Kafkas Müslümanları Dairesi Başkanı Şeyhülislam Allahshukur Pashazade, Dini Örgütlerle Çalışma Devlet Komitesi BaşkanıMubariz Gurbanli, Türkmenistan Müslümanlarının Ruhani İdaresi Başkanı Yalkap Hocaguliyev, OMI Uluslararası Dairesi Başkanı Shovkat Khamdamov, Azerbaycan Parlamentosu milletvekillerinin de katıldığı "Türk-İslam Mirasının Zenginliği ve Günümüz Sorunları Karşısında Değeri" konulu konferansta konuşan Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Mustafa Irmaklı, vahyin bidayetinden itibaren 1 asır içinde İslam'ın 3 kıtaya ulaştığını ve ilk asırdan itibaren büyük bir ilmî inkişaf yaşanmaya başlandığını ifade etti.

Hicri 4. Miladi 9. asırdan itibaren Bağdat merkezli bilim ve düşünce hayatı siyasi çelişmelere paralel olarak zayıflarken Orta Asya’nın İslam’ı kabulüyle 10 asırdan itibaren bilim ve düşünce üreten merkezlerin Horasan, Harezm, Fergana (Mavrau’n-Nehr) bölgesine kaydığını vurgulayan Irmaklı, "İslam bilim felsefesi altın çağını Türklerin İslam’a girmesinden sonra yaşamıştır." dedi.

Hicir 3. asırdan Moğol İstilasına kadar geçen üç asır içinde, en ciddi araştırmalar ile muhalled eserlerin Horasan ve Orta Asya'da yazıldığına işaret eden Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Mustafa Irmaklı şöyle konuştu:

- Maverau'n-nehir'de 300 kadar fakih yetişti

Karahanlılar devri gibi Türklerin Müslümanlığının erken bir devrinde dahi Maverau'n-nehir'de 300 kadar fakih yetişmiştir. Bu asırlar İslam medeniyetinde bütün klasik tarzların ortaya çıktığı, büyük felsefi ve kelam okulların kurulduğu, her alanda temel klasik eserlerin yazıldığı, İslam düşüncesinin altın çağını oluşturmaktadır.

- Türkler, İslam medeniyetinin birçok alanına katkıda bulunan çok sayıda ilim ve fikir adamları yetiştirmiştir

Türkler, İslam’ı kabul ettikten sonra İslam ilim-kültür dünyasına ve İslam medeniyetinin birçok alanına katkıda bulunan çok sayıda ilim ve fikir adamları yetiştirmiştir. Bu alimler; eserleri, çalışmaları, ilmi seyahatleri ve yetiştirmiş oldukları öğrencileriyle düşünce tarihine çok önemli katkı sunmuşlardır. Aynı zamanda İslam fetihlerinin Kafkasya’ya ulaşmasıyla birlikte bölgenin İslamlaşması hızlanmış, zaman içerisinde İslam ilim-kültür dünyasına önemli katkılarda bulunan alimler yetişmiştir. Özellikle Karahanlılar ve Selçuklular döneminde bu coğrafyalarda gerçekleştirilen ilmi, fikri ve kültürel çalışmalar; İslam medeniyetinin, altın çağlarından birini yaşamasını sağlamış, bu bölgelerin “ilim-kültür havzası” şeklinde isimlendirilmesine vesile olmuştur. Medreselerde dini ilimlerin yanı sıra filoloji, matematik, astronomi, mantık, tıp, felsefe, coğrafya gibi farklı ilim dallarına dair eğitim-öğretim faaliyetlerinde bulunulmuş; dini, felsefi, ilmi ve kültürel konuları havi eserler telif edilmiştir.

Müslümanların ilimle ilişkilerini ibadet anlayışı, kulluk bilinci, sorumluluk duygusu ve güzel ahlak ekseninde kurup geliştirdiğinin altını çizen Irmaklı sözlerini şöyle sürdürdü:

- Müslümanlar bilgiyi güç devşirmek için değil, insanlığın huzuru için kullanmışlardır

Müslümanlar, ilmi; hayatın içinde ve sosyal gerçekliklerden koparmadan, çağının meselelerini dikkate alan bir yaklaşımla ele almışlar, bilgiyi güç devşirmek için değil, insanlığın huzuru için kullanmışlardır. Fütüvvet anlayışı ve Âhilik teşkilatları bunun en açık örnekleridir.

- Müslümanlar ilmi, İslami olan/olmayan şeklinde tasnif etmemişlerdir

Müslümanlar, ilmi; hiçbir dönemde bugünkü manada İslami olan/olmayan şeklinde tasnif etmemişlerdir. Faydalı ilim ve faydasız ilim perspektifiyle ilmi hayata değer katması açısından değerlendirmişlerdir. Orta Asya’da Bilim merkezleri, felsefe-kelam okulları, sanat-edebiyat dünyası, tasavvuf ve nefis terbiyesi beraberce bir medeniyet oluşturmuştur.

Müslümanlar, büyük bir özgüvenle insanlığın kadim müktesebatıyla yüzleşmekten çekinmeyerek Roma, Fars, Hint vb. havzalarla karşılaşmaktan kaçınmamışlar ve böylece diğer kültürlerin meydan okumalarının üstesinden gelip, kadim birikimi vahiy potasında eriterek içselleştirmişlerdir. Modern dönemde İslam dünyası bilgiyle irtibatını zayıflattıktan sonra savrulmalara maruz kalmıştır.

- Medeniyetini bilmeyen nesiller özgüven erozyonuna maruz kalacaktır

Bugün bizlere düşen, ilim ve medeniyet müktesebatımıza sahip çıkmak, rütbelerin en yücesi olan ilim rütbesini bir meşale olarak elimizde bulundurmak ve bunu bizden sonraki nesillere aktarmaktır. Medeniyetini bilmeyen nesiller başkalarını hayranlıkla takip edecek ve özgüven erozyonuna maruz kalacaktır. Merhum Cemil Meriç: “Türk aydınları, İslam’ın insanlığa şeref veren büyüklerini ancak Batı dillerine aktarıldıktan sonra tanımaya alışkındırlar” diye acı bir tespit yapar.

Ayrıca bu miras vesilesiyle nesillerimizi; ilimle ve hikmetle eğitmek, İslam medeniyetinin inkişafına medar olacak çalışmalarda bulunmak ve bu medeniyetin, yeniden dünya üzerinde hâkim kılınması yönünde büyük bir özveriyle gayret içerisinde bulunmak en büyük hedef ve gayemizi teşkil etmelidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı olarak Türk Devletleri Teşkilatı Üye Ülkeleri Dini İdare Başkanları Toplantılarının bu alanda çalışmalar yürütülmesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bizlerin alacağı kararların ve yürüteceği ortak projelerin geleceğimizin inşasına önemli katkılar sunacağı bir gerçektir.