Tatilde yaptıklarınızı giriş, gelişme, sonuç şeklinde imla kurallarına uygun olarak yazınız, cümlesiyle örgün eğitim süreçlerinin bir yerinde mutlaka karşılaşmışızdır.

Özellikle her yaz tatili sonrası eğitim-öğretim yılının ilk günlerinde sosyal derslerin, özellikle edebiyat alanının temel kompozisyon konusu olarak karşımıza çıkmıştır. Bunun için pek çok öğrenci tatil sürecinde, gelecekteki muhtemel kompozisyona hikâye bulmaya çalışır.

Diğer yandan, farklı anlamları ve izdüşümleri olsa da “tatil” her birimizin gündeminde olan bir olgudur. Bu kelime ile ilgili, öğrencilerden kamusal alanda çalışanlara, özel sektörden sanat dünyasına kadar her toplumsal kesimin hayatında ve hayal dünyasında farklı tasavvurlar vardır. Esasında tatil kelimesi, kök anlamıyla, kastedilen mana arasındaki ilişki açısından da ironik bir görünüm arz etmektedir. Arapça bir kelime olan tatil, kök itibariyle boş kalma, işsiz kalma, atalet gibi anlamlara gelir. Genel tanım olarak bakıldığında ise tatil deyince; faaliyetlere ara verme, dinlenmek ve eğlenmek maksadıyla geçirilen süre, resmi kurum ve kuruluşların kapalı bulunduğu dönem, kanun gereği çalışmaya ara verilen zaman gibi durumlar akla gelmektedir. Tatil kelimesine karşılık olarak zaman zaman kullanılan “dinlence” ifadesi de pratik boyuttaki geniş yelpazenin içinde kaybolmaktadır. Kelime ve kavramların anlam aşınmalarına uğraması, farklı diller, kültürler ve hatta zamanlar içinde değişik anlamlar kazanması normal bir durum olmakla beraber tatil olgusunun psikolojik ve sosyal açıdan incelenmeye değer olduğu da açıktır.

İnsanın dinlenme ihtiyacı doğal bir gereksinimdir. Çalışan yorulur, yorulan dinlenmek ister. Özellikle sektörel çalışma hayatı için istirahat etme evrensel insan haklarındandır ve asla ihmal ve suiistimal edilemez. Diğer yandan yorgunluk da farklı boyutlara sahiptir. Örneğin bedensel yorgunluklar yanında ruhların yorgunluğu da vardır. İçinden çıkılmaz meseleler karşısında aklın yorgunluğu, fırtınalı duygularda kalbin yorgunluğu yaşanır. Sosyal sorunlar psikolojik, ekonomik vb pek çok yorgunluk sebebidir. İnsanı yoran her meseleyi kendi bağlamında ele almak gerekir. Zira her sorun kendi içinden çözümlerle aşılabilir. Özellikle zor şartlarda, emeğinin çok altında bir karşılıkla çalışan milyonlarca insanın varlığı modern dünyanın en büyük ayıbı olarak gezegeninin her yerinden görülmektedir.

Bu yazının asıl gayesi tatil konusunu, hayatının henüz öğrencilik/gençlik dönemini yaşayanlarla konuşmaktır. Hayatı iyice daraltan bir salgın sürecinin içinden geçtiğimizin farkındayız. Dijital mecralar, toplu taşıma ve servis ortamlarından daha yorucuydu. Uzaktan alınan derslerin sınavlarına yakından katılmak çelişik olduğu kadar çok yorucu bir tecrübeydi. Bu süreç herkes için tarifi imkânsız yorgunluklar getirdi. Ruhumuz da kalbimizde yoruldu. Peki yorgunluklarımızdan kurtulmak için nereye sığınalım. Haftanın günlerine tur bindirerek uyumak, tüm aktivitelerden uzak, hareket teorisine inat yaşamak ya da hazır kıta bekleyen dijital aygıtlara teslim olmak kişiyi gerçekten dinlendirecek midir? Eylemsizlikten yorgun düşmek, teknoloji çağının karakteristiğini ifade eden bir deyime dönüşmektedir.

Öyleyse hayatın içinde yapılacak dört farklı yolculuk dinlenmek, ruhumuzu, kalbimizi dinginleştirmek için iyi gelecektir:

Birincisi; tabiatın enginliğine doğru yolculuktur. Evren her şeyiyle muhteşem bir sanat eseridir. Dünyadaki tüm canlılar ve tabiat bir orkestra gibidir. İnsanın toprakla çok güçlü bir bağı vardır. Dolayısıyla insan doğadan uzaklaştıkça kendine yabancılaşmaya mahkûm olacaktır. Doğadan uzaklaşmak aynı zamanda ezeli ve ebedi hakikatin sesinden uzaklaşmaktır. Tabiatla iç içe olmak insanın ruhuna iyi gelecektir. Tabiatın derinliklerinde ruhumuzun sekineti vardır. Seher vaktinde güneşin sessiz bir şarkı ritmiyle dünyayı aydınlatışına şahitlik etmek, bir çınarın gölgesinde yaprakların rüzgâra tempo tutuşunu izlemek, ağustos sıcağında börtü-böceğin, kuşların, kelebeklerin hayata tutunma çabasını fark etmek, kalbimizi, yüreğimizi, hayallerimizi doğaya açmak sayısız güzellikler dolduracaktır ruhumuza… Modern insanın en büyük talihsizliği doğadan uzaklaşmasıdır. Ve insan ne yazık ki her geçen gün adeta bir makinaya dönüşmektedir. Post hümanizm, yapay zeka vb kavramlar etrafında adeta dijital insan modeli ve insana ihtiyacın iyice azalacağı bir süreç tartışıladursun. Doğadan, kalbinden, duygulardan uzaklaşan insan çoktan kendisi bir robota dönüşmektedir. Mega kentlerin devasa reklam panoları ve billboardları arasında insan kaybolmak üzeredir. Ve insan kendi değerini sahip olduğu ya da kullandığı cihazlarla ispat etme gayretine düşmüştür. Yani asıl olan eşyadır ve insan ona nispetle kendini ifade etme telaşındadır. Dolayısıyla kentlerde istiflenen insanların özgün hikayeleri de yoktur, sadece ortak trajedileri vardır. Bu bir travmadır, çıkmaz sokaktır. İnsan doğayla tanışmak ve barışmak zorundadır. Kapitalizmin ve emperyalizmin temel hedefi de insanı topraktan uzaklaştırmaktır. Zira topraktan uzaklaşan insan küresel sömürü sisteminin çarklarına teslim olmak zorundadır. Tatil, doğayla hemhal olmak için eşsiz bir fırsattır. Irmaklarından dağlarına her köşesi muhteşem güzelliklerle dolu ülkemizde ruhumuza zindelik, kalbimize sekinet kazandırmak için yapmamız gereken şey kalbimizi ve kucağımızı doğaya açmaktır. Özellikle, bilet gişeleriyle kuşatılmamış, samimiyet ve duyarlılıktan başta ücret istemeyen alanlar öncelenmelidir. Dijital ekranlara arka plan resmi olarak seçtiğimiz manzaralar çoğu kez yakınımızdadır. Anadolu’da her dağın, her ırmağın bir türküsü vardır. Hüzünlere, matemlere, sitemlere, hayallere tabiat ortak edilmiştir. Gökyüzünden, yıldızlardan habersiz yaşayan bir insan, nasıl engin ufuklara yelken açabilir?

İkincisi; tarihin derinliklerine doğru yolculuktur. Anadolu, medeniyetlerin beşiğidir. Kalelerinden antik mekanlarına her şehir onlarca tarihi anıt ve hikâyeye ev sahipliği yapmaktadır. Diyarbakır’dan Edirne’ye, Amasya’dan Erzurum’a, neredeyse her taşın bir hikayesi vardır. Pek çok şehrimizde peygamberlerin, sahabenin ayak izleri vardır. Bunun için geçmişi bilinmeden bir şehir tanınamaz. Yaşadığı şehrin, ülkenin tarihinden habersiz olanlar, o yerle ünsiyet ve aidiyet de kuramaz. Tarihini, hikayesini okuduğumuzda ve o bilgiyle baktığımızda ise, şehirler sınırlarını aşacak, her biri adeta bir gezegene dönüşecektir.   Diğer yandan tarihin derinliklerine yolculuk yapmak insana varoluşun hikmetini hatırlatır. Yaşadığımız topraklardan milyonlarca insan gelip geçmiştir. İnsan geçicidir. Aslolan, asaletle, izzetle, muhabbetle geçmektir hayatın içinden.

Üçüncüsü; sılay-ı rahimin bereketine doğru yolculuktur. Ruhun sekineti için bir dostun sohbetine yarenlik etmek en etkili ilaçtır. Yarına güvenle yol alabilmek için hayatın yükünü omuzlarında taşıyan bir ihtiyarın tecrübesi en büyük rehberdir. Yaşlıları ziyaret etmek, onların hayat hikayelerini dinlemek, dünyada yarım asırda yaşanan hızlı değişimleri hayret verici şekilde önümüze dökecektir. Onların duasını almak kalbimize çok iyi gelecektir. Tatil ile, arkadaş ve akrabaları ziyaret arasında ilişki kuramamak, tatil ile ruhun ve kalbin sekineti arasında bağlantı kurmamaktandır. İnsan insana muhtaçtır. Modern insanın bunalımlarının temel sebebi yalnızlıktır. Ulaşım ve iletişim imkanlarıyla dünya iyice küçülürken insanlar arasındaki mesafe alabildiğine büyümüştür. Tatil, baz istasyonlarının elektromanyetik dalgalarıyla değil, sevdiklerimizle yüz yüze sohbet edebilmenin huzuru için güzel bir fırsattır. 

Dördüncüsü; kitapların uçsuz bucaksız dünyasına doğru yolculuktur. Müfredata tabi olmayan kitaplar okumaktan bahsediyorum. Sınavda soru çıkma kaygısıyla değil, hayata değer katma duygusuyla okunan kitaplardan. Kitaplar, kendine kalbini açanlara, dünyalarını açarlar. Farklı dünyalarla tanışmanın en kolay yoludur kitaplar.

Sonuç olarak tatili atalet değil de ruhun dinginleşmesi için fırsat bilenlerin mutlaka yapabilecekleri yolculuklar vardır.