Enbiya Yıldırım

Dinî ilimlerle meşgul olan herkesin, adını bildiği ve kütüphanesinin rafında en az bir çalışmasını bulundurduğu Şuayp Arnavut, büyük kısmı hadis alanında olmak üzere 320 cildi aşan eserleriyle zamanımızın önde gelen muhaddislerinden ve muhakkiklerinden biri olarak kabul edilmeyi fazlasıyla hak etmiş büyük bir muhaddistir.

Şam’da başlayan hayat

Hocamız, Arnavutluk İşkodra kökenli, Şahin soyadlı bir aileden gelmektedir. Ahmed Zogu’nun Arnavutluk’taki idaresinden bunalan Müslümanlardan olan babası Muharrem Bey, 1926 yılında meşhur hadis âlimi Nasıruddin Elbânî’nin babası Nuh Necati Hoca’yla birlikte ailece Şam’a hicret eder.  Şuayp Hoca 1928 yılında burada dünyaya gelir. Babası tahsilli biri değildir ancak oğlunun dindar yetişmesi hususunda çok hassastır.  Bu nedenle dinî sohbetlere onu da götürür.

Gençlik döneminde şeri ilimlerin tahsiline başlayan Arnavut, 15 yıl sürecek öğrenim hayatı boyunca Şam’da bulunan meşhur hocalardan sarf, nahiv, belagat, edebiyat vb. alanlarda eğitim alır. Ardından fıkıh, tefsir, hadis gibi ilimlerdeki temel kitapları okur. Süleyman Gavcî Elbânî, yukarıda ismi geçen Nuh Necati Elbânî, Arif Düvecî, Edîb Kellâs ile Muhammed Salih Farfûr en çok yararlandığı üstatlarıdır. Özellikle Farfûr, yetişmesinde büyük emeği olan hocasıdır. 

Hadis ilmine yöneliş

Fıkıh, tefsir ve hadis eğitimi döneminde Arnavut’un en çok dikkatini çeken ve muhtemelen sonraki süreçte de ilmî hayatında çok büyük etkisi olacak olan husus, hocalarının ve diğer insanların sahih olan veya olmayan hadisleri bilme noktasındaki bariz eksiklikleriydi. Büyük oranda fıkıh alanında malumat sahibiydiler ve tefsir ile hadisteki malumatları yüzeyseldi. Taklit geleneği içinde yetiştiklerinden dolayı fıkıh kitaplarında geçen bilgilere ve rivayetlere sıkıca yapışıyorlardı. Ayrıca zayıf ve mevzu hadisleri hem konuşmalarında hem de meclislerindeki fıkhi tartışmalarda kullanıyorlardı. Hatipler ve vaizler de rivayetlerin sıhhatlerine dikkat etmeyen kitaplarda gördükleri çoğu zayıf ve mevzu hadisleri rahatça aktarıyorlardı. Hâliyle öğrenciler de bu minvalde yetişiyordu. Söz konusu durum Arnavut Hoca’da, bu boşluğun doldurulması, insanların dayanaklarının sağlam olması gerektiği fikrini doğurdu.

Bu düşüncenin zihnine yerleştiği zaman diliminde İslam dünyasında tahkik rüzgârı esmeye başlamıştı. Ahmed Muhammed Şakir, Râğıb et-Tabbâh, Reşit Rıza, Sââtî, Ahmed el-Ğumârî ve Nasıruddin Elbânî gibi zevatın çalışmaları büyük rağbet görüyordu. Arnavut, bundan da etkilendi.

Tahkik alanına giriş

Şuayp Hoca, yaşı genç olmasına rağmen mevcut eksikliği tespit etmesi ile tahkik çalışmalarının etkileyiciliği bir araya gelince, ömrünü bu alana vakfetmeye karar verdi. El-Mektebu’l-İslami sahibi Züheyr Şâviş’in de teklifiyle hocası Farfûr’un riyasetinde çalıştığı Ma’hedu’l-Fethi’l-İslami’den ayrıldı ve 1959 yılında yeni yerinde işe başladı. Kader onu burada, hemşehrisi Muhammed Nasıruddin Elbânî ile Kosova’lı Abdulkadir Arnavut ile aynı ortamda buluşturdu. Zahirîye Kütüphanesi’nde kendilerine tahsis edilen bir odada üçü birlikte çalışmaları sürdürdüler.

Bir süre sonra Şuayp Arnavut, Arapçaya güçlü vukufiyeti nedeniyle yayınevinin tahkik grubunun başına geçti. Artık Abdulkadir Arnavut da dâhil olmak üzere 10’u aşkın kişiden oluşan ekibin tahkik edeceği kitapları seçiyor, çalışma yöntemlerini belirliyor, yapılanları dikkatle takip ediyor, bu arada kendisi de bizzat tahkikler yapıyordu.

Arnavut, el-Mektebu’l-İslami’de yaklaşık 20 yıl kaldı ve burada 72 ciltlik temel eserin tahkikine katıldı. Buradan ayrıldıktan sonra 1977’de –vefat edene kadar devam ettiği- Müessesetü’r-Risâle’ye geçti. Tahkik alanında çok büyük bir birikim sağlamıştı. Benzerlerine göre çok üst seviyedeydi. Burada da tahkik biriminin başına geçti. Ekibin çalışma yöntemlerini ve izlenecek yolu belirledi, çalışmaları başından sonuna kadar takip etti.

Sonunda birçoğu gibi o da Suriye’yi terk etmek zorunda kaldı. Esasında kendisi aktif olarak siyasal hareketlerin içinde yer almıyordu ancak bir duruşu vardı. Ayrıca yaptığı iş onu sürekli olarak yurt dışıyla irtibatlı olmaya mecbur tutuyordu. Bu çerçevede oluşan olumsuzluklar Suriye’de daha fazla çalışmasına imkân tanımadı. 1982 yılında kütüphanesini bile elden çıkararak Amman’a göçtü. Müessesetü’r-Risale’nin ana çalışma merkezinin burada olması, Ürdün’ü tercihindeki temel nedenlerdendi.

Ürdün’e yerleşmesi hem onun hem de İslam âlemi için bereket olmuştur. Tahkik alanındaki en güzel eserlerini başka bir ifadeyle kitaplarının çoğunu burada hazırlamıştır. Zehebî’nin Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ’sı (25 cilt), İbn Balaban’ın el-İhsân fî Takrîbi Sahîhi İbn Hibbân’ı (18 cilt), İbnu’l-Vezîr el-Yemenî’nin el-Avâsım ve’l-Kavâsım’ı (9 cilt), İbnu’l-Kayyım’ın Zâdu’l-Meâd’ı (5 cilt), Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i (50 cilt), İbn Ebi’l-İz’in Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye’si (2 cilt) gibi.

Tükenmeyen azim

Cuma günleri hariç çalıştığı büroya her sabah sekizde gelip öğleden sonra ikide ayrılan Arnavut Hoca, haftanın en az iki gününün akşamında farklı gruplarla kitap okumaları yapardı. Bunu ilmin zekâtı olarak görürdü. Bizzat gelerek veya telefon ederek kendisine ulaşanların yardım talebini de asla geri çevirmezdi. Ömrünün son zamanlarında, çalışma gücünü büyük oranda kaybetmişti ancak öğrencilerine ve kendisine müracaat edenlere evinde yardımcı olmayı sürdürdü.

Bu kadar yekûn tutan kitaplar ortaya koyabilme başarısının ardındaki sır, azmi ve ekip çalışması yapmasıydı. Çalışmalarını, tahkik alanında yetiştirdiği uzmanlarla birlikte bürosunda yürütürdü. Önce üzerinde çalışılacak eser belirlenir. Ardından yeryüzündeki kütüphaneler taranarak ilgili kitabın en eski ve en sağlam nüshaları temin edilmeye çalışılırdı. Sonra bunlar aşama aşama ekibe dağıtılır ve herkes üstlendiği kısmı ciddiyetle hazırlardı.

Çalışmalarında öne çıkan hususiyetler

Arnavut Hoca’nın tahkikleri incelendiğinde bazı yönler dikkati çeker.

1-Yazma nüshaları okumadaki başarısı okuma hatalarını yok seviyesine indirmiştir. Metinlerdeki hatalı ibarelerin aslında nasıl olması gerektiğini belirtmesi de mühimdir.

2-Tahkik çalışmalarının çoğunda, izaha veya tartışmaya müsait ibareler genellikle tetkik edilip ele alınmaz. Şuayp Hoca’nın tahkikleri ise farklıdır. Açıklanmaya muhtaç hususlarda okuyucuya muhtasar da olsa bilgi verir, katılmadığı meseleleri eleştirir.

3-Tahric ettiği hadislerin sıhhat derecesini belirtmesi çalışmalarını farklılaştıran en önemli meziyetlerdendir. Geniş tetebbuâtı sayesinde ravileri ve rivayetleri çok iyi bilmesi ona bu imkânı vermekteydi.

Şuayp Arnavut, Hanefi mezhebine müntesip olduğunu her vesileyle iftiharla söylerdi. Ancak onun Hanefiliği mukallitlik düzeyinin çok üstündeydi. Dört mezhebe ve naslara derin vukufiyeti neticesinde kendi içtihadına göre fetva verdiği durumlar oluyordu. Diğer mezheplerin görüşlerini de bu çerçevede etraflıca değerlendirirdi. İtikadi meselelerde ise ilk dönem Selef bilginlerinin yaklaşımlarını ağırlıklı olarak benimserdi.

Ülkemiz insanına bakışı

Eserlerinden herkesin yararlandığı bir büyük üstat olmasının ötesinde, Arnavut Hoca’nın Türkiye insanı için ifade ettiği çok özel bir anlam vardır. Çünkü geçen asrın ortalarından itibaren Türkiye’den İslami ilim tahsili için Suriye’ye gidenler Salih Farfûr ile öğrencisi Şuayp Arnavut’un öğrencileri oluyorlardı. Ürdün’e taşınmasından sonra da durum değişmedi. Kısa süreli gelenler mutlaka kendisini ziyarete giderler, uzun dönem kalanlar da derslerini takip ederlerdi. Tezleri ve diğer çalışmaları için onun engin birikiminden yararlanırlardı. Bu nedenle Ürdün’e gidip de Şuayp Hoca’dan istifade etmemiş bir ilim yolcumuz yoktur. Kaldı ki onun bize karşı çok farklı bir muhabbeti de vardı. Osmanlı dendi mi, Fatih dendi mi gözleri yaşarırdı. Büyük ecdadın torunları olmamız hasebiyle elinden gelen hizmeti yapmaya gayret ederdi. Balkanlar’ın, dedelerimiz sayesinde İslam’la müşerref olduğunu ve bu minnetin kendilerine bir görev yüklediğini söylerdi. Bu yüzden ülkemizden giden öğrencilerin ve hocaların ders alma taleplerini asla geri çevirmezdi. Pek çok öğrencisine de kitaplarından hediye eder, beraberinde kitapçılara götürdüklerine de “Siz bunları ülkenizde bulamayabilirsiniz, yetişmeniz için bu kitaplar gerekli.” diyerek satın alırdı.  Kira yardımı yaptığı, elektrik ve su paralarını ödediği öğrencileri de az değildi. Çünkü o, dünyalığa hiç önem vermezdi. Resulüllah’ın takipçilerinin iyi yetişmesi en çok önem verdiği hususlardandı. Bu nedenle ilim yolunda infaktan geri kalmazdı.

Birkaç defa Türkiye’ye gelmiş olan Hocamız, dokuz vilayette Diyanet İşleri Başkanlığının eğitim merkezleri ile İlahiyat Fakültelerinde konferanslar verdi, genç bilim insanları ile bir araya geldi. Dünyanın en tanınmış hadis âlimiyle buluşmak onlar için tarifi imkânsız bir mutluluk vesilesi oldu.

Hocamız, 27 Ekim 2016 Perşembe günü 89 yaşında rahmetli oldu. 

Editör: Ömer Ceylan