İmam Şafi'nin Hayatı

İmam Şâfiî (h.150/m.767) Gazze’de doğmuştur. 

Şafii’nin doğum yılı Ebû Hanîfe’nin (ö. 150/767) vefat yılına rastlamaktadır.

Baba tarafından soyu Hz. Peygamber’in (sas) dördüncü kuşaktan dedesi Abdümenâf ile birleşir.

Büyük dedesi Şafi, gençliğinde Rasûl-i Ekremle (sas) görüşme şerefine nail olmuştur. Onun babası Saib'de Bedir savaşı sırasında Müslümanlığı kabul etmiş değerli bir sahabidir. Annesi ise, bir rivayete göre İmam Hüseyin hazretlerinin torunu Abdullah’ın kızı Fâtıma, diğer bir rivayete göre ise Ümmü Habibe-i Ezdiyye’dir.

İmam Şafii iki yaşındayken babası Filistin’in Gazze şehrinde vefat etmiş  küçük yaşta yetim kalmıştır. Bu yüzden annesi O'nu Mekke'ye götürmüştür.

Bu sebeple Mekke’de büyümüş ve temel dinî eğitimine burada başlamıştır.

İlme yönelen Şafii, güçlü hâfızası sayesinde yedi yaşında  Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiştir.

On üç yaşında iken Mescid-i Harâm’da Kur’an okutmaya başladı.

İlim meclislerine katıldı. Arap şiiri, edebiyatı ve tarihine ilgi duydu.

İslamî ilimlerin tahsili için Arapça’nın önemini idrak eden İmam Şafii, dış etkilerden korunmuş olan Araplardan Arapça’yı öğrenmek amacıyla çölde yaşayan Hüzeyl kabilesine gitti. Fasih Arapça konuşan Hüzeyl kabilesi arasında şiir ve edebiyat öğrendi. İmam Muhammed eş-Şeybânî'den fıkıh dersleri, Süfyan b. Uyeyne, Abdülaziz b. Mâcişûn gibi bilginlerden de hadîs dersleri aldı.

Arapçada öyle bir seviyeye yükseldi ki, edebiyat tarihçisi olan el-Asmaî, Hüzeyl kabilesinin şiirlerinin Kureyşli Muhammed b. İdris, yani İmam Şafii sayesinde sağlıklı bir şekilde kendilerine ulaştığını ifade etmiştir. Bundan sonra İmam Şafii, Mekke müftîsi Müslim b. Hâlid ez-Zenci’den ders alarak, onun yanında fetva verecek duruma geldi. O zaman on beş yaşlarında idi.

İmam Şafiî yirmi yaşlarında iken artık Mekke’de ilmî açıdan alacağı pek bir şey kaldığını düşünerek Mâlik b. Enes’e gitmeye karar verdi. Ödünç aldığı bir nüshadan İmam Mâlik’in ünlü eseri el-Muvatta’ı ezberledi. Ve Medine’ye doğru yola çıktı. Oranın en büyük fakihi İmam Mâlik b. Enes (ö. 179/795) idi. Muvatta’ adlı hadis kitabını ezberden okuyunca İmam Malik’in büyük hayranlık ve beğenisini kazandı. İmam Mâlik’ten, onun vefatına kadar dersler aldı. 

Mâlik b. Enes’in vefatı üzerine Şâfiî muhtemelen Mekke’ye döndü. O sırada Hicaz’da bulunan Yemen valisi, Şâfiî’nin dayılarından birinin ricasıyla onu Yemen’e davet etti. Şâfiî’nin bu yolculukta harcayacak parası olmadığından annesi evini rehin ederek aldığı borçla yol masraflarını karşıladı. Yemen’de bir kamu görevi alıp burada yaklaşık beş yıl kalan Şâfiî’nin San‘a’da Hz. Osman’ın torununun torunu olan Hamdeh (Cemîle) adlı hanımla evlendiği kaydedilmektedir .

İmam Şâfiî bir çok resmi işlerde de görev almıştır. Yemen'de aldığı bir görev, edindiği tecrübe ve ilmini uygulamasına imkânı vermiştir. Resmi görevinde insanların meşru olmayan taleplerini geri çeviriyor, onlara bu konuda asla taviz vermemiştir.

“Sünnetin Yardımcısı” lakabı  ne anlama gelmektedir?

İmam Şâfiî’nin düşünce yapısında genel olarak vahiy, özel olarak Resûlullah’ın sünneti, merkezi bir konuma sahiptir. O, Resûlullah (sas)’ın sünnetine sıkı sıkıya bağlıydı.

Er-Risâle’nin başında kaydettiği âyetlerle bir yandan vahye bağlılığı temel ilke edinmenin önemini vurgularken diğer yandan Resûl-i Ekrem’in özel konumuna ve sünneti vahyin ayrılmaz parçası sayma gereğine dikkat çeker. Sünneti hak ettiği konuma yükseltmek Şâfiî’nin fikrî mücadelesinin ana mihverini oluşturur. Bağdatlılar ona bu sebeple  “Sünnetin Yardımcısı” lakabını vermişlerdi. 

Kıyâme sûresinin 36. âyetinden hareketle insanın sorumlu bir varlık olduğu, bunun gereğinin ise Allah’ın insan hayatına yönelik iradesinin gözetilmesiyle yerine getirilebileceği fikrini vurgulayan Şâfiî, her iki kaynağı oluşturan metinleri bir bütünlük içinde işleyerek bunlarda saklı olan ilâhî iradeyi açığa çıkarmanın şekilleri üzerinde durmuştur.

İmam Şâfiî  güzel yüzlü bir kişiydi. Yemin etmekten titizlikle sakınır, gecenin bir bölümünü ibadetle geçirirdi. Rehavete yol açıp çalışmaya ve ibadete engel olduğu için fazla yememeye özen gösterirdi.

Samimi bir dindarlığı şiâr edinen Şâfiî’nin çeşitli bilgilerin yararı hakkında şöyle dediği nakledilir:

Kur’an öğrenenin saygınlığı artar,

Fıkıhla meşgul olanın değeri yükselir,

Hadis yazanın delilleri kuvvetlenir,

Dil üzerine yoğunlaşanın tabiatı incelir,

Matematiğe yoğunlaşanın muhakemesi güçlenir,

Kendini korumayana ise ilmi fayda etmez. (Zehebî, X, 24).

Ahmed b. Hanbel onun hakkında; “Şafii, Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün sünneti konusunda insanların en fakihi idi” demiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah şöyle demişti: “Babama, Şafii’nin nasıl bir insan olduğunu sordum. Çünkü ona çok dua ediyordu. Babam dedi ki: Şafii dünya için güneş ve insanlar için sağlık mesabesindedir. Bak, hiç bunların yerine geçecek bir şey var mıdır?”

İmam Şafi’nin Eserleri

İmam Şafii Usul-ü Fıkha dair Er-Risale’yi ve Kitabü’l-Hücce gibi eserlerini Bağdat’ta yazmıştır.

Kitâbü’l-Ümm, Şâfiî’nin cedîd dönemi fıkıh düşüncesini en ayrıntılı biçimde yansıtan ve mezhebin ana kaynağını oluşturan eserdir.

Er-Risâle, Şâfiî’nin fıkıh usulüne dair görüşlerini ihtiva eden ve fıkıh usulü alanında günümüze ulaşan ilk kitap olması bakımından önem taşıyan bu eser 

El-İmlâ (el-Emâlî), Şâfiî’nin bizzat yazmayıp öğrencilerine dikte ederek oluşturduğu kitaplara el-İmlâ veya çoğul şekliyle el-Emâlî denir. 

Ahkâmü’l-Kur’ân eseri ise İmam Şâfiî tarafından kaleme alınmamıştır, eseri tanınmış hadis âlimi Beyhakī (ö. 458/1066) derlemiştir. Beyhakī, gerek Şâfiî’nin gerekse öğrencileri Büveytî, Ebû Sevr, Harmele, Rebî‘ el-Cîzî, Müzenî, Rebî‘ el-Murâdî gibi âlimlerin kitaplarından Şâfiî’ye ait görüş ve tahlilleri bir araya toplayarak bu eseri meydana getirmiştir.

İmam Şafii’nin başlıca eserleri şunlardır: Ahkâmü’l-Kur’an, Es-Sünen, İhtilâfü’l-Hadîs, Er-Risâle fi’l-Usûl, EI-Mevâris, Kitâbü’1-Ümm, Müsnedü’ş-Şâfiî, Edebü’1-Kâdi, El-Eşribe, Fezâil-i Kureyş, Es-Sebku ve’r-Remy. 

Çok sayıda öğrenci yetiştiren Şâfiî’nin Mısır öncesi dönemdeki talebeleri arasında Ebû Sevr, Ahmed b. Hanbel, Kerâbîsî ve Za‘ferânî öne çıkan isimlerdendir.

İslam dünyasının her tarafında yaygın hâle gelen bir mezhebin kurucusu olma şerefine nail olan İmam Şafii, yazdığı kitaplar ile de  büyük bir kabul görmüştür.

İmam Şafiî’nin ölümünden sonra, metot ve görüşleri doğrultusunda adıyla anılan bir mezhep oluşmuştur.

Şâfiî mezhebi özellikle Mısır’da yayılmıştır. Çünkü mezhebin imamı hayatının son beş yılını orada geçirmiştir. Ömrünün sonlarında Bağdat’tan Mısır’a giden İmam Şafiî, öğrendiği yeni hadisler ve gördüğü bölgesel uygulamalardan çok etkilenmiştir. Bu onun fikir ve anlam dünyasının genişlemesine ve dönüşmesine sebep olmuştur. 

Günümüzde Anadolu’nun doğu kesiminde, Kafkasya, Azerbaycan, Hindistan, Filistin, Seylan ve Malaya Müslümanları arasında Şafii mezhebine mensup olanlar bir hayli fazladır. Endonezya adalarında ise hâkim olan tek mezhep Şâfiî mezhebidir.

İmam Şafii hazretleri Hicrî 204 (Milâdî: 819/820) yılında 54 yaşında iken Mısır’da vefat etmiştir.

Karâfe’de Benî Abdülhakem Mezarlığı’na defnedildi. Daha sonra buraya bir türbe yapıldı.

Halife Me’mûn, Şâfiî’yi Mısır kadısı yapmak isteyince onun, “Allahım! Dinim, dünyam ve âkıbetim için bu görev hayırlı olacaksa nasip eyle, değilse canımı al” şeklinde dua ettiği ve üç gün geçmeden vefat ettiği rivayet edilmiştir.

Editör: Mehmet Çalışkan