Prof. Dr. Ali ERBAŞ

Diyanet İşleri Başkanı

Kendisini tanımadan ismini duymuştum Raşit Küçük Hocamızın. 1981 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü birinci sınıfta iken, bir yıl önce mezun olduğum Sakarya İmam Hatip Lisesi’ni ziyaret etmiştim, okuldan öğretmenim Numan Yazıcı Hocamız haber vermişti Erzurum’dan İstanbul’a geleceğini Raşit Küçük Hocamızın. Erzurum’da birlikte öğretmenlik yapmışlar, öyle güzel anlatmıştı ki bize, bir an önce gelse de tanışsak diye heyecanla beklemeye başlamıştık. Cep defterime ismini kaydetmişim o gün. O yıl bitmeden geldi İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne. 12 Eylül sonrası alınan karar çerçevesinde Erzurum’dan sürgün edildiğini öğrendik. Kendisine, “Hocam, bu ne güzel sürgün böyle!” demiştim. O da Erzurum’dan sürgün cezası sürecinde kendisine üç yer teklif edildiğini, bunun üzerine İstanbul’u tercih ettiğini, bunun kendisi için büyük bir nimet olduğunu ifade etmişti.

Geldiği günden itibaren sadece hadis derslerine girip çıkan, evinden okula, okuldan evine giden bir hoca olmadı Raşit Hocamız. Rehber oldu, örnek oldu tüm öğrencilerine. Müslümanca duruşun, İslam ahlakının bütün özelliklerini üzerinde taşıyarak rol model oldu hepimize. Sevgi ve tevazu dolu tavır ve davranışlarıyla, ilminin anlamı istikametinde doğru bildiği yolda yürümekten (râşid) asla taviz vermeyen hâliyle kalbimizdeki yeri her geçen gün büyüyordu. Kimin bir derdi var, ona açardı derdini. Derman olurdu elinden geldiğince. Öyle ki gün geldi, birçok insan da “Raşit Hocaya gitseniz…” diyerek ona yönlendirir oldu derdi olanları. Muhteşem bir unvanı oldu Raşit Hocamızın: Dert babası. Evlenmek isteyenler bile kız istemeye onu götürür, nikâhında şahit olmasını ister, onun duasıyla yeni bir hayata başlamak isterdi. Sadece biz öğrenciler için değil kendisini tanıyan herkesin gözünde akil insan, kendisine danışılan insan vasıflarını da kazanmaya başlamıştı. Zaman içinde onun bu özelliği hayatın her alanında gelişti ve kendisinden faydalanılan bir istişare insanı olmasını sağladı.

Çok hatıralarımız var Hocamızla. 27 Mayıs 1983 günü henüz seçimler olmamış, darbe dönemi olağanüstü hâl durumu devam ediyordu. Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in cenaze namazında beraberdik. Sakarya İmam Hatip Lisesinden öğretmenim merhum Numan Yazıcı, sınıf arkadaşım Hasan Yavuz ve Raşit Küçük Hocamızla birlikte yürüdük eller üzerinde giden tabutun arkasından. On binlerce kişi Fatih Camii’ndeki cenaze namazından sonra Eyüp Sultan Pierre Loti yokuşundaki mezarlığa kadar omuzlarda götürmeye niyetliydik üstadın tabutunu vasiyetine uyarak. “Son günüm olmasın dostum, çelengim, top arabam / Alıp beni götürsün tam dört inanmış adam” demişti ve top arabasına vermemiştik tabutu. Edirnekapı’yı geçip Demirkapı’dan Eyüp tarafına döndüğümüzde biraz aşağıda asker ve polis yolu kesip, silahlarını üstümüze doğrultarak eller üstünde giden tabutu zor kullanarak alıp cenaze arabasına koyup kaçırdılar ve büyük bir hışımla üzerimize yürüdüler. Herkes sağa sola kaçışmaya başladı. Yakaladıklarını otobüse atıp gözaltına aldılar ve karakola götürerek birkaç gün nezarette tuttular. Askerlerden birisinin dipçik ve tekmesiyle Hasan Yavuz gözümün önünde birkaç takla atmıştı. Sonra askere yakalanmadan Eyüp Nişancı Mahallesinin sokak aralarına dağıldık ve maalesef cenazenin defnine yetişemedik.

Marmara İlahiyat Fakültesinden 1984 yılında mezun olduktan sonra yüksek lisans ve doktora döneminde de Hocamızla irtibatımız hep devam etti. İlmi çalışmalarımızda, araştırma süreçlerinde hep yardımını gördük. Kütüphanesinde ihtiyacımız olan bir kitap varsa hiç düşünmeden verirdi. Kaynaklara ulaşmamızda yardımcı olurdu. Cömertliğini her alanda gösterirdi.

1993 Temmuz’unda Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yeni kurulmuş ve ilk öğretim kadrosunu oluşturuyorken yapılan araştırma görevliliği sınavlarında jüri üyeleri arasında Raşit Hocamız da vardı. Gayet ince eleyip sık dokuyarak bugün her biri alanında iyi noktalara gelmiş çok değerli hocalarımızı o sınavlarda nasıl seçtiklerini birkaç defa bana anlattığında, onun, işi ehline verme ve adalet konusunda da ne kadar titiz olduğunu bir kez daha anlamıştım. Daha sonra idarecilik süreçlerinde de buna hep dikkat ettiğine şahit olduk.

1996 yılında üniversitemden izin alarak bir yıllığına alanımla ilgili araştırmalar yapmak için Fransa Strasbourg Beşerî Bilimler Üniversitesi’nde bulunuyordum. Bir yandan da Avrupa’da bulunan yurttaşlarımızın kurdukları STK’ların ve toplulukların birbirlerine yakınlaşmasını sağlamak için çeşitli programlar düzenleyip rehberlik yapmaya çalışıyordum. Zira buna ciddi şekilde ihtiyaç vardı. Strasbourg Eyüp Sultan Camii’nde moderatörlüğünü benim yaptığım bir panel düzenleyerek Süleyman Hilmi Tunahan, Said Nursi, Muhammed Râşid Erol ve Mehmet Zahid Kotku efendileri anma ve anlama programı yaptık. Adı geçen zatları, cemaatlerinin önde gelenlerinin tanıtmalarını istemiştik. Mehmet Zahid Kotku ile ilgili konferans vermesi için de Raşit Küçük Hocamızı davet etmiştik. Hocamız hiç tereddüt etmeden gelmiş, oldukça sıcak ve muhabbet dolu bir konuşma yapmıştı. Aralık ayıydı ve bol miktarda da kar yağmıştı. Buna rağmen üç bin kişilik caminin içi ve dışı dolmuş, büyük bir katılımla belki de Avrupa’da ilk defa farklı grup ve cemaat mensuplarının bir araya gelmesini sağlayan bir program yapmıştık. Raşit Hocamızın tatlı ve halim üslubuyla orada yaptığı konuşma herkesi çok etkilemiş, birlik beraberliğin, yakınlaşmanın temellerinin atılmasına büyük katkı sağlamıştı.

2006 yılı Nisan ayında ben, Sakarya İlahiyat Fakültesine, birkaç ay sonra da Raşit Hocamız Marmara İlahiyat Fakültesine dekan olduk. Artık Hocamızla meslektaş olarak daha sık görüşür olmaya başladık. Hangimizin bir istişareye ihtiyacı olsa birbirimizi arıyorduk. İlahiyat fakültelerinin kontenjanları 20’ye 30’a düşürülmüş, hazırlık sınıfları ve ikinci öğretimler kapatılmış, âdeta resmî olmasa da fiilî olarak kapatma cihetine gidilmişti. O süreçte sürekli istişare hâlinde bu sıkıntıları nasıl aşacağımızın derdini paylaşırdık. Hazırlık sınıfları yeniden açıldıktan sonra sadece Arapça dersleri konulmuş, Kur’an-ı Kerim dersine yer verilmemişti. Kur’an dersinin konulmasının yönetmeliğe aykırı olduğu ifade ediliyordu. Biz Raşit Hocamızla istişare ederek Kur’an dersini dolaylı olarak koymak için Arap Dili Fonetiği isimli bir ders ihdas etmiş idik. Bu derse Kur’an-ı Kerim hocaları giriyor, normal Kur’an dersi yapıyorlardı. Bugün böyle bir problem kalmadı artık; tüm fakültelerin hazırlık sınıflarında Kur’an-ı Kerim dersleri var diye biliyorum. Hazırlık sınıfında Kur’an-ı Kerim dersi olmayan bir İlahiyat Fakültesi varsa onun da bir an önce bu dersi koyması gerekir. Bunun ne kadar çok ihtiyaç olduğunu Diyanet’te din hizmetlerini yakından görünce daha iyi anlıyoruz.

Dekanlığımız döneminde eski YÖK’ten kalma “ilahiyat millî komitesi” diye bir çalışma komisyonu vardı. Lağvedilmeden önce Raşit Hocamızla, benim de içinde olduğum bir grup dekan arkadaşımızla ilahiyatların programları, müfredatları üzerinde iyileştirme çalışmaları yaptık. Raşit Hocamızın feraset ve itidal dolu yaklaşımları bu toplantıların oldukça bereketli geçmesine vesile oluyordu. Her ortamda ve müzakere edilen hangi konu olursa olsun bir akil insan duruşu vardı kendisinde.

2011 Ocak sonlarına doğru Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanlık görevimden ayrılarak Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü olarak atandım. Benden birkaç ay sonra da Raşit Hocamız, Marmara İlahiyat Fakültesi dekanlığından ayrılarak Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı olarak atandı. Antalya’da Diyanet İşleri Başkanlığımızın hizmet içi eğitimlerinden birinde iken o günkü Başkanımız Mehmet Görmez Hocamız, Raşit Hocamızın Kurul başkanı olduğu müjdesini verince nasıl sevinmiştik, unutamam. Bulunduğu her yere sevgi ve memnuniyeti taşıyan Hocamızın bu göreve gelişi de Diyanet’te büyük bir mutluluğa vesile olmuştu. Makamdan güç alan değil, her zaman bulunduğu yere ve makama güç ve güzellik katanlardan biriydi. Din İşleri Yüksek Kurulu’nda da böyle oldu. Adının her daim anılmasına vesile olacak hayırlı kararlara, projelere imza attı. Bulunduğu yerlerde her daim var olan sekinet ortamı Din İşleri Yüksek Kurulu’na da o kadar güzel yansıdı ki tüm üyelerin ve uzmanların bu konudaki memnuniyetleri yüzlerinden okunuyordu. Başkanlık’ta yaptığımız birim amirleri toplantılarında da Hocamızın varlığı bizim için aynı sekinet ortamının oluşmasına vesile oluyordu.

Ancak ne yazık ki Başkanlık’taki bu birlikteliğimiz çok kısa sürdü. 2014 yılında Hocamız yaş haddinden emekli oldu. Fakat hemen ardından İSAM başkanlığına başladı. 2017’de nöbeti devraldıktan sonra da neredeyse vefatından iki ay öncesine kadar sürdürdüğü İSAM başkanlığında kendisiyle birlikte çalıştık. Burada da çok önemli çalışmalar yaptı. Erken Klasik Dönem Projesi, İkinci Klasik Dönem Projesi, Araştırma Yetiştirme Projesi (AYP), Temel İslam Ansiklopedisi, Temel Kültür Dizisi, Ebussuûd Tefsiri gibi bazı klasik eserlerin basımı, Osmanlı Araştırmaları Dergisi, Uluslararası Osmanlı Türkçesi Tenkitli Neşir Kursu, İSAM Tenkitli Neşir Kılavuzu, İslam Ansiklopedisi İkinci Edisyon Projesi, İslam Ansiklopedisi Dijitale Aktarma Projesi, İslam Ansiklopedisi’nin farklı dillere tercümesi gibi önemli projelerin başlatılması Hocamızın gayretleriyle oldu.

Allah Teâlâ, “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155.) buyurmaktadır. Hepimizin bir şekilde imtihanı var, Raşit Küçük Hocamızın en büyük imtihanı ise yaşadığı hastalıklardı diye düşünüyorum. Tanıdığımız ilk günden beri zaman zaman çok ciddi hastalıklarla mücadele ettiğini hep duyduk. Bir insanın tahammül sınırlarını zorlayacak çeşitli hastalıklara düçar oldu. Ama Rabbimizin “sabredenleri müjdele”, “Allah sabredenlerle beraberdir”, “Allah sabredenleri sever” müjdeleri, onun ruhunda öyle yer etmişti ki “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” hükmüne boyun eğerek hiç şikâyet etmedi, Müslümana yakışır bir tavırla hep sabretti, teslimiyet gösterdi. Bu kadar hastalıkla uğraşması, onu işini yapmaktan hiç alıkoymadı. Dekanlığının ilk yıllarında yine ciddi bir hastalığı sebebiyle ameliyat olmuş ve ameliyat sonrası hiç dinlenmeden fakültedeki görevine dönmüştü. Fakültede işini yapıyor, akşam da hastaneye pansumana gidiyordu. İSAM’da da hep böyle yaptı, hastalığını hep işiyle birlikte yaşadı. Gelemeyecek kadar ağırlaştığı zaman da telefonla işini hep takip etti. Belki hastalığından daha çok İSAM’ı düşünüyordu.

Vefatından üç ay kadar önce beni arayarak hastalığının gittikçe arttığını, bir hocamıza başkanlığı devretmek istediğini söyledi. Bunun üzerine Prof. Dr. Murteza Bedir, ricamız üzerine nöbeti devraldı. İSAM’da göreve başlama merasiminde bizim için en üzücü olan Raşit Hocamızın devir teslime gelememesi idi. Ancak 12 Kasım 2022 Cumartesi günü hastanede kendisini Murteza Hocayla ziyaret ettik. Çok acı çekiyordu ama sabır ilacını kullanmaya devam ediyordu. Bizim için âdeta bir vedalaşma oldu, Murteza Bey ile de göz göze de olsa bir devir teslim yapmış gibi olduk. Ziyaretimiz ve vedalaşmamız sonrası yoğun bakıma alınmış Hocamız. 22 Kasım 2022 Salı günü sabah namazı vakti sıralarında ise tüm ömrünü rızasını kazanmaya adadığı Rabbine kavuştu. Fatih Camii’nde kıldığımız cenaze namazının ardından İstanbul’un fatihi cennetmekân Sultan Mehmet Han’ın yanı başında ebedî istirahatgâhına tevdi ettik. Mekanı cennet, makamı alî olsun. Kitabına da isim olarak verdiği Sevgi Medeniyeti’nin kurucusu Hz. Muhammed Mustafa’ya komşu olsun. Yetiştirdiği biz talebelerine onun gibi özelliklere sahip olmayı ve o özelliklere sahip talebeler, gençler yetiştirmeyi Yüce Rabbimiz nasip eylesin. Âmin.

Editör: Ömer Ceylan