عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) أَنَّ رَجُلاً سَأَلَ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : أَيُّ الْأَعْمَالِ أَفْضَلُ؟ قَالَ: “الصَّلاَةُ لِوَقْتِهَا…”

İbn Mes'ûd'dan (ra) rivayet edildiğine göre, bir adam Hz. Peygamber'e (sav), “Amellerin/İbadetlerin en faziletlisi hangisidir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz, “Vaktinde kılınan namazdır…” buyurdu.

(B7534 Buhârî, Tevhîd, 48)

***

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “أَوَّلُ مَا يُحَاسَبُ بِهِ الْعَبْدُ الصَّلاَةُ...”

Abdullah (b. Mes'ûd) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “(Kıyamet gününde) kulun ilk önce hesaba çekileceği şey, namazdır...”

(N3996 Nesâî, Muhârebe, 2)

***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “الصَّلاَةُ الْخَمْسُ، وَالْجُمُعَةُ إِلَى الْجُمُعَةِ، كَفَّارَةٌ لِمَا بَيْنَهُنَّ مَا لَمْ تُغْشَ الْكَبَائِرُ.”

Ebû Hüreyre'nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Büyük günah işlenmedikçe beş vakit namaz ve iki Cuma, aralarındaki günahlara kefarettir.”

(M550 Müslim, Tahâret, 14)

***
عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “مِفْتَاحُ الْجَنَّةِ الصَّلاَةُ…”

Câbir b. Abdullah'ın (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Cennetin anahtarı, namazdır…”

(T4 Tirmizî, Tahâret, 1)

***

عَنْ حَنْظَلَةَ الْكَاتِبِ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “مَنْ حَافَظَ عَلَى الصَّلَوَاتِ الْخَمْسِ رُكُوعِهِنَّ وَسُجُودِهِنَّ وَوُضُوئِهِنَّ وَمَوَاقِيتِهِنَّ وَعَلِمَ أَنَّهُنَّ حَقٌّ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ دَخَلَ الْجَنَّةَ.”

(Hz. Peygamber'e (sas) vahiy kâtipliği yapan) Hanzala (b. Rebî') Kâtib (ra) anlatıyor: Allah Resûlü'nü (sas) şöyle derken işittim: “Rükûları, secdeleri, abdestleri ve vakitlerine riayet ederek beş vakit namaz(ı kılmay)a devam eden ve bu beş vakit namazın Allah (cc) katından gelen bir emr-i hak olduğunu kabul eden kimse cennete girer.”

(HM18535 İbn Hanbel, IV, 266)

***

Hicretin beşinci yılıydı. Kureyşliler, Hayber yahudileri, Gatafanlılar ve Fezâreliler gibi çok sayıda Arap kabilesi, on bin kişilik bir orduyla Müslümanlara hücum etmişlerdi. Allah Resûlü (sas) ve ashâbı birkaç hafta boyunca büyük bir uğraşla kazdıkları hendeklerle düşmanı durdurarak Medine'yi müdafaa etmek istiyorlardı. Hendeklerden dolayı “Hendek” ya da düşman gruplarının ittifakından oluştuğu için “Ahzâb” (Gruplar) adı verilen bu savaş öyle şiddetli geçiyordu ki, bazı günler Müslümanlar vakit namazlarını bile kılmaya fırsat bulamıyorlardı. Bu yüzden Allah Resûlü (sas), “Bizi meşgul ederek ikindi namazını geçirmemize neden oldular. Allah kabirlerini (veya evlerini ya da karınlarını) ateşle doldursun!” demekten kendini alamamıştı.

Namaz, bütün peygamberlerin Allah'a (cc) yönelişinin en somut göstergesidir. Peygamber Efendimize (sas), “Şüphesiz benim namazım da, kurbanım da, hayatım da ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah (cc) içindir.” demesi emredildiği gibi, Hz. İbrâhim (as) de, “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle.” diye dua etmişti. Hz. İsmâil (as), “Halkına namazı ve zekâtı emretmişti.” Lokman (as), “Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl.” diye tavsiyede bulunmuştu. Allah (cc), Hz. Musa'ya (as), “Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.” diye emretmiş, İsrâiloğulları'ndan namaz kılma sözünü almıştı. Hz. Zekeriya (as) mabette namaz kılmış, Hz. Meryem (ra) Rabbine ibadet etmek, secdeye kapanmak ve O'nun (cc) huzurunda eğilenlerle beraber eğilmek ile emrolunmuş, Hz. İsa (as) da, “Nerede olursam olayım yaşadığım sürece Allah (cc) bana namazı emretti.” demişti.

Rabbimiz (cc), “Nihayet onların (Nuh (as), İbrâhim (as), Yakub (as)) peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.” buyurarak insanı hayâsızlık ve fenalıklardan koruyan namazı terk edenlerin hem dünyada nefsanî arzuların esiri olacaklarını ve ahlâkî değerleri yitireceklerini, hem de âhirette şiddetli bir azaba uğratılacaklarını bildirmiş, bizleri bu konuda uyarmıştır.

Nesiller boyu peygamberler tarafından emredilegelen namaz ibadeti, İslâm'ın gelişi öncesinde Mekkeliler tarafından da bilinmekteydi. Nitekim kaynakların naklettiğine göre Ebû Zer el-Gıfârî (ra) ve Ebû Kays Sırme b. Ebû Enes (ra) gibi kimseler Müslüman olmadan önce de namaz kılmaktaydılar. Ancak uzun asırlar içerisinde ibadetlerin biçimi değiştirilmiş hatta amacından sapmıştı. Onların Beytullah yanındaki ibadetlerine şirk karışmış, ibadetleri de âyette belirtildiği üzere ıslık çalmaya, el çırpmaya dönüşmüştü.

İslâm, bozulmaya yüz tutmuş Allah (cc) - kul ilişkisini yeniden tesis etmek üzere vazolunmuştu. Bunu temin etmenin başında da O'na (cc) lâyık bir şekilde ibadet etmek gelmekteydi. Peygamberlik görevinin başlarında dahi Resûl-i Ekrem (sas) namaz kılmakta, ancak müşrikler O'nu (sas) engellemeye çalışmaktaydı.

Önceleri ikişer rekât olarak farz kılınan namazlar, hicretle birlikte (öğle, ikindi ve yatsı) dörder rekâta çıkarılmıştı. Bugün bilinen şekliyle beş vakit namazı ve kılınış şeklini Efendimize (sas), Cebrail (as) öğretmişti.

Mekke döneminde henüz varlık mücadelesi veren Müslümanlar, ibadetlerini genellikle tek başlarına yapmak zorundaydı. Fakat Medine'ye hicret ile birlikte yeni bir dönem açılmış ve namaz cemaatle kılınmaya başlanmıştı. İlk muhacirler, Efendimiz (sas) daha Medine'ye gelmeden, Kubâ'da Amr b. Avfoğullarına ait bir hurma kurutma yerini mescit hâline getirmişlerdi. Kubâ Mescidi, Medine'deki Müslümanların güvenli bir ortamda özgürce ibadet ettikleri, herkese açık ilk mescit idi. Medine'ye hicreti takiben gerçekleştirilen en önemli faaliyetlerden bir diğeri de bizzat Hz. Peygamber (sas) tarafından yaptırılan Mescid-i Nebevî'nin inşa edilmesi olmuştu. Müslümanlar burada, kardeşlik, dayanışma ve yardımlaşma bilinciyle namaz kılmanın ayrıcalığını yaşamaya başlamışlardı.

Kur'ân-ı Kerîm, namazın belirlenen âdâb içerisinde, huşû ve sorumluluk bilinciyle ve aksatmadan eda edilmesi gereken bir ibadet olduğunu birçok yerde vurgulamaktadır. Âyetlerde namaz anlamındaki “salât” ile eksiksiz ve devamlı olarak yerine getirme mânâsındaki “ikâme” kelimeleri yan yana kullanılarak namazın, vaktinde, eksiksiz bir biçimde, şartlarına riayet edilerek, dosdoğru ve özenle kılınması gerektiğine dikkat çekilmektedir.

Kur'ân-ı Kerîm'de kendilerinden övgüyle bahsedilen müminlerin özellikleri sıralanırken, onların “namazlarında huşû içinde olduklarının” , “namazlarını muhafaza ettiklerinin” ve “namazlarına devam ettiklerinin” altı ısrarla çizilir. Diğer taraftan namazı ciddiye almayıp ondan uzaklaşan, onu gösteriş için kılan ve kılarken de tembellik yapan kimseler yerilir.

Namaz, sadece Allah (cc) ile kul arasındaki ilişki biçimi olmakla kalmaz, aynı zamanda insanı olumsuz davranışlardan ve her türlü kötülükten de uzaklaştırır. Nitekim Kur'an'da Yüce Allah (cc), “Gerçekten namaz, kişiyi hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” buyurarak bunu ifade etmektedir. Ayrıca kulun, günün belli vakitlerinde Allah'ın (cc) huzuruna çıktığını düşünmesi, kulu O'nun (cc) rızasına uygun davranışlar sergilemeye sevk etmekte, böylece namaz bu yönüyle kötülüklere engel olmaktadır.

Yine, “İnsan çok hırslı ve sabırsız yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır, ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır, ancak namaz kılanlar müstesna.” âyetleri de namazın insana kazandırdığı ahlâkî değerlere ve olgunluğa işaret etmektedir. Çünkü namaz, insanın ruhunu her türlü mânevî kirden arındırır. Nitekim bir gün Allah Resûlü (sas), “Birinizin kapısı önünde günde beş defa yıkandığı bir nehir olsa, o kimsede kir namına bir şeyin kalabileceğini düşünebilir misiniz?” diye sorar. Sahâbe, “Hiç kir kalmaz.” şeklinde cevap verir. Bunun üzerine Peygamberimiz (sas), “İşte beş vakit namaz da böyledir, Allah bu namazlarla günahları yok eder.” buyurur.

Hz. Peygamber (sas), “Bir Müslüman, vakti geldiğinde güzelce abdest alıp, kendisini Allah'a (cc) vererek rükû (ve secdesiyle) farz namazı kıldığında, —büyük günah işlemedikçe— bu onun önceki günahlarına kefaret olur. Bu, her zaman için böyledir.” ve “Büyük günah işlenmedikçe beş vakit namaz ve iki cuma, aralarındaki günahlara kefarettir.” hadisleriyle namazın, insanı arındırdığını belirtmektedir. Günahlarından arınan kul ise Allah'a (cc) karşı görevini yerine getirmenin vermiş olduğu mutluluk içerisinde huzurlu bir hayat yaşayacaktır.

Namaz, insanın ruhunu temizlediği gibi, abdest almayı gerektirmesi sebebiyle maddî temizlik için de bir vesiledir. Namaz için abdest alan bir mümin, vücudunun en çok kirlenen azalarını günde birkaç defa yıkamakta, böylece maddî kirlerden de arınmaktadır.

Namazın Müslüman üzerindeki bir etkisi de, günün beş ayrı vaktinde yerine getirilmesi dolayısıyla insanın zamanı kollamasını sağlayarak hayatını belli bir programa sokmasıdır. Nitekim,“Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.”

Daima namaz vaktini takip eden müminin, namazı cemaatle kılmak için fırsat buldukça camiye gitmesi ise Müslümanlar arasında tanışma, kaynaşma, kardeşlik, dostluk ve dayanışmayı sağlaması bakımından oldukça önemlidir.

Namaz; beden, zihin ve kalbin iştirakiyle eda edilen, kısacası insanı her yönüyle kuşatan bir ibadettir. Bu üç unsurun her biri, son derece dengeli ve mükemmel bir şekilde namazda temsil edilirler. İnsan, bedeni ile kıyam, rükû, secde ve kıraati gerçekleştirirken, zihni ile okuduklarını düşünmeye ve anlamaya yönelir. Kalp ise huşû ve sükûnet ile bu ibadeti en iyi şekilde tamamlar.

Kıbleye dönüldüğünde tek Allah'a (cc) yönelme demek olan namaz, kıyamda Allah'ın (cc) huzurunda durma, rükûda yalnızca O'nun (cc) önünde eğilme, secdede ise Allah'a (cc) en yakın olma demektir. Namaz; dua, yalvarma, sadece Rabbe yönelme, O'ndan (cc) yardım ve bağışlanma dileme, O'na (cc) iltica ve münâcât etmedir. Namaz, ruhun derinliklerinden gelen bir hissiyatla Allah'ı (cc) anma/zikir, gönülden gelen bir içtenlikle Yaratana hamd ve senâda bulunma, bütün samimiyetiyle O'nun (cc) hükümranlığını kabul ve itiraf etmedir.

Namaz, aynı zamanda Müslümanların dünyevî meşguliyetlerine kısa bir mola vererek Allah'a (cc) yönelme, psikolojik olarak rahatlama çabasıdır. Sahâbeden Ebû Huzeyfe'nin (ra) naklettiğine göre, “Peygamberimiz (sas) sıkıntılı bir işle karşılaşınca namaz kılardı.” Nitekim bir defasında Bilâl'e (ra), “Kalk namaza (çağır da) bizi namazla rahatlat!” diye seslenmişti. Gerçekten Efendimizin (sas) kıldığı namaza bakıldığında, onun Rabbine (cc) olan şükrünü eda ederken ne denli içten davrandığı, kendisini Rabbine (cc) nasıl verdiği açıkça görülür. Buna tanıklık eden sahâbenin, namaz kılarken ağlamasından dolayı onun göğsünden gelen, değirmen sesine benzer hırıltıyı duyabildiklerini söylemeleri Resûl-i Ekrem'in (sas), Allah'ın (cc) huzurunda taşıdığı heyecanı ve ruh hâlini yeterince anlatmaktadır.

Rükünlerinin hakkıyla yerine getirilmesi kadar, namazın belirlenen beş vakitte kılınması da çok önemlidir. Nitekim bir gün Peygamber Efendimize (sas), “Amellerin en faziletlisi hangisidir?” diye sorulunca, Allah Resûlü (sas), “Vaktinde kılınan namazdır.” cevabını vermiştir. Buna mukabil Efendimiz, “(Farz) namazını (bilerek) geçiren kimse, ailesini ve malını kaybetmiş gibidir.” hadisiyle, namaz kılmamanın kaybettirdiklerine dikkat çekmektedir.

Hz. Peygamber'in (sas), namazı, kul ile küfür ve şirk arasında bir engel/koruyucu olarak görmesi, bu önemli ibadetin Müslümanı, Allah'ı inkâr etmekten koruduğuna işaret etmektedir. Hz. Ömer'in (ra) valilerine yazdığı tavsiyesinde, “Bana göre en önemli vazifeniz namazdır. Onu vaktinde kılan, dinini korumuş olur. Namazlarını ihmal eden, diğer vazifelerini de ihmal eder.” demesi, namazın hem koruyucu, hem de disipline edici özelliğini ifade eder.

Birçok âyette namaz ile zekât kelimelerinin birlikte kullanılması, namaz ibadetinin ruhu arındırma işleviyle zekât ibadetinin malı arındırma özelliği arasındaki paralelliğe vurgu anlamına gelmektedir. Hidayete adım atarken insanlara, namaz kılmanın ve zekât vermenin şart koşulması ve bunların Müslüman olmanın işaretleri olarak görülmesi de namaz ibadetine yüklenen önemi göstermektedir.

Namaz, insanın, sadece dünyasını değil aynı zamanda âhiretini de kurtarmasının en önemli vesilelerindendir. Bu durum Hz. Peygamber'in (sas) hadislerinde farklı lafızlarla ifade edilmiştir:

Namaz, devam eden kimse için kıyamet gününde nur, delil ve kurtuluş sebebi olur. Namaza devam etmeyenin ise kıyamet günü nuru, delili ve kurtuluşu olmayacaktır.”

“(Kıyamet gününde) kulun ilk önce hesaba çekileceği şey, namazdır.”

“Cennetin anahtarı namazdır.”

“Rükûları, secdeleri, abdestleri ve vakitlerine riayet ederek beş vakit namaz(ı kılmay)a devam eden ve bu beş vakit namazın Allah katından gelen bir emr-i hak olduğunu kabul eden kimse cennete girer”

Hz. Peygamber'in (sas) bu hadisleri, aslında Kur'an'daki şu âyetlerin değişik ifade ve izahlarıdır:

“İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.”

“Mümin erkeklerle mümin kadınlar... Namazı dosdoğru kılarlar. İşte onlara Allah (cc) rahmet edecektir.”

“... Namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık sarf edenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.”

Namazın eda edilmesi için inşa edilmiş bir mabet olması gerekmez. Namaz, temiz olan her yerde kılınabilir. Hz. Peygamber (sas), “yeryüzünün kendisi için bir mescit kılındığını” ve namazın temiz olan her yerde kılınabileceğini belirtmiştir. Ancak elbette bazı mekânlarda kılınan namazlar, oraların farklı özellikleri sebebiyle daha faziletlidir. Nitekim, “Sadece şu üç mescide yolculuk yapılır: (Mekke'deki) Mescid-i Harâm (Kâbe), Mescid-i Aksâ ve (Medine'deki benim) bu mescidim.” hadisi, bu mekânların ayrıcalığına ve buralarda kılınan namazların faziletine işaret etmektedir.

Namazın nasıl kılınacağını Cebrail (as) vasıtasıyla öğrenen Hz. Peygamber (sas), onu ümmetine bütün detaylarıyla öğretmiş ve “Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öyle namaz kılın.” buyurarak bizzat kendisini örnek göstermiştir. Müslümanlara düşen, Resûl-i Ekrem'in (sas) teşvik ve tavsiyelerine uyarak bu önemli ibadeti öğretildiği gibi yerine getirmek, namaz konusunda gerekli hassasiyeti göstermektir. Böylece insan, günlük hayatın yoğun meşguliyetleri arasında Yüce Yaratıcı'yı (cc) hatırlayacak, Allah'a (cc) duyduğu şükran duygularını dile getirecektir. Namazında bütün varlığıyla Rabbine yönelen kul, maddî ve mânevî kirlerden arınacak, kötülüklerden uzaklaşacak ve ebedî âlemde de mutluluğa erecektir.

Editör: Mehmet Çalışkan