ümmetinin günahlarının bağışlanacağı müjdesi verilmiştir. (Müslim, "Îmân", 279.)

Üç ayların ikincisi olan Şâban ayının faziletiyle ilgili oldukça fazla rivayet vardır. Resûl-i Ekrem’in Şâban ayında diğer aylara oranla daha fazla oruç tuttuğu, bazen de tamamını oruçlu geçirdiği ifade edilmektedir. (Buhârî, “Ṣavm”, 52; Müslim, “Ṣıyâm”, 175, 176). Hz. Peygamber ramazan dışındaki en faziletli orucun Şâban ayında tutulan oruç olduğunu ifade etmiştir (Tirmizî, “Zekât”, 28). Bu ayı idrak etme ve değerlendirme bağlamında Üsame bin Zeyd’in “Yâ Resûlallah! Şaban ayında tuttuğunuz kadar hiçbir ayda oruç tuttuğunuzu görmedim” demesi üzerine Hz. Peygamberin (s.a.v.) verdiği cevap son derece önemlidir:  “Receb ve Ramazan ayları arasında, şu Şâban ayında insanlar gafildir. Bu öyle bir aydır ki, ameller, Âlemlerin Rabbine bu ayda yükseltilir. Ben oruçlu iken amellerimin yükseltilmesini severim” (Nesâî, "Sıyâm", 70)

Bu ayda idrak edilen Berat gecesine de işaret ettiği anlaşılan bir rivayette Hz. Peygamber, “Şâbanın ortasında gece ibadet ediniz, gündüz oruç tutunuz. Allah o gece güneşin batmasıyla dünya semasında tecellî eder ve fecir doğana kadar, ‘Yok mu benden af isteyen onu affedeyim, yok mu benden rızık isteyen ona rızık vereyim, yok mu bir musibete uğrayan ona afiyet vereyim, yok mu şöyle, yok mu böyle!’ der” buyurmuştur. (İbn Mâce, "İkâme", 191.) Hz. Peygamber’in Şâban ayına ve özellikle bu ayın on beşinci gecesine ayrı bir önem vererek onu ihya ettiğine dair diğer rivayetleri göz önüne alan bazı âlimler bu geceyi namaz kılarak, Kur’an okuyarak ve dua ederek geçirmenin sevaba vesile olacağını, bu geceye mahsus olmak üzere belli bazı ibadet ve kutlama şekilleri ihdas edip âdet haline getirmenin ise dinde yeri bulunmadığını söylemişlerdir.

Recep ve Şâban aylarının ardından gelen ve üç ayların sonuncusu olan Ramazan ayı, ruhları ve gönülleri eğiten bir mektep mesabesindedir. Hem Kur’an ayı hem de oruç gibi önemli bir ibadetin yapıldığı ay olması yönüyle Müslümanların günahlardan ve kötü huy ve özelliklerden arınması için büyük bir fırsat sunmaktadır. Ramazan ayının her gecesi manevi fırsatlar içeren bir gecedir. Özellikle çoğu alim tarafından bu ayın yirmi yedinci gecesi Kadir gecesi kabul edilmektedir. Bin aydan daha hayırlı bir olan bu gece, ömürlük bir gecedir.

Öte yandan üç ayların kültürümüzde de önemli bir yeri vardır. Osmanlı döneminde Surre alayları, padişahın da katıldığı görkemli bir törenle Hicaz bölgesinde hacılara hizmet etmek üzere karadan gidileceği zaman Recep ayında, deniz yoluyla gidileceği zaman Şaban ayında yola çıkmıştır. Kültürümüze bir başka yansıması ise -her ne kadar bazı olumsuz yakıştırmalar içeren yayınlar nedeniyle zayıfladıysa da- bu üç ayların çocuklara isim olarak verilmesidir. Bu rahmet ve bereket ikliminin topluma yansıması da güzeldir. Bu aylar ve bu aylarda idrak edilen özel geceler, Müslümanların dinî hayatını inşasında, suç oranlarının nisbî olarak düşmesinde ve toplumsal sıkıntılara karşı göğüs gerip birlik ve beraberlik duygularının pekişmesinde büyük bir rol sahibidir.

Üç ayların ve içerisinde mübarek gecelerin değerlendirilmesi bağlamında şu hususun altını çizmek gerekir ki muteber kaynaklarda bu gecelere özgü bir ibadet şeklinden bahsedilmemektedir. Rahmet ve bereket mevsimi olan bu aylar, insanın Rabbine karşı, kendisine ve ailesine karşı, yaşadığı topluma karşı, diğer canlılara karşı, çevre ve tabiata karşı olan sorumluluklarını daha güçlü şekilde hatırlamaya bir vesiledir.

Bu aylar geldiğinde Müslüman, Rabbine karşı sorumluluklarını yerine getirmek için daha gayretli olur. Arınma ve tezkiye vesilesi olan ibadetlerine daha bir itina gösterir. Özellikle beş vakit farz namazlarına daha fazla dikkat eder. Bağışlanma ve hayatımıza çekidüzen vermek için fırsat anı olarak görür. Bu aylarda ve özel gecelerinde, hayatlarının gidişatını gözden geçirir. Hata ve günahları için tövbe eder, dua ederek, Kur’an-ı Kerim okuyarak, kaza veya nafile namaz kılarak bu fırsatları değerlendirir. Bu ayların gelmesinden ötürü ailesinde, evinde bir farklılık oluşturur. Eşi ve çocuklarıyla birlikte bu aylarda daha farklı bir atmosfere bürünür. İbadetler başta olmak üzere ahlaki erdemler ve faziletleri gündeme getirir.

Günümüzde milyonlarca insanın evinden yurdundan edildiği, özellikle çocukların, kadınların ve yaşlıların çetin kış şartlarında sıkıntı içinde olduğu düşünüldüğünde bu mübarek üç aylar, onlara yardım etme, onların ayaklarını, sırtlarını ısıtma için infak duyarlılığının daha da artırmasına bir vesile olur. Üç aylar tefekkür ve muhasebe aylarıdır. Kişi, tefekkür ve muhasebe neticesinde edindiği erdemli düşüncelerin bir tezahürü olarak kainattaki büyük sırrı görerek bütün yaratılmışlara karşı derin bir şefkat beslemeye başlar. Bu şefkat ve merhametten ağaçlardan kuşlara, topraktan havaya kadar, suya kadar bütün mahlukat nasibini alır.

Sonuç olarak şu hususun altını çizmekte fayda vardır. Yılın birkaç gün veya gecesinde dinî hayatı yaşayıp belli davranışları tekrarlamak, dünyevî ve uhrevî açıdan olumlu sonuçlara ulaşmak için yeterli değildir. Bir başka ifadeyle bütün kulluğu bu gecelerde gösterip, ibadetleri sadece bu gecelere hasretmek kişiyi kazançlı hale getirmez. Çünkü insan üç aylarda olduğu gibi üç ayların dışındaki aylarda da hava gibi su gibi ibadete, tefekkür, zikre ihtiyacı vardır. Yüce Allah, üç aylarda olduğu gibi üç ayların dışındaki aylarda da ibadete layıktır. Bu konuda doğru olan, kişinin Allah ile olan irtibatını devamlı halde canlı ve diri tutmasıdır. Nitekim Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Allah’ın hoşuna giden amel, az da olsa devamlı olanıdır.” (Müslim, Müsâfirîn, 216)