Mâlik (b. Huveyris) (ra) anlatıyor:

“Biz aynı yaşlarda gençler olarak Peygamber'in (sas) yanına geldik. O bize şöyle buyurdu: "…Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öyle namaz kılın. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri sizin için ezan okusun. En büyüğünüz de size imam olsun (namaz kıldırsın)." ”

حَدَّثَنَا مَالِكٌ قَالَ: أَتَيْنَا إِلَى النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) وَنَحْنُ شَبَبَةٌ مُتَقَارِبُونَ… “وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِى أُصَلِّى، فَإِذَا حَضَرَتِ الصَّلاَةُ فَلْيُؤَذِّنْ لَكُمْ أَحَدُكُمْ وَلْيَؤُمَّكُمْ أَكْبَرُكُمْ.”

(B631 Buhârî, Ezân, 18)

***

عَنِ ابْنِ جُرَيْجٍ: أَخْبَرَنِى أَبُو الزُّبَيْرِ أَنَّهُ سَمِعَ جَابِرًا يَقُولُ: رَأَيْتُ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَرْمِى عَلَى رَاحِلَتِهِ يَوْمَ النَّحْرِ وَيَقُولُ: “لِتَأْخُذُوا مَنَاسِكَكُمْ فَإِنِّى لاَ أَدْرِى لَعَلِّى لاَ أَحُجُّ بَعْدَ حَجَّتِى هَذِهِ.”

İbn Cüreyc'den (ra) nakledildiğine göre, Ebu'z-Zübeyr, Câbir b. Abdullah'ı şöyle derken işitmiştir: Hz. Peygamber'i (sas) Kurban Bayramı günü bineğinin üzerinde şeytan taşlarken gördüm, şöyle diyordu:

“Hac ibadetinin gereklerini (beni izleyerek) öğrenin. Çünkü bilmiyorum, belki de bu haccımdan sonra bir daha haccedemem.”

(M3137 Müslim, Hac, 310)

***

عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ: لاَ أَعْلَمُ نَبِيَّ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَرَأَ الْقُرْآنَ كُلَّهُ فِى لَيْلَةٍ وَلاَ قَامَ لَيْلَةً حَتَّى الصَّبَاحِ وَلاَ صَامَ شَهْرًا قَطُّ كَامِلاً غَيْرَ رَمَضَانَ.

Hz. Âişe (ra) şöyle demiştir: “Allah'ın Peygamberi'nin (sas) ne bir gecede Kur'an'ı baştan sona okuduğunu, ne bir gece sabaha kadar namaz kıldığını ve ne de Ramazan dışında bir ayın tamamını oruçla geçirdiğini bilmiyorum.”

(N2350 Nesâî, Sıyâm, 70; M1739 Müslim, Müsâfirîn, 139)

***

عَنْ مُطَرِّفٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ: رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يُصَلِّى وَفِى صَدْرِهِ أَزِيزٌ كَأَزِيزِ الرَّحَى مِنَ الْبُكَاءِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ).

Mutarrif'in, babasından naklettiğine göre, o (Abdullah b. Şıhhîr) şöyle demiştir: “Allah Resûlü'nü (sas) namaz kılarken gördüm. Ağlamaktan dolayı göğsünden değirmen sesi gibi bir hırıltı geliyordu.”

(D904 Ebû Dâvûd, Salât, 156, 157; N1215 Nesâî, Sehiv, 18)

***

عَنْ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ: أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) أَخَذَ بِيَدِهِ…فَقَالَ: “أُوصِيكَ يَا مُعَاذُ! لاَ تَدَعَنَّ فِى دُبُرِ كُلِّ صَلاَةٍ تَقُولُ: اللَّهُمَّ! أَعِنِّى عَلَى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ.”

Muâz b. Cebel'den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) onun elini tuttu… ve şöyle buyurdu: “Ey Muâz! Sana her namazın ardından şu duayı söylemeyi terk etmemeni tavsiye ediyorum: "Allah'ım, seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibadet etmek için bana yardım et!" ”

(D1522 Ebû Dâvûd, Vitr, 26; N1304 Nesâî, Sehiv, 60)

***

Resûlullah’ın (sas) amcasının oğlu Abdullah b. Abbâs (ra) küçük yaşlarında Hz. Peygamber’in (sas) hâl, hareket ve ibadetlerini öğrenmek amacıyla onun yanında kalmaya çalışırdı. Hz. Peygamber’in (sas) eşlerinden Meymûne de teyzesi olduğu için zaman zaman evlerinde gecelerdi. Henüz on yaşlarında iken kendi kendine, "Ben Resûlullah’ın (sas) geceleyin namaz kılışına iyice bakacağım." dedi ve daha sonra da gördüklerini şöyle anlattı: "Resûlullah (sas) ailesi ile bir müddet sohbet etti. Ardından uyudu. Gece yarısı veya sonrasında uyandı. Uykusunu açmak için yüzünü sıvazladı. Sonra Âl-i İmrân sûresinin son on âyetini okudu. Ardından duvara asılı küçük su kırbasını alarak abdest aldı. Sonra namaza durdu. Ben de kalktım, onun yaptığı gibi yaptım, sonra da sol tarafında namaza durdum. Allah Resûlü (sas) elini başımın üzerine koydu. Kulağıma dokunarak beni sağ tarafına geçirdi." Küçük Abdullah’ın anlattığına göre, o gece Peygamber Efendimiz (sas) altı defa iki rekât, sonunda da tek rekât olmak üzere toplam on üç rekât namaz kılmıştı. Ardından bulunduğu yere uzanarak bir süre dinlenmiş, müezzin haber verince biraz hızlıca iki rekât daha kıldıktan sonra sabah namazını kıldırmaya gitmişti.

İbadetleri kendisinden öğrendiğimiz ilk rehberdir Resûl-i Ekrem (sas). Onun gibi namaz kılmak, onun gibi oruç tutmak, o nasıl haccetmişse öyle haccetmek, nasıl Kur’an okumuşsa öyle Kur’an okumak, kısacası onun gibi ibadet etmek arzusu vardır her müminde. Abdullah b. Abbâs (ra) örneğinde olduğu gibi asr-ı saadette bu arzuyu duyan sahâbîler, Resûl-i Ekrem’i (sas) ibadet ederken izlemekten yahut onun ibadet hayatını soruşturmaktan kendilerini alamazlardı. Zaten, "Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öyle namaz kılın." "Hac ibadetinin gereklerini (beni izleyerek) öğrenin.’ buyuran bir peygamberin ümmeti, onun ibadet hayatına kayıtsız kalamazdı.

Genç sahâbî Zeyd b. Hâlid (ra) da Peygamberimizin (sas) gece namazını merak edenlerdendi. Merakını gidermek için kolladığı fırsatı bir yolculuk esnasında bulmuş, Allah Resûlü’nün (sas) çadırının eşiğinden onun namaz kılışını izlemişti. Hicretin dokuzuncu yılında Müslüman olan Esedoğulları kabilesi içinden seçilen ve İslâm’ı öğrenmek maksadıyla Medine’ye gelen on kişilik heyet içinde yer alan Vâbisa b. Ma’bed de yeni iman ettiği Peygamberi’nin (sas) namazını merak edenlerdendi. Bir defasında Resûlullah’ı (sas) namaz kılarken izlemiş, "Rükû ettiği zaman belini öyle düzgün tutuyordu ki eğer üzerine su dökülmüş olsaydı orada (dökülmeden) kalabilirdi." diyerek onun namaz kılış şeklinden bir parçayı aktarmıştı.

Hz. Peygamber’in (sas) her hâl ve hareketini bizzat yaşayarak nakletmeyi hayat tarzına dönüştüren genç sahâbî İbn Ömer (ra), Efendimizin (sas) bu yönünü de titizlikle yansıtırdı hayatına. Bu nedenledir ki birçok rivayette, "İbn Ömer (ra) şöyle yapardı, şöyle ibadet ederdi." şeklinde anlatımlar aslında dolaylı olarak Hz. Peygamber’in (sas) ibadet tarzını anlatırdı.

Allah Resûlü (sas) bizzat kendisi de ibadet hayatını insanlara anlatır ve öğretirdi. Sehl b. Sa’d’ın şahit olduğuna göre Resûl-i Ekrem (sas), ensarlı bir kadına, marangoz olan kölesinden kendisi için ılgın ağacından bir minber yaptırmasını emretmiş, minber yapıldıktan sonra da üzerinde iki rekât namaz kılarak etrafındaki insanlara, "Ey insanlar! Bunu ancak bana uymanız ve namaz (kılış)ımı öğrenmeniz için yaptım." buyurmuştur.

Yine İslâm hükümlerini öğrenmek maksadıyla Leysoğulları’ndan altı kişilik genç bir grup Hz. Peygamber’in (sas) yanına gelmişler ve yanında yaklaşık yirmi gece kalmışlardı. Allah Resûlü (sas) bu süre içinde onlara, "Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öyle namaz kılın. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri sizin için ezan okusun. En büyüğünüz de size imam olsun (namaz kıldırsın)." şeklinde tembihlemişti. Allah Resûlü (sas), zaman geçtikçe gençlerin ailelerini özlediğini görünce, "(Memleketinize) dönün onların yanında bulunun ve onlara da (burada öğrendiklerinizi) öğretin..." tavsiyesiyle onları geri göndermiştir. Bu tavsiyeyi tutanlardan Mâlik b. Huveyris, (ikamet ettiği Basra’da) sırf insanlara Peygamberimizin (sas) nasıl namaz kıldığını göstermek ve öğretmek için mescitte namaz kılmıştır.

Resûl-i Ekrem’in (sas) ibadet hayatında ’gözümün nuru’ dediği namazın özel bir yeri vardı. İnsanlara ilâhî hakikatleri bildirmekle vazifelendirilmesinin akabinde, tıpkı diğer peygamberler gibi o da namaz kılmakla da emrolunmuştu. Peygamberimizin (sas) kendi oğlu gibi yakınlık gösterdiği azatlı kölesi Zeyd b. Hârise’nin (ra) naklettiğine göre, vahyin indiği ilk dönemde Cebrail (as) kendisine gelmiş ve ona abdest ile namazı öğretmişti.

Hz. Peygamber (sas) ve Müslümanlar ilk zamanlar namazlarını ikişer rekât olarak kılıyorlardı. Mekke’de müşriklerin baskısı sürdüğü için namazlarında Kur’an’ı mümkün olduğunca sessiz okuyorlar ve namazlarını çoğunlukla ilk Müslümanlardan Erkam b. Ebu’l-Erkam’a (ra) ait olan ve Dârulerkam olarak bilinen evde kılıyorlardı. Mescid-i Harâm içinde Safâ tepesinin eteklerinde bulunan bu evi kendine tebliğ ve talim meskeni olarak seçen Allah Resûlü (sas) burada bir yandan ashâb-ı kirâma dinî bilgiler öğretirken bir yandan da ilâhî hakikati arayan insanları İslâm’a davet ediyordu. Baskıların sürdüğü bu süreçte Peygamber Efendimizi (sas) Kâbe’nin yakınlarında namaz kılarken gören müşrikler ona çirkin bir şekilde müdahale etmekten sakınmıyorlardı. Hatta Resûl-i Ekrem (sas) bir defasında kendisini boğmak isteyen Ukbe b. Ebû Muayt isimli müşrikin saldırısından Hz. Ebû Bekir’in (ra) müdahalesiyle kurtulabilmişti. Müslümanların Kâbe’de topluca namaz kılabilmeleri ancak Hz. Ömer’in (ra) İslâm’ı kabul etmesiyle birlikte mümkün olacaktı.

Müslümanların oldukça zor günler geçirdiği bu dönemde ayrıca Müzzemmil sûresinin başındaki âyetlerle gece namazı (teheccüd) farz kılındı. Bunun üzerine Peygamberimiz (sas) ve ashâbı bir sene boyunca gece namazına kalktılar. On iki ay sonra yine bu sûrenin sonundaki gece namazının zorunluluğunu kaldıran hafifletici âyet inmiş ve artık gece namazı farzdan nafileye dönüşmüştü. Ancak Allah Teâlâ (cc), Resûl-i Ekrem’e (sas) özgü olarak teheccüd namazını hayatı boyunca ona farz kılmıştı.

Beş vakit namaz ise hicretten bir buçuk yıl kadar önce vuku bulan Mi’rac gecesinde farz kılındı. Namazların kılınış şekli yine Cebrail (as) tarafından Efendimize (sas) öğretildi. Böylece önceleri ikişer rekât olarak kılınan namazların farzları dört rekâta çıkmış oldu. Farz namazlarla birlikte kılınan sünnet ve nafile namazları ise Hz. Âişe (ra) annemiz kendisine sorulan soru üzerine şöyle anlatmıştır: "Resûlullah (sas) benim evimde öğleden evvel dört rekât (nafile) kılar, sonra mescide çıkarak cemaate namaz kıldırır; ardından (tekrar evine) gelir ve iki rekât (nafile) daha kılardı. Cemaate akşam namazını kıldırır; sonra (evine) gelir, iki rekât (nafile) kılardı. Cemaate, yatsıyı kıldırır ve (evine) gelir, iki rekât (nafile) kılardı... (Sabah) Fecir doğunca da iki rekât (nafile) kılardı."

Allah Resûlü (sas) gece namazına son derece önem verirdi. Hz. Âişe (ra) bu namazlarını, "Kıldığı namazların güzelliğini ve uzunluğunu sorma!" diyerek anlatırdı. Vitir namazını da gece namazının sonunda kılardı. Gecenin bir bölümünde uyanır, dişlerini temizler, abdest alır ve vitir dâhil on üç, on bir veya beş rekât namaz kılardı. Şayet uykuya veya bedenindeki ağrıya karşı koyamaz da gece namazını kılamazsa, bunun yerine gündüz vakti on iki rekât namaz kılardı. Hz. Âişe (ra), Peygamber Efendimizin (sas) gece ibadetini şöyle anlatmaktaydı: "Allah’ın Peygamberi’nin (sas) ne bir gecede Kur’an’ı baştan sona okuduğunu, ne bir gece sabaha kadar namaz kıldığını ve ne de Ramazan dışında bir ayın tamamını oruçla geçirdiğini bilmiyorum."

Hz. Peygamber (sas), gece namazında ayakları şişinceye kadar kıyamda durur, uzun uzun ve tane tane Kur’an okurdu. Bazen gece boyu tek âyeti tekrarlayarak namaz kılardı. Ebû Zer el-Gıfârî’nin (ra) naklettiğine göre Peygamberimiz (sas) bir gece namazında sabaha kadar, "Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin." âyetini tekrarlamıştı.

Resûl-i Ekrem (sas) bir kimsenin elli âyet okuyacağı kadar uzun süre secde ederdi. Bazı geceler namazını ayakta uzun uzun kılar, bazı geceler de oturarak kılmayı tercih ederdi. Kıraati ayakta yaptıysa ayakta olduğu hâlde rükû ve secde eder, otururken yaptıysa oturduğu yerden rükû ve secde ederdi. Ancak vefatına yakın zamanlarda nafileleri oturarak kılmaya başlamıştı. Hatta mescitte namaz kıldığı yerde üstüne dayanacağı bastona benzer bir direk edinmişti. Bir defasında da attan düşerek sağ tarafını zedelemiş, bu yaralanmadan dolayı namazlarını bir süre oturarak kıldırmak zorunda kalmıştı.

Hz. Peygamber’in (sas) günlük düzenli olarak kılmaya gayret ettiği nafile namazların dışında, her gün olmasa da bazı özel gün ve zamanlarda kıldığı namazlar da bulunmaktaydı. O’nun bu konuda takip ettiği yolu Hz. Âişe (ra) şöyle anlatmıştır: "Resûlullah (sas), (yaptığı bir) ibadeti, insanlar (sürekli yaparak) sünnet edinir de onlara farz kılınıverir korkusuyla zaman zaman terk eder, insanlara hafif gelecek şeyleri yapmayı severdi." Meselâ, Ramazan’da yatsı namazının ardından uzun uzun vitir dâhil on bir rekât namaz kılardı. Onun, Ramazan’da gece namazını cemaatle kıldığı da olurdu. Ancak vahyin hâlâ inmeye devam ettiği bir ortamda insanların nafile namaz kılmaya arzulu olmalarının bu nafile namazların farz kılınmasına yol açacağı ve böylece ümmetinin kaldıramayacakları bir yük altına gireceğine dair endişeleri, onu bu namazı devamlı olarak mescitte cemaatle kılmaktan alıkoymuştu.

Peygamber Efendimizin (sas) farz gibi algılanmaması için zaman zaman kasıtlı olarak terk ettiği nafile namazlardan biri de duhâ (kuşluk) namazıydı. Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar mescitten ayrılmayan Peygamberimiz (sas), namaz kılmanın mekrûh sayıldığı bu vakitlerde dostlarıyla sohbet eder, güneş yükseldiğinde ise duhâ namazı kılardı. Duhâ namazını bazen iki, bazen dört rekât kılar, dilerse rekâtların sayısını artırırdı. O’nun, yolculukta bile duhâ namazını terk etmediği rivayet edilmiştir. Nitekim Mekke’nin fethi günü sekiz rekât namaz kılmış, her iki rekâtta bir selâm vermiştir.

Allah Resûlü (sas) bu namazlardan başka olarak pek çok vesileyle nafile namaz kılardı. Meselâ, mescide girdiği zaman, mescidi selâmlama anlamında iki rekât ‘tahiyyetü’l-mescid’ namazı kılar ve ashâbına da bu namazı tavsiye ederdi. Yine bir yolculuktan döndüğünde öncelikle mescide gelir ve iki rekât namaz kılardı. Peygamber Efendimiz (sas) sevinçli bir haber aldığında veya bir nimet elde ettiğinde Rabbine (cc) şükür için iki rekât namaz kılar yahut şükür secdesi yapardı. Kuraklık gibi sıkıntı zamanlarında da yağmur duası için namazgâha gidip cübbesini ters çevirerek dua ettikten sonra iki rekât namaz kılardı. Yine güneş tutulması ve ay tutulması esnasında namaz kılarak Allah’a (cc) sığınırdı.

Rahmet Elçisi (sas) abdest aldıktan sonra iki rekât nafile namaz kılmayı tavsiye ederdi. O ayrıca bir ihtiyacı olan kimsenin Rabbine dua edeceği zaman güzelce abdest alıp iki rekât namaz kılmasını, ondan sonra dua etmesini, bir konuda kararsız kalan kimsenin iki rekât namaz kılıp ardından istihare (hayırlı olanı isteme) duası yapmasını tavsiye etmiştir. Günahlarından tevbe etmek isteyenleri de iki rekât namaz kılarak Allah’tan (cc) bağışlanma dilemeye teşvik etmiştir.

Hz. Peygamber’in (sas) ibadet hayatında oruç ibadetinin çok özel bir yeri vardı. Allah Resûlü (sas), henüz orucun farz kılınmadığı zamanlarda Mekke’de iken Muharrem ayının onuncu günündeki âşûrâ orucunu tutardı. Câhiliyede Kureyş kabilesi de bu orucu tutardı. Resûlullah Medine’ye hicret ettiğinde âşûrâ orucu tutmuş hatta Medine’de Yahudilerin Musa Peygamber’e (as) uyarak oruç tuttuklarını öğrenince, "Biz Musa’ya (uyma konusunda) daha fazla hak sahibiyiz ve ona daha yakınız." diyerek Müslümanların âşûrâ günü oruç tutmalarını emretmişti. Ancak hicretin ikinci yılında Ramazan orucunun farz kılınmasından sonra âşûrâ orucunu tutmak insanların arzusuna bırakıldı.

Hz. Peygamber (sas), hayatı boyunca dokuz Ramazan’ı oruçlu geçirmişti. Ramazan’ın her gecesi Cebrail (as) Resûlullah’a (sas) gelir, Peygamberimiz (sas) de o zamana kadar inmiş âyetleri okuyarak Kur’an’ı ona arz ederdi. Mukabele geleneğimiz işte bu arz hadisesine dayanır. Allah Resûlü (sas), sonraki zamanlarda ‘teravih’ adını alacak nafile namazlarla Ramazan gecelerini ihya eder, Kadir gecesi olma ihtimali olan geceleri özellikle ibadet ederek geçirir, ailesini de buna teşvik ederdi.

Bir defasında Ramazan’ın sonlarına doğru, iftar yapmadan iki günün orucunu birleştirmiş yani visal orucu tutmuştu. Bazı sahâbîlerin de böyle yaptıklarını görünce bu durumun sadece kendine has olduğunu bildirdi.

Peygamberimiz (sas), Ramazan’ın son on gününde mescitte itikâfa girer ve ibadetle meşgul olurdu. Bir Ramazan hâriç bütün Ramazanlarda itikâfa devam etmiş, her yıl on gün süren itikâfı, vefat edeceği yıl yirmi gün sürmüştü. O yıl Ramazan’da Cebrail’e (as) Kur’ân-ı Kerîm’i iki defa arz etmişti.

Resûl-i Ekrem (sas), Ramazan ayında verilen sadakanın daha üstün olduğunu söyler, kendisi de bu ayda cömertliğinin zirvesinde olurdu.

Allah Resûlü (sas), farz olan Ramazan orucundan başka nafile olarak Muharrem (Âşûrâ), Şâban ve Recep aylarında oruç tutmaya özen gösterirdi. Ancak o, Ramazan ayı dışında hiçbir ayı tamamen oruçla geçirmemiştir. Allah Resûlü’nün (sas) bir ayı ‘tamamıyla’ oruçla geçirdiğine dair rivayetleri de ayın ‘çoğu’ olarak anlamak daha isabetlidir.

Peygamberimiz (sas), ayrıca Şevval ayının altı gününde, kamerî ayların ‘Eyyâm-ı biyz’ denilen on üç, on dört ve on beşinci günlerinde ve Zilhicce ayının dokuz gününde oruç tutardı. Ancak muhtemelen sıkıntıya ve hâlsizliğe sebep olabileceği için Zilhicce’nin dokuzuncu gününde Arafat’ta oruç tutmamıştı. Resûl-i Ekrem (sas), oruç tutmak için çoğu zaman pazartesi ve perşembe günlerine öncelik verirdi. Bazen de bir ayın cumartesi, pazar ve pazartesi günlerini, diğer ayda da salı, çarşamba ve perşembe günlerini oruçla geçirirdi. Pazartesi günü oruç tutmasının nedenini açıklarken, "Ben o gün doğdum ve bana vahiy ilk defa o gün indirildi." buyurmuştu.

Allah Resûlü’nün (sas) Medine’ye hicretinden sonra farz kılınan ibadetlerden biri de zekâttı. Yüce Allah (cc), zekâtı daha önceki pek çok peygambere de emretmişti. Zekâtla ilgili temel hükümleri bizzat Rabbimiz koymuşsa da Allah Resûlü (sas) hem aldığı vahyi hem de içinde bulunduğu toplumun sosyal ve ekonomik durumunu dikkate alarak zekâtla ilgili düzenlemelerde bulunmuştu. Müminlere, zekâtın kimlere verileceğini, zekâta tâbi olan malları, zekâtın şartlarını, miktarını ve zekât verme âdâbını Sevgili Peygamberimiz (sas) öğretmişti. İnananları zekât vermeye teşvik etmiş, zekât vermeyenleri de çeşitli vesilelerle uyarmıştı. Öte yandan Yüce Allah (cc) tarafından ganimetlerin beşte biri Allah Resûlü’nün (sas) şahsına ve yakınlarına tahsis edilmişti. Ancak ahlâkî, siyasî ve dinî duyarlılıklar sebebiyle Resûl-i Ekrem’in (sas) ne kendisi ne de ailesi asla zekât ve sadaka almamış ve yememişlerdir.

Medine’ye hicretin dokuzuncu senesinde Yüce Allah (cc), "...Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın (cc) insanlar üzerinde bir hakkıdır." âyetiyle Müslümanlara haccı farz kılmıştı. O sene Müslümanların müşriklerle ilişkileri iyi olmadığı için ilk sene kendisi hacca gitmeyen Allah Resûlü (sas), ertesi yıl ashâbıyla birlikte hac ibadetini eda etmişti. Ancak onun hicretten sonraki bu ilk haccı, aynı zamanda son haccı olacak, Veda Haccı’ndan üç ay sonra "En Yüce Dostum" dediği Rabbine (cc) kavuşacaktı.

Allah Resûlü (sas) dört defa da umre yapmıştı. Bunlardan haccı ile beraber yaptığı umresi hâriç diğerlerini hep Zilkâde ayında ifa etmişti. Bu umreler, Hudeybiye’den dönüşteki umresi, ertesi yıl yaptığı umre, Huneyn ganimetlerini dağıttığı yer olan Ci’râne’den yaptığı umre ve Veda Haccı ile beraber yaptığı umredir.

Hz. İbrâhim’den (as) kalma bir sünnet ve ibadet olarak kurbanın da Allah Resûlü (sas) için ayrı bir önemi vardı. Resûlullah (sas) kurban kesmek istediği zaman semiz, çift boynuzlu ve alaca iki koç alır; bunlardan birisini Allah’ın (cc) birliğine ve kendisinin peygamberliğine şehâdet eden ümmeti adına, diğerini de kendisi ve ailesi adına keserdi. İnsanları kesim işinin güzelce yapılması ve hayvana eziyet edilmemesi konusunda uyarır, bizzat kendisi de iyi kesmesi için bıçağını bilettirirdi.

Peygamber Efendimiz (sas), bayram namazlarını musallâ olarak adlandırılan açık ve geniş bir alanda eda eder, önce bayram namazını kılar, ardından bayram hutbesini irad ederdi.

Allah Resûlü’nün (sas) ibadet hayatında, hem pek çok ibadetin vazgeçilmez bir parçası hem de bizzat bir ibadet olan Kur’an okumak büyük bir öneme sahipti. Bu Kutlu Kitap ona indirilmişti ve o da bütün hayatını Kur’an’ı okuyup ona uygun bir yaşam sürmeye adamıştı. Kur’an, Allah Resûlü’nün (sas) en büyük mucizesiydi. Allah Resûlü (sas), her gün düzenli olarak Kur’an’dan bir bölüm (hizb) okur, mümkün olduğunca bunu bırakmazdı. Okumak için uygun bir zaman ve mekân beklemez, her vesileyle Kur’an okurdu. Kur’an okuma konusunda, cünüplük hâli dışında hiçbir şey ona engel olamazdı. Kur’an okurken uzun okunması gereken harfleri güzelce uzatır, her bir âyetin sonunda ara verir, tane tane ve açık bir şekilde okurdu. Onu Kur’an okurken dinleyenler, sesine ve okuyuşuna hayran olurlardı. Allah Resûlü (sas), Kur’an’ı başkalarından dinlemeyi de çok severdi, bazen dinlediği âyetlerin etkisiyle gözyaşlarını tutamazdı.

Kulluk bilinci en yüksek düzeyde ‘insan’ olan Allah Resûlü’nün ibadet hayatında, unutmak, yanılmak, güç yetirememek gibi insanî hâller de vardı. Bir savaş dönüşünde yorgunluk yüzünden ashâbıyla birlikte uyuyakaldıkları için sabah namazına kalkamamış, bir defasında da namazda okuduğu âyetleri karıştırmıştı. Bir keresinde namaz rekâtlarının sayısında yanılmış, bir namaz esnasında da öksürüğe dayanamayıp kıraatini yarıda keserek rükûa gitmişti. Onun ibadet hayatı, bütün bu insanî hâlleriyle, uygulanabilir ve örnek alınabilir bir mahiyete sahipti. Bu yüzden onun peygamber sıfatına bakıp, "O kim, biz kimiz!" diyerek ümitsizliğe kapılanlara, ibadet mantığını anlatarak kendisini örnek almalarının yeterli olacağını söylemişti. Bu konuda fakih sahâbî Abdullah b. Mes’ûd’un (ra) sözü çok anlamlıdır: "Sünnete göre hareket edip itidal üzere olmak, sünnet olmayan (bid’at) hususlarda çokça çaba göstermekten daha hayırlıdır."

Hz. Peygamber’in (sas), bütün ibadetleri esnasında elden bırakmadığı ana ilkeler vardı. Bunların başında ihlâs ve samimiyet geliyordu. Buna göre ibadetler sadece Yüce Allah (cc) için yapılır ve karşılığı O’ndan (cc) beklenir. İbadetlerini ifa ederken, "Allah’ı (cc) görüyormuşçasına" eda eden ihlâs sahibi kimseler için Peygamberimizin (sas) müjdesi pek büyüktür: "Kim Allah’a (cc) tam bir ihlâsla ve ortak koşmadan kulluk eder, namazını kılar ve zekâtını verirse bu dünyadan ayrılırken Allah’ın (cc) rızasını kazanmış olarak vefat eder."

İhlâs, aynı zamanda sahibini derin bir huşû ve haşyet duygusuna sevk eder. Hz. Peygamber’i (sas) namaz kılarken gören Abdullah b. Şıhhîr, onun huşûunu şöyle anlatmıştır: "Allah Resûlü’nü (sas) namaz kılarken gördüm. Ağlamaktan dolayı göğsünden değirmen sesi gibi bir hırıltı geliyordu." Bu durum bir başka rivayette şu şekilde ifade edilmektedir: "Allah Resûlü (sas) namazdayken göğsünden kaynayan bir tencerenin fokurtusunu andıran bir ağlama sesi geliyordu." Namaz vesilesiyle Rabbinin huzuruna çıkmak, Allah Resûlü’ne (sas) bütün kederlerini unutturuyordu. Belki de bu yüzden, sıkıntılı bir işle karşılaşınca namaz kılar, kalbini sıkıntı kapladığında da günde yüz defa istiğfar ederek Rabbinden bağışlanma dilerdi.

Allah Resûlü’nün (sas) gündelik hayatında en çok yer alan ibadetlerden biri de zikir ve dua idi. Eşi Hz. Âişe’nin (ra) de belirttiği üzere, "O (sas) her zaman Allah’ı (cc) zikrederdi." Günlük hayatta zikir için her fırsatı değerlendirir, elbisesini giyerken, devesine binerken, bir yokuş inişinde veya çıkışında, yatağına yatarken ve uykudan kalkarken, tuvalet ihtiyacını gidermeden önce ve giderdikten sonra, evden dışarıya adım atarken, kısacası her durumda dua eder, Allah’ı (cc) anardı. Zikir, gün boyunca onun (sas) dilinde, gönlünde ve zihninde idi. Yemeğe başlarken mutlaka besmele çeker, sonunda da hamd ve senâda bulunup şükrederdi. Gece Allah’ı (cc) zikrederek yatar, yine Allah’ı (cc) zikrederek kalkardı.

Peygamber Efendimiz (sas) her vesileyle dua eder, ashâbına da "Sizden biriniz her ihtiyacını Allah’tan (cc) istesin, hatta kopan ayakkabı bağını bile!" buyurarak onları duaya teşvik ederdi. Dua edeceği zaman önce kendisinden başlar, fakat duasının kapsamını geniş tutardı. Çoğunlukla da "Rabbimiz! Bize dünyada güzellik, âhirette de güzellik ver ve bizi cehennem azabından koru." diye dua ederdi. Namazlarını kıldıktan sonra da dua ederdi. Selâm verdikten sonra genellikle üç kez istiğfar eder, ardından, "Allah’ım, sen Selâm’sın (cc). Selâmet de sendendir. Ey celâl ve ikram sahibi! Sen mübareksin." duasını okurdu.

Allah Resûlü (sas), insanlara ibadetlerinde aşırılıktan sakınmalarını, itidal üzere olmalarını ve devamlılığı tavsiye eder, kendisi de ibadetlerini böyle eda ederdi. Ayrıca iki şey arasında seçim yapacağı zaman —günah olmadığı sürece— onlardan kolay olanını seçerdi. İnsanlara ibadetlerin azimet yönlerini öğrettiği gibi ruhsatlarını da öğretir, yolculuk ve hastalık gibi zaruret hâllerinde bizzat kendisi de bu ruhsatlardan yararlanarak ibadetini hafif tutardı.

Hz. Peygamber’in (sas) bilhassa teheccüd gibi nafile ibadetlerinin temelinde ‘şükreden bir kul olabilmek’ düşüncesi ve gayreti yatmaktaydı. Onun bunca ibadetini ifa etmesi, zorunda olduğu için ya da günahlarının bağışlanmasından dolayı değil sadece Rabbine şükredebilmek içindi. Ne kadar ilginçtir ki kendisini ‘şükreden bir kul olmaya’ adayan Allah Resûlü’nün (sas) ibadet hayatını öğrenenlerden kimileri onun ibadetlerini azımsamışlar, sonra da kendilerini bütünüyle ibadete vermeyi düşünmüşlerdi. Resûl-i Ekrem (sas) ise kendisi bir peygamber olduğu hâlde günlük hayatın ihtiyaç ve gerçeklerinden kopmadan ibadet ettiğini, kendi yolunun da bu olduğunu söyleyerek uyarmıştı onları.

Hz. Peygamber (sas), hayatı boyunca tüm anlamlı davranış ve sözlerini ‘ubudiyet’ yani kulluk bilinci ile yapmıştı. Bu yüzden sadece namaz, oruç, hac ve zekât gibi belirli ibadetleri değil Allah’a (cc), insanlara ve topluma karşı sadakat içeren bütün davranışları ibadet kapsamında değerlendirmişti. Allah Resûlü’nün (sas) dilinde yoldan geçişe engel olan bir taşı kaldırmak, bir kimseye bineğine binerken yardım etmek, namaza giderken atılan her adım, güzel söz sadakadır. Güler yüzlü olmak, iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmak, kaybolan kimseye yol göstermek yabancıya yol göstermek hepsi birer sadakadır. Kısacası, ibadet bilinci ve Allah’ın (cc) rızası ile yapılan bütün iyi ve uygun davranışlar sadaka hükmündedir.

Günlük hayatın bitmek bilmeyen meşguliyetleri arasında, Yüce Allah’ın (sas) övgüsüne mazhar olmak için ‘ne ticaretin ne de alışverişin kendilerini Allah’ı (cc) anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı erlerden’ olmak isteyenler, Peygamberimizin (sas) her namazın sonunda okunmasını tavsiye ettiği şu duayı dillerinden eksik etmemeliler: "Allah’ım, seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibadet etmek için bana yardım et!

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam