İman güvenmek demektir. Kuluna yettiğini vadeden El- Mümin’in her durum ve halde kuluna yetişeceğinden kulun şüphe etmemesi halidir. İman aynı zamanda bir iddia ve ispattır. İddiası teslimiyet, ispatı ise temsiliyettir. Doğumla başlayan ve ölümle nihayete erecek bir sözleşmedir. Bu ahde vefa göstermiş olanlar sadık, vefasızlık edenler yalancı(kazip) diye isimlendirilir. Sadık olanların kazanacağı, ihanet edenlerin kaybedeceği bildirilir. Müminin bütün çabası ‘’kullarımdan çok azı iman eder ya da kullarım çok az iman eder’’[1] dediklerinin içinde yer almaktır. Bu yönüyle iman bir elektir, rafinedir, arıtmadır, bir ayırmadır.

İman; öze ve hakikate çağıran, ışığa ve kurtuluşa davet eden Allah’ın çağrısına ses vermek, dikkat kesilmek, gönül vermek ve bu çağrıyı gönülden desteklemektir. Mümin imanı bir yük gibi sırtında taşıyan değil, kalbinde ve hayatında istikamet olarak aşkla barındıran ve temsil eden kimsedir. Bundan dolayı İman, bütünüyle Allah’ın yoluna adanmışlıktır. Bu hayatta ışığa gözlerini kapamaktan, sese kulak vermemekten, öze yabancılaşmaktan, hakikate sırt çevirmekten, emin olan yaratıcıya güvenmemekten, emanet ettiği değerlere sahip çıkmamaktan ve sahip çıkmayı dert edinmemekten daha büyük hangi dert olabilir ki ya da bundan daha büyük hangi ihanet? İnsan ya iyilerin safında ya da kötülerin yanında anılmaya layıktır. Bundan dolayıdır ki iman bir tefrik melekesidir. Bugün Müslümanın göz ardı ettiği iman hakikatine yeniden bir anlam yüklemesi ve vahyin ‘Ey İman edenler Allah’a iman edin’ çağrısına yeniden  dikkat kesilmesi gerekmektedir. İman edenlerin imana davet edilmesi; günahının farkına varıp Allah’ın kendisini affedeceğine inanan ve tövbeye sarılıp Allah’ın da tövbesini kabul edeceğinden şüphe etmeyen Hz. Âdem’in mesajını alarak kibrinden dolayı ululuk taslayan şeytandan uzak olmaktır.  Allaha yakınlığın bir ifadesi olarak adakta bulunan ve adağını takva ile ören Allah’ın kabul edeceğinden tereddüt etmeyen Habil’i okuyarak kıskançlığı sebebiyle kardeş katlinin alevini tutuşturan kabil gibi olmamaktır. Tuğyan içindeki kavmini gece gündüz uyaran, tufan gerçekleştiğinde de gemisini hedefe ulaştıracak olan Allah’a zirvede bir teslimiyet gösteren Hz. Nuh’un mücadelesine şahit olup O’nun uyarılarından kaçan, parmaklarını kulaklarına kapatarak ikazına duyarsız kalan şımarık azgınlardan olmamaktır. Yeniden iman çağrısı, Hz Musa gibi kelamı beliğ kılıp sınırını aşan, haddini bilmeyen “Ben sizin en yüce rabbinizim.”[2]  diyerek ilahlık iddiasında bulunan, sui kelamın mimarı Firavun gibi olmamaktır. Türlü türlü imtihanlardan Allah’a tevekküle sarılarak alnının akıyla çıkmış Hz İbrahim’i örnek alıp elleriyle yaptıkları putlara tapan müstekbir Nemrut gibi olmamaktır. Yıllar geçmiş olmasına rağmen ve hüznünden dolayı gözlerini kaybetmiş olsa da Yusuf’un kokusunu unutmayan ve güvendiği Allah’tan ümit kesmeyen Hz. Yakup’a özenip  “Yusuf’un kokusunu alıyorum.” dediğinde “sen hala eski şaşkınlığındasın.”[3] diye cevap veren Yakup’un evlatları gibi olmamaktır. İmanı yenilemek, kardeşleri kendisini kuyuya atmış olsalar da Allah’a güvenle kurtulacağına inanan ve yine de kardeşlerini affeden Hz. Yusuf olabilmeyi dert edip kıskançlığın gözlerini bürüdüğü  kardeşleri gibi olmamaktır.

Mümin, dünyalar önüne serildiği halde “Bir elime ayı, diğerine güneşi verseniz yolumdan dönmem.” diyen ve dünyayı bir misafirhane gibi görüp seyyidül istiğfar olan, ahlakın tamamlayıcısı olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav)’in ümmeti olmaya çalışmalıdır. Ebu cehil gibi inadın, fesadın ve nifakın babası olmamalıdır.  Bu iki gurubun arasındakileri Allah anılmaya bile layık görmemiştir. Mümince duruş Nebevi örnekliği dert edinerek, istikamet bulmak ve istikamette kalmanın duasında devam etmektir. Aynı şekilde insan muslih olamamanın acısını hissederek salihlerle hemhal olmalı, karanlığa mum yakamasa da aydınlıktan rahatsızlık duymamalıdır. El mümin olan Allah, anılan bu iyilerin yolunda kalmanın mesajıyla ‘’Ey iman edenler iman edin.’’[4]buyruğunu doğru okumamızı ister. İmanın her zaman ve zeminde bir iç kritik, bir otokontrol, bir update, bir check up,  bir tezkiye olduğunu hatırlatır. Varlığını, benliğini, fikrini, zikrini, amelini imanla inşa etmeyenler, duygularının, güdülerinin, korkularının, kaygılarının ve arzularının esiri olur. Her şeyin esiri olan her şeye ait olur. Kendini Allah’ın emanında bulmaya çalışmayan benliğinin tüm arzularında kaybolur. Bundan dolayıdır ki Allah’ın ‘’Ey iman edenler iman edin’ ’buyruğundaki mottonun mesajı; gerçekten iman edin, eksik değil tam iman, delilsiz değil delilli iman, taklidi değil tahkiki iman, bugün değil ölüm gelinceye kadar iman, işinize geldiği gibi değil Allah’ın dediği gibi iman edindir.

İman, dünyaya ait olup insanı kuşatan her türlü korkudan, kaygıdan ve arzulardan emin olma halidir. Korkuları azaltmanın en iyi yolu en çok korkulacak olan varlığa güven dolu bir hayat yaşamaktır. Ancak böyle bir durumda ‘’korkuyla, açlıkla, mallarla ve canlarla imtihan edilmek durumunda müjdelenmiş olan sabredenlerden’’[5] olabiliriz. Ancak böyle bir durumda Allah’ın beraber olduğunu söylediği,  sekinet vadettiği, kalplerine genişlik verdiği, karanlıklardan aydınlığa çıkaracağını söylediği, hiçbir amelini zayi etmeyeceğini bildirdiği ve emniyet vadettiği kimselerden oluruz. İşte o zaman yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendimizi ve ehlimizi korumak gibi aşkımız ve derdimiz, Allah’ın gazabına ve azabına uğramış olanları dost edinmememiz gibi bir medeniyet kimliğimiz, emanetleri ehline vermek ve onları gözetmek gibi bir sorumluluğumuz, bir bilincimiz, anlaşmazlıklarımız durumunda meseleleri Allah’a ve Resulüne arz etme gibi bir hassasiyetimiz, sadece Allahtan korkmak gibi bir cesaretimiz olur.

İman, insanın kendini ve benliğini, duygularını ve düşüncelerini hayatı ve ölümü, maddeyi ve manayı test edebilmesidir. Ne güzel buyurmuş Kâinatın Efendisi;  ‘’İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.’’[6] Kardeşimizi ne kadar ve nasıl sevdiğimiz Allah’a iman iddiamızın testidir. Ve yine şöyle buyurmuştur Kâinatın Efendisi. ‘’Eğer siz Allaha gereği gibi güvenseydiniz, Allah kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kursakları boş olarak çıktıkları halde akşam kursakları dolu olarak dönerler.’’[7] Ne yazık ki insan bu apaçık teminatı aldığı halde teslimiyet ve temsiliyet sınavında aciz kalabiliyor. Yine ne acıdır ki “İman ettik deyip imtihan edilmeden bırakılacağınızı mı zannediyordunuz?”[8] sorusuyla ‘’Allah kuluna yetmez mi?’’[9]uyarısına muhatap olan insan  ‘’ Kim Allaha güvenip dayanırsa Allah ona yeter’’[10] cevabıyla rahatlayamıyor. Oysa asıl olan her şeyin ve herkesin değil, sadece Allah’ın yetebileceğine güvenmektir iman. Teslimiyet ve temsiliyet de böyle bir imandan neşet eder. Sahibini bu dünyada sekinete ahirette ise emin makama ulaştırır.  

         


[1] Nisa Süresi 155, Hakka Süresi 41

[2] Naziat Süresi 24

[3] Yusuf Süresi 95

[4] Nisa Süresi 136

[5] Bakara Süresi 155

[6] Müslim- iman 93

[7] Tirmizi, Zühd 33 ve İbni Mace, Zühd 34

[8] Ankebut Süresi 2

[9] Zümer Süresi 36

[10]Talak Süresi 3