“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme!

Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”(I)

“Kişiye günah olarak her duyduğunu söylemesi yeter.”(II)

Cenabıhak; hakkında kesin bilginin olmadığı, sadece zanna dayanan hususların peşine düşülmesini men ederek; “bilmediğin şeyin ardına düşme…” buyurur. Kesin olmayan, sadece zanna ve tahmine dayanan bilgilerle hareket edenler mütemadiyen yanlışa düşer.

Bundan dolayıdır ki, Cenabıhak; “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü zannın bazısı günahtır…” “Onların çoğu, zandan başka bir şeye tabi olmamaktadırlar; oysa zan, hiçbir şekilde hakkın yerini tutmaz. Allah onların yaptıklarına elbette vakıftır.” (III)

Kişinin bilmeden araştırmadan bir şeyin peşine düşmesi, söyledikleriyle bir şahsı veya bir kurumu bilgisizce, -art niyetli birinin intikam maksadıyla söylediklerini- hakikatmiş gibi yayması en azından ahlaksızlık ve insafsızlıktır. Oysa son Nebi; “zandan sakınılmasını, zira zannın, sözlerin en yalanı olduğunu…” buyurur.

Kulluk kitabımız; bilmeden söz söylenmesini, tanımadığı kişiler hakkında ileri-geri konuşulmasını, iftira atılmasını, tahmin ve zanna dayalı maddi veya manevi zarara yol açacak şekilde konuşulmasını yasaklamıştır.

Sorumlu Müslüman,  salt duyduğu ve gördüğüyle değil, akl-ı selim ve vicdanıyla hareket eder; bilgilerimiz ya doğru habere ya gözleme ya da akla dayanmalıdır. Ayet, bilgi kaynaklarının doğru kullanılması gerektiğini, çünkü bundan sorumlu olduğumuzu belirtir.

Hiç şüphesiz bütün bunlar, insan ilişkileriyle ilgilidir. Bilimsel ve fikri konularda kurallara uygun olarak tahminde bulunmak, fikir yürütmek, görüş belirtip içtihat etmek meşrudur hatta gereklidir de. Nitekim Peygamberimiz (sas) kitap ve sünnette delil bulunmaması halinde -nassa aykırı olmamak şartıyla- şahsi görüşte (re’y) bulunmayı tasvip etmiştir.(IV)

Yukarda kısa da olsa zan ve iftira hakkındaki bazı ayet ve hadisler ışığında, yapılan izahları aktarmaya çalıştım. Son derece önemli bulduğum bu konuda, -maalesef- son zamanlarda bir hayli yanlışlar yapılmaktadır.

Kişinin kendini ve haddini bilmesi kadar değerli bir hazine yoktur. Ne yazık ki, bu değerli hazineyi kişisel ihtirasımız ve menfaatimiz için çoğu kez ihlal ediyoruz. Hakka ve hakikate riayet etmiyoruz. İleri-geri, bilip-bilmeden yazıyor ve söylüyoruz. Bu yaptığımızla, kime fayda veya zarar verdiğimizi hiç düşünmüyoruz. Müslüman hassasiyetini gözetmeksizin, gerekli tahkikatı yapmadan onun-bunun lehinde ve aleyhinde konuşup duruyoruz.

Diyanet ve Eleştiri

Allah ve Resulünün dışında hiçbir insan, hiçbir kurum “la yüs’el” –soru sorulmaz- değildir.

Usulü dairesince; herkes ve her kurum tenkit edildiği gibi uygulamaları da eleştirilebilir. Ne var ki, son zamanlarda tenkit ve eleştiri ahlakını bir hayli kaybettik. En ufak bir araştırma zahmetine katlanmadan, duyduğumuz her sözü, okuduğumuz her haberi, adaba-erkana riayet etmeksizin; ya teyit ya da tenkit ediyoruz.  

Tipik bir örnek vermek istiyorum. Son günlerde kendilerini lise yıllarından tanıdığım, bir dönem milletvekilliği de yapan bir zat, sosyal medyada Türkiye’nin en önemli kurumlarından Diyanet İşleri Başkanlığını özellikle de Başkanını hedef alan bir takım hezeyanlarda bulundu. Tanıdığım kadarıyla o şahsın müktesebatı, dini ve ahlaki davranmayı gerektirecek düzeydedir. Üzgünüm bu kişi -maalesef- aslı olmayan, gerçeği yansıtmayan, hilafı hakikat olan, kulaktan duyma sözleri doğru kabul ederek sosyal medyada açıklamalarda bulundu. Bu bilgileri kim veya kimler verdiyse, istediği olmayan, ihtirası aklının önüne geçen insanlardır. Diğer ifadeyle şahsi kinini kurumu ve başkanı yıpratmak için kullanıyor.

Gerçi o zat, bir dönem milletvekilliğini yaptığı parti adına Almanya sorumlusu da olmuştu…

Müslüman duyarlılığımın yan ısıra, geçmişteki az da olsa hukukumu da dikkate alarak, bu konuları konuşmak üzere telefon ettim. Niyetim hasbihal edip işin doğrusunu söylemekti.

Aradım. Telefondaki sesten kalabalık ve gürültülü bir mekanda olduğu anlaşılıyordu. Önce müsait olup-olmadığını sordum. Kısmi bir tereddütten sonra “buyurun” dedi. Kendimi tanıttım. Hatırlatmadan sonra hatırlayıp hatırlamadığını bilmiyorum.

Ne hakkında konuşacağımı sordu. Ben de sosyal medyadaki Diyanet ve Başkanı hakkındaki sosyal medya paylaşımlarınız hakkında konuşacağımı söyledim.

Bahsi geçen konuda haber beklediği anlaşılır şekilde; “söyleyecekleriniz lehte mi aleyhte mi” dedi. Bunun üzerine; ‘lehte ve aleyhte olmanın dışında siz, bu yazdığınız bilgileri nereden ve kimlerden aldınız’ dedim. Bu sualim üzerine birden asabileşti. “Siz bu soruyu bana soramazsınız, Diyanet ve Erbaş’ın avukatı mısınız? Bana ancak avukat sorar” dedi. “Avukatı değilim ama danışmanıyım” dedim. Bunun üzerine kızgın bir şekilde “kapatın telefonu!” diyerek kendine yakışır vaziyette telefonu kapattı…

Haklı ve yerinde olduğu takdirde eleştirinin ibadet, haksız ve yerinde yapılmayan tenkidin ise fitne olduğunu söyleyen ve buna inanan biriyim.

Eleştiri konusunda çok sevdiğim yaklaşım tarzını -Osmanlı üzerinden- rahmetli Rasim Özdenören göstermiştir. Özdenören, “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” adlı kitabında özetle “Bizim dışımızda biri Osmanlı’yı tenkit ettiğinde baştan aşağı Osmanlıcı olur ve onu savunurum. Zira onlar Osmanlı’nın şahsında İslam’ı ve Müslümanları tenkit etmekteler.” der. “Fakat biz kendi aramızda Osmanlı’nın yaptığı yanlışları söyleriz, eleştiririz. Çünkü bizim eleştirimizde doğruyu bulmak yanlıştan vaz geçmek vardır.” der.

Çünkü bizler, yanlış kimden gelirse gelsin yanlışlığını söyleyen; hakeza doğru kimden gelirse gelsin doğruluğunu takdir eden bir anlayışın mensuplarıyız.

Kafasını kuma gömen, hakikate gözlerini kapatan, taassup sahibi her insan, herkese, her zaman zarar verir. Böylesi kişilerin nerde ve kim olduğunun hiç önemi yoktur.  

Diyanete gelecek olursak; bilindiği üzere Diyanet kurulduğu 1924’den bu yana gerek kurum ve gerekse başındaki birbirinden değerli başkanları, mütemadiyen eleştirildi. Bu eleştiri de kimi iyi niyetli kimi de art niyetliydi. 

İfadeye çalıştığım gibi Diyanet, Türkiye’deki bütün insanların dini anlamda çatı kuruluşudur. Bu güzide kurumu yıpratmak kimseye fayda sağlamaz.

Şu unutulmasın ki, daha iyinin ortaya çıkması için yapılan her eleştiri değerlidir. Böyle yapılan tenkit ve eleştiriler de dikkate alınıyor/değerlendiriliyor.

Ne var ki, son zamanlarda eleştirinin dozajı bir hayli arttı. Sanki bir yerlerden düğmeye basılmışçasına Başkan hakkında haksız, yerli-yersiz eleştiriler, tenkitler aldı başını gidiyor.

Bunu yapanların bir kısmını anlıyorum. Çünkü onların kahir ekseriyetinin bu kurumu ve Başkanını eleştirmesinin maksadı bellidir.

Fakat İslami duyarlılığı olan, Kur’an’ı, hadisi okuyan, camiye cemaate katılan insanların, amansız bir şekilde Diyanet ve başındakilerini mesnetsiz ve araştırmadan eleştirmelerini bir türlü anlayamıyorum. 

Bilindiği üzere iddia ispatı gerektirir. Yukarda değindiğim gibi eleştiri yerinde, zamanında ve bilerek yapılırsa ibadet özelliğini taşır ve iyidir. Aksi takdirde gerekli araştırma yapılmadan yapılıyorsa bu da fitnedir.

Bu meseleye bir de okuyan ve dinleyen açısından bakalım. Bu hususu yaşadığım bir olay üzerinden izah etmek istiyorum. Lise yıllarımda Mehmet Şevket Eygi’nin haftalık olarak çıkardığı büyük gazeteyi okurdum.

Bir arkadaşım; “Ahmet! Bu gazeteyi çıkaranın mason olduğunu biliyor musun?” dedi.

Söylediğinin doğru olup-olmadığını sorduğumda ise ‘Ih-mıh’ etti. İşin aslını öğrenmek için hafta sonunda soluğu gazete bürosunda aldım. M. Şevket Eygi’yle görüşüp durumu kendine sordum.

Bana; “Benim mason olup-olmadığımdan ziyade sizin şu davranışınız, Hucurat Suresinin altıncı ayetinin fiili tefsiri niteliğinde. Sizi tebrik ederim.” dedi.

Duyulan bir habere karşı, nasıl davranılması gerektiğini belirten ayette Cenabıhak, “Siz ey iman etmiş olanlar! Yoldan çıkmışın biri size (yalan) bir haber getirirse, muhakemenizi kullanın. Yoksa istemeden insanları incitir ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız.” buyuruyor. (V)     

Yüce Yaratıcımız; meydana gelen bir olayla alakalı bir müminin nasıl tavır takınması gerektiği hususunda ise; “Bunu –sözü- işittiğiniz zaman mümin erkeklerin ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve ‘bu apaçık bir iftiradır’ demeleri gerekmez miydi?” buyuruyor.(VI)

Hasılı velkelam, Diyanet ve Başkanı hakkında sosyal medya da bahsi geçen bütün paylaşımlar, incelenmiş, değerlendirilmiş, en nihayetinde sonlandırılmıştır. Sanki bütün bu söylenenler ve yazılanlar yeniymiş gibi tekrar gündeme getirmek, kendilerini tenzil eder. Bir de bu güzel kurum ve başkanı gündemde tutulmuş olur.

Türkiye’nin medar-ı iftiharı Diyanet İşleri Başkanlığına ve onun değerli Başkanına/başkanlarına bir zarar veremez. 

  1. İsra:36
  2. Hadislerle İslam, cilt 3, sayfa 434
  3. Hucurât:12 Yunus:36- Bakara:170 Lokman:21-53/27,28
  4. Kuran Yolu Tefsiri, cilt: 3
  5. Hucurât:6
  6. Nur:12