“Örtmek, gizlemek; nankörlük etmek” anlamındaki “küfr” kökünden türemiştir. Müslüman olduğu bilinen bir kimsenin kâfir olduğuna hükmetmektir.
Kişi dinin zorunlu olarak bilinen esaslarından birini inkâr ettiğini kendi irade ve rızasıyla açıkça beyan etmedikçe kâfir olduğuna hükmedilemez. Hata ve cehalet gibi sebepler kişiyi dinden çıkarmaz.
İslâm tarihinde tekfir söylemi ilk defa Hâricîler ile ortaya çıkmıştır. Hz. Ali (ra) başta olmak üzere pek çok sahabeyi kâfir olmakla itham etmişlerdir. (Eş’arî, İbâne, 2/337)
Tekfirin dinî ve hukukî pek çok ciddi sonuçları olduğundan dolayı bu konuda hüküm vermek bireylerin yetki ve sorumluluğuna bırakılmamıştır.
“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek 'Sen mümin değilsin' demeyin.” (Nisâ, 4/94)
"Kim bir insanı kâfir diye çağırırsa yahut öyle olmadığı halde ey Allah düşmanı derse söylediği söz kendisine döner." (Buhârî, Ferâiz, 29)
Allah’a ortak koşmak, O’nun varlığını ve birliğini, peygamberlerden herhangi birini, ilâhî kitaplar ile hükümlerini, ölümden sonra dirilmeyi ve ahiret âlemini inkâr etmek ya da alay etmek tekfir sebeplerinden sayılmıştır.
Tekfirin ortaya çıkmasındaki temel sebepler; cahillik, siyasî hırs ve menfaat, mezhep taassubu, nefsani arzulara uyma, dinde aşırılığa kaçma ve katı davranma, mezheplerin yerilmesi veya övülmesine ilişkin uydurma rivayetlere inanmaktır.
Next





