Ne kadar da çabuk değişmedi mi her şey: Toplumun çoğunluğu köy ve kasabalarda yaşarken şehirlerde yaşar oldu artık. Teknoloji-televizyon-internetin girdiği her yer şehir yaşam tarzına bürünmedi mi zaten. Ne kadar kaldı yumurta alınan sıcak fol, elle sağılan inek, bahçeden toplanan çeşit çeşit sebzeler, dalından kokusu içe çekile çekile toplanan domatesler.

Sadece yaşanılan bölgeler, yaşam şekilleri mi değişti? Keşke öyle olsaydı! Değişti zihinler, bakış açısı, beklentiler, samimiyet, güven duyguları, yardımlaşma alışkanlıkları…

Günümüzde insanlar da, düşünceler, duygular, istekler, arzular, hayaller, hevesler dünyevileştikçe dünya daha fazla içine çekti insanları. Dedelerimizin çocukluğunda neydi istek ve arzular, babalarımızın gençliğinde neydiler, nelerdiler, şimdilerde ise günümüz çocuklarında neler neler oldular. Belki benzerlikler bile kalmadı eskiden olan düşünce, hayal, heves, istek ve arzular arasında…

Benzerlikler azaldıkça nesiller arasında: büyüklerden küçüklere düşünce, duygu, tecrübe aktarımlar da azaldı, eskiden ilgiyle hevesle dinlenen dedeler, nineler ilgiyle dinlenmez oldu artık. Sanayi ve teknolojinin son yıllardaki gelişimi sebebiyle her şeyin çok hızlı gelişmesi ve değişmesi ile karşı karşıya kalınca insanlık, nesiller arası bilgi-beceri aktarımları da yeterince gerçekleşemeyince; değişim hızının ortaya çıkardığı sert fırtınada, herkes az ya da çok savrulmalar yaşadı yaşamındaki şart ve durumlar ölçüsünde. Köy, kasaba yerleşimlerinden köylerin bile şehirleştiği, şehirdeki her şeyin her yere ulaştığı çağımızda; insanların davranışları da yaşam şekilleri de bu hızlı değişimin etkisi altına girmekten kaçamadı. 

Eskiden aynı coğrafyada yaşayan insanlar birbirine benzer, birbirine yakın hayatlar yaşar, birbirlerine benzer şekilde giyinir ve yakın bölgelerde yaşayanlar benzer şive ile konuşurdu. İnsanların konuşmasından nereli olduğunu çıkarmak çok zor olan bir şey değildi. İnsanları doğduğu yere, yaşam sürdüğü bölgeye göre sınıflandırmak, değerlendirmek, anlamaya çalışmak çok yaygın bir alışkanlık ve davranış şekliydi. Onun için insanlar birbirleriyle bir araya geldiklerinde, yeni tanışma ortamları olduğunda herkes öncelikle birbirine nereli olduğunu sorar, ne iş yaptığını merak eder, nerede hangi bölgede oturduğuna göre yaşam standardı ve gelir durumu noktasında bilgi ve fikir sahibi olmaya çalışırdı.

İşin ilginç yanı: tarihten günümüze kadar her zaman ön planda olan yaşça büyükler, bu dönemde artık öncüler olmaktan da çıkmaya başladı, teknoloji ve yeni gelişmelere daha hızlı uyum sağlayan çocuklar ve gençler güncel yaşamda gerekli olan becerileri edinme ve teknoloji kullanımında aktif olma noktasında büyüklerinin önüne geçti. Hastane randevusundan alış-veriş ihtiyaçlarına, haber-duyurulardan hava durumlarına kadar her şey akıllı telefon-tablet-bilgisayar eliyle “internet” üzerinden gerçekleştirilmeye başladıkça özellikle yaşlılar başta olmak üzere birçok anne-babalar hazır olmadıkları yenidünya karşısında günlük, basit birçok işlerini halletme noktasında çocuklara, gençlere danışır hale gelmeye başladı. Çocuklar ve gençler için çok basit, kolay, “çocuk oyuncağı” sayılan şeyler koca koca insanların, anne-babaların, hatta bazen eğitimcilerin, hocaların zorlandıkları, yapamadıkları şeyler olunca yüzyıllardır büyüklerin ellerinde olan bilirkişilik vasfı, sözü geçen kişi olma özelliği çok hızlı bir şekilde çocukların, gençlerin ellerine geçmeye başladı. Büyüklerin henüz gelişim çağında olan yeni bilirkişileri(!) gözlemlemeleri, rehberlik yapmaları, kontrol etmelerini bırakın bu yeni durum artık büyüklerin kendi çocuklarına öğütler vermelerini, birikim ve tecrübelerini aktarma noktasında bile zorlanmalarına sebep oldu. Bu durum sonucu büyükler; çocuklar ve gençler tarafından değer verilmemek, kabul görmemek, tavsiye ve önerilerinin dinlenilmemesi gibi zor bir durumla karşı karşıya kaldılar.

Peki, bu yeni ve olağanüstü dönem nasıl geçirilecek, ortaya çıkan riskler nasıl bertaraf edilecek, uzun yıllar sonucu oluşan örf-adet, kültür ve tecrübeler yeni nesillere aktarılamadan kaybolup gitmekle karşı karşıya mı kalacaklar. Bu yeni durumun ortaya çıkardığı, içinde ciddi riskler ve tehlikeler barındıran durumun dezavantaj durumundan avantaj durumuna çevrilmesi, risk oluşturan ve gelecek adına tehlikeli olabilecek durumların tespit edilerek ayıklanması, faydaların belirlenerek çoğaltılması ve ön plana çıkartılması mümkün mü? Çocuklarımızı, gençlerimizi geleceğe en sağlıklı bir şekilde hazırlamak nasıl mümkün olacak? Eğer mümkünse ki -tabi ki mümkün- bu çok önemli görevi kimler üstlenecek ve yerine getirecek?

Bu durumda gerçekten zor olan, geçmişten örneği olmayan bu görev ve sorumluluğu anne-babalardan, aile büyüklerinden beklemek, onların kendilerini zorlayarak-geliştirerek bu sıkıntılı duruma el koymaları kısa vadede olabilecek bir çözüm yolu gibi maalesef gözükmemektedir. En hızlı ve verimli şekilde bu ciddi problemin üzerine gitmesi gereken kişiler: eğitim ve sosyal hayatı içerisinde aktif görev ve sorumluluklar alan, toplumun önünde, onlara yön veren eğitimciler, din adamları, yöneticiler olması gerekmektedir. Çok hızlı gelişen bilim ve teknolojinin imkânları en verimli şekilde değerlendirilerek, bu alanda var olan tüm birikim ve tecrübeler sürekli olarak ciddi bir planlama ve çalışmayla gözden geçirilmelidir.

Yeni ortaya çıkan gelişmelerin an’ı ve geleceği nasıl şekillendirdiği-şekillendireceği düzenlenecek beyin fırtınaları, çalıştay, şura ve benzeri ortak akıl merkezli çalışmalar ile detaylıca araştırılarak tespit edilmeli, alternatifli çareler üretilmelidir. Ortaya çıkabilecek farklı ihtimaller, seçenekler göz önüne alınarak ilgili uzmanlar tarafından detaylı, bol alternatifli, çok aşamalı uygulama planları hazırlanmalıdır. Çocuklar ve gençler üzerinde hassasiyetle hazırlanmış özel eğitimler ile yüzyılların mirası örf, adet, kültür, sanat medeniyeti onlar üzerinde yeniden etkili olacak, yön gösterecek şekilde özenle işlenmelidir.

Aynı zamanda yetişkinler açısından ortaya çıkan bu yeni-olağanüstü dönemi en iyi şekilde yönetmeleri açısından yaş durumlarına göre teknolojiyi doğru, verimli, etkin kullanma başta olmak üzere çeşitli alanlarda düzenli, uzun vadeli eğitim çalışmaları gerçekleştirilmelidir. Her geçen gün yetişmiş, ciddi birikim ve tecrübelere sahip büyüklerin farklı sebeplerle dünyamızdan ayrılışları göz önüne alınmalı, uzun tecrübeler sonucu kazanılmış her bir fikir ve önerinin hayati öneme sahip olduğu bilinciyle bu çalışmalar ivedilikle gerçekleştirilmeye başlanmalıdır. Eğitimden teknolojiye, tarımdan ticarete, yaşamdan sanat-kültüre, dini hayattan aile hayatına kadar ortaya çıkan yeni şartlar, oluşan her bir durum titizlikle ele alınarak üzerine çok ciddi yoğunlaşmalar, istişareler, analiz çalışmaları gerçekleştirilmelidir.

Gelişmiş ülkelerde sayıları çok fazla olan “think tank” düşünce kuruluşlarının en önemli çalışma alanlarından biri olan zamanı ve şartları çok iyi okuyabilmek, tarihi araştırarak geleceği ön görebilmek, geleceğe göre geçmişten gelen kazanımları yoğurabilmek, çıkarımlar yapabilmek, tüm bunların neticesi planlamalar ve uygulamalar ortaya koyabilmek çok değerlidir. Değerli ve önemli şeylerle uğraşmak insana da, geleceğe de değerler kazandıracak, değerler katacaktır.

Değerlerin değerli sayıldığı, gerçek değerlerin değerini bulduğu, kıymetinin bilindiği bir gelecek dileğiyle…