Mut’im b. Adî Mekke’nin önde gelenlerindendi. İslam’a girmedi. Müşrikti. Ancak diğer müşriklerin yaptığı gibi Peygamberimize düşmanlık yapmadı. Hatta sıkıntılı zamanlarda Müslümanlara yardım etti.

Ebu Talib sokağına hapsedilerek ambargo altında çok zor günler geçiren Müslümanlara gizli gizli yiyecek gönderirdi. Uygulanan boykota karşı çıkmış ve nihayetinde boykotun kaldırılma kararını kendisi ilan etmişti. Peygamberimiz, İslam’ı anlatmak için gittiği ve zor anlar yaşadığı Taif dönüşünde Mekke’ye girebilmek için Mekke’nin ileri gelenlerinden birinin himayesini almayı uygun görmüştü. İşte o zaman da Peygamberimizin teklifini kabul eden Mut’im b Adî olmuştu. Mut’im Peygamberimizi yanına alarak Mescid-i Haram’a gelmiş ve müşriklere onu himaye ettiğini ilan etmişti. Sonra Peygamberimizi evine götürmüştü. Mut’im iman etmedi ama söz konusu tavırları insaf ve vicdan sahibi biri olduğunun işaretiydi. Bedir Savaşı’ından önce öldüğünde ardından aylarca yas tutulması Mekkelilerin de onu sevdiğinin ifadesiydi. Ölümüne Medineli Müslümanlar da üzülmüştü.

Bedir savaşında büyük bir yenilgiye uğrayan Mekkeli müşrikler savaş meydanında bıraktıkları esirlerin serbest bırakılması için Medine’ye bir heyet gönderdiler. Gönderdikleri heyette Mut’im b. Adî’nin oğlu Cübeyr’de vardı. Peygamberimiz Cübeyr’e şöyle dedi; “Eğer Mut’im yaşasaydı ve bu esirler hakkında benimle konuşacak olsaydı onların tamamını serbest bırakırdım.” Derin bir vefa duygusunun ifadesiydi bu sözler. Elbette Peygamberimizin, başta eşi Hz. Hatice olmak üzere çevresi ve ashabı ile ilişkilerinde gösterdiği vefa duygusuna dair insanlığın gönül dünyasını aydınlatacak pek çok örnek vardır. Bu olay da vefa duygusunun insan ilişkilerindeki yerini göstermesi bakımından çok çarpıcı bir örnektir.

İnsanı varlık aleminde farklı ve özel kılan üstün bir ahlakî ilkedir vefa. Zira hangi erdemden bahsetsek vefa duygusu orada olacaktır. Ve o zikredilmeden mü’minin özellikleri eksik kalacaktır.

Vefa ile sadakat ikiz kardeştir. Aynı özden beslenir aynı asaletten güçlenirler. Nitekim ahde vefa söze sadakattir. Yüce Allah, ayet-i kerimelerde ahde vefayı, apaçık şekilde mutlak bir emir olarak ifade eder. “Ey iman edenler ahde vefa gösterin, sözleşmelerinize riayet edin” Maide, 5/1 buyurur. Ayet-i kerimede ahde vefayı emreden fiil herhangi bir nesne ile sınırlandırılmamıştır. Yani herkese ve şeye karşı vefa göstermeyi ve söze bağlı kalmayı içermektedir. Kendine, ailesine, çocuklara, büyüklere, zenginlere, yoksullara, tanıdıklarına, tanımadıklarına, sevdiklerine, sevmediklerine, herkese karşı vefalı olmalıdır insan. Havaya, suya, toprağa, ağaca, çiçeğe, mevsime, güneşe, yağmura, geceye dost olmalıdır. Vefa duygusu ortak insani ilkedir. Her varlığın hakkıdır. İnanca, ırka, statüye vb farklılıklara göre değişiklik göstermez.  Diğer yandan ahde vefa deyince müminlerin aklına öncelikle Allah’a verilen söz gelir. Çünkü iman söz vermektir. Tevhide bağlı, güzel ahlaka sadık kalma sözüdür. Yaratılmışlara merhametle yaklaşma sözüdür. Allah da müminlerden; “Allah’a verdiğiniz sözü tutun” (En’am 6/152) ayetiyle ahde vefa ister.

Peygamberimiz; ahde vefa ahlakı nedeniyle “Muhammedü’l-Emîn” olarak nitelenmiştir. Henüz Müslüman olmayan Ebû Süfyân, ticaret amacıyla Şam’a gittiğinde, peygamberlik iddiasında bulunan Muhammed hakkında kendisinden bilgi almak istediğini söyleyen Rum Kayseri Hirakl ile aralarında geçen konuşmayı şöyle anlattır: “(Hirakl) ‘Peygamberlik iddiasında bulunmadan evvel onu hiç yalan söylemekle itham etmiş miydiniz?’ dedi. Ben, ‘Hayır.’ dedim. ‘Sözünde durmazlık eder mi?’ dedi. ‘Hayır, ancak biz şimdi onunla belli bir zamana kadar anlaşmış bulunmaktayız. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz.’ dedim.” Karşılıklı konuşmada Ebû Süfyân, arkadaşları tarafından yalanlanacağı korkusuyla gerçeğe aykırı şeyler söyleyemediğini itiraf etmektedir. Bunun için Peygamber Efendimiz tanınmadan ahde vefa, dosta sadakat tam olarak bilinemez.

Dost deyince ilk akla gelen, yar deyince ilk kalbe düşendir vefa. Görünmeden gözetmek, duyurmadan dua etmektir. Yokluğunda beraber olmaktır. Bunun için temiz bir kalbin, asil bir yüreğin göstergesidir. İnsan olmanın alametidir. “İnsan deyince”, diye başlayan kaç cümle varsa insanın kalbine dairdir. Ahde vefa söze, kalbe vefa aşka sadakattir. “Sadıklarla beraber olunuz” ayeti muhteşem bir kılavuzdur, vefayı, dostluğu, samimiyeti önemseyenler için.

İnsanın en derin zaafıdır güzellikleri sürekli karşısındakinden beklemek. Oysa vefalı olmak, vefa beklemekten öncedir. Samimi ve güvenilir olmak, samimiyet ve güven beklemekten önce gelir. İncindiğinde üzülmek kalbin refleksi, incittiğinde üzülmek kalbin asaletidir. Haksızlığa karşı olma duygusu, kendine haksızlık yapıldığında değil başkalarına haksızlık yapıldığında gösterilen tepkide ortaya çıkar.

Zaman ve mekâna kayıtlı, beklenti ve hesaba dayalı, şarta ve maddeye ayarlı ilişkiler dostluk ve vefa duygusunda çok uzaktır. Yapmacık ve riyakâr tavırlarla, samimi ve içten duyguların en net ayrıldığı zamanlar, hayatın zorlu süreçleridir. Kalbi dağlayan en derin acıdır vefasızlık. Bundandır, türkülerin, ağıtların en hüzünlü ve sitemkâr mısraları vefaya dairdir.

Her şeyi nesneye dönüştüren ve tüketime malzeme yapan modern zamanlar kalbe dair duygulardan da gösterişe dayalı hediye paketleri tasarlamıştır. Dolayısıyla gerçek dostluğu ve vefayı arayanların yolu daha da zorlaşmıştır. İnsanın kalbiyle arasına giren reklamlar, hayatı tüketecek kadar uzun bir filme dönüştüğünde belki de iş işten geçmiştir. Öyleyse kime ve neye gönül bağladığına da bakmalı insan. Ama kapitalizm ve modanın sürek avı olarak hazırladığı simülasyonlardan değil, Allah’ın fıtrata nakşettiği değerler dünyasından bakmalı.

Şimdi, Dostluk Üzerine bir Fethi Gemuhluoğlu Kitabı okumak her kalbe iyi gelecektir.