Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Kafama takılan soru, mucizenin ne olduğu. Baktığımızda her olanın bir sebebi bulunmakta. Sebepsiz gibi gördüğümüz şeylerin de bilmediğimiz bir sebebinin olacağı ifade ediliyor. Siz buna ne diyorsunuz?

Bu çok eski bir tartışma. Aklın öncelendiği, insanın aşırı özgüvene evrildiği ve dinin tartışmaya açıldığı her dönemde bu tür iddialar gündeme gelmiş ve tartışılmıştır. Bu sorunun temelinde, evrendeki işleyişin zorunlu veya olumsal olup olmadığı yatmaktadır. Yani olgu ve olayların meydana gelişinde sebep sonuç arasındaki ilişki zorunlu mudur, değil midir? 

İyice kafam karıştı. Sebep sonuç, zorunlu veya olumsal… Nedir bunlar hocam?

Aslında kelimelerin anlamlarını biliyoruz, konuyu anlamak için sistemi kavramamız gerekiyor. Hayata baktığımızda her olayın veya olgunun bir sebebinin olduğunu görürüz. Söz gelimi “ateşin elimizi yakması” olayında ateş sebep, yanma sonuçtur. Bu örnekte aksini düşünmemiz biraz zordur. Peki, aksi meydana gelirse nasıl izah ederiz? Bazıları bunun aksinin meydana gelemeyeceğini, gelenlerin de başka bir sebebe bağlı olduğunu söylerler. Onlara göre sebep sonuç ilişkisi zorunludur. Bazıları ise sebep veya sonuçtan biri olmadan da bir olgu veya olayın meydana gelebileceği görüşündedirler. Yani bir olayın olması kadar olmaması da mümkündür. Buna olumsallık denir. İslam düşüncesinde ise Allah’ın yaratmasıyla peygamberlerin elinde gerçekleşen sebebi veya sonucu olmayan olağan dışı olaylara mucize denir.

Aslında olay doğadaki işleyişle alakalıdır. Neden dinî boyuta taşınır?

Doğru, olay doğanın işleyişiyle alakalı. Ancak peygamberlerin duyulara hitap eden mucizelerinin doğa olaylarıyla alakalı olması ve bazı din karşıtlarının bunu reddetmesi, meselenin dinî boyuta taşınmasına neden olmuştur. Öte yandan sebep sonuç ilişkisinin zorunlu olduğunu iddia edenler ya Tanrı’yı sınırlandırmakta ya da yok saymaktadırlar. Çünkü doğada zorunlu bir sebep sonuç ilişkisi varsa dışarıdan tanrısal müdahale yok demektir. Bu durumda ya Tanrı doğaya baştan kurallar koymuş ve çekilmiştir ya da Tanrı aslında hiç yoktur. Sebep sonuç ilişki düzeni ise ezelî olarak vardır veya kendiliğinden meydana gelmiştir. Bugün birinci iddiayı savunanlar deistlerdir, ikinci iddiayı savunanlar ise ateistlerdir. Bu da tartışmayı dinle alakalı hâle getirmektedir.

Aslında dertsiz başımıza dert açmışız?

Gündelik hayatı dikkate alırsak öyle. Ama insan sadece gündelik hayatı yaşayan bir varlık değil, geçmişin düşüncesini devralan ve gelecek kaygısı taşıyan bir varlıktır. Bu ikisinin, yaşanılan hayatta buluşması, “Ben niçin varım? Geçmişim nasıldır? Yarın ne olacak? Ölüm

bir gerçek, peki sonrası var mı, varsa nasıl? Geçmişteki insanlar bu konuda ne düşünmüşler, bugün nasıl bir açıklama yapılabilir?” Bu sorular sürekli olmasa da zaman zaman kafamıza takılmaktadır. Çünkü insan geleceğe yönelik plan ve projeler yapar, gerçekleşmesi yönünde çaba gösterir ve kaygı taşır. Gerçekleşmesi hususunda bütün sebepleri göz önünde bulundursa bile öngörmediği bir gelişme olabilir. İşte bu öngörülemeyen gelişme, insanın kafasını en çok meşgul edendir. Nitekim bugün insanlar sebebini veya kaynağını tespit edemedikleri birtakım olaylarla karşılaşmaktalar ve adına UFO demektedirler. Bunun anlamı “kaynağı ve sebebi tanımlanamayan/anlaşılamayan olaylar” demektir. Hatta bunların, uzaylılar veya gizli güçler olabileceğine dair bir sürü yorumlar yapılmaktadır. Ne olduğu ve kaynağı bilinmediğine göre yapılan yorumlar da çoğu zaman boşlukta kalmaktadır. Mucizeye karşı çıkanlar ilginç bir şekilde çoğu boşlukta kalmış bu yorumları kolaylıkla benimseyebilmektedirler.

Evet, mucize daha mantıklı bir açıklama.

Mucize, olağan dışı olmakla birlikte doğanın içinde bir olaydır. Her doğa olayının yaratıcısı Yüce Allah olduğu gibi bunun yaratıcısı da O’dur. Kur’an gibi doğrudan akla hitap eden mucize belki bunların dışındadır ama bu da “Allah’ın kelamı” olması hasebiyle mucizedir. Duyulara hitap eden mucizeler ise tamamıyla doğanın içinde ama doğa yasalarına aykırı gerçekleşen olaylardır. Hz. Musa’nın ağaçtan olan asasının yılan olması, buna en çarpıcı örnektir. Burada sebepsiz bir sonuç gerçekleşmektedir. Normalde yılan, başka bir yılanın yumurtasından ürer. Ağaçtan yılan üremez. Olayın mucize olması da bundandır. Yüce Allah üstün kudretiyle dilerse ağacı yılan yapabilir ve yapmıştır. Ateşe atılan Hz. İbrahim’in yanmaması da bir mucizedir. Burada da sonuç gerçekleşmemiştir. Normal şartlarda ateş insanı yakar. Bu yüzden elimizi ateşe tutamayız. Hz. İbrahim’in yanmaması Yüce Allah’ın, ateşin yakmasını engellemesi dolayısıyladır. Öyleyse mucizeler bütünüyle Allah’ın kudretine bağlı olarak gerçekleşmektedir. Zaten evrende bulunan sebep sonuç ilişkisini kuran ve yürüten de Yüce Allah’tır. O dilerse bunun tersini meydana getirebilir. İnsanlık tarihi boyunca bütün ilahi din mensuplarının inandığı gerçeklik budur. 

Bu tür gelişmeler bizim gelecek plan ve projelerimizi geçersiz kılmaz mı?

Mucizeler ve kerametler, nadirattan olaylar olup evrendeki doğal işleyişi tamamıyla geçersiz kılmazlar. Bunlar Allah’ın varlığını hatırlatan işaretlerdir. Aslında ibret gözüyle bakan için bütün olgu ve olaylar birer işarettir. İnsan bazen her şeyi ben yapıyorum ve ben biliyorum havasına girer, işte o noktada mucize gibi üstesinden gelemeyeceği olaylar, gücünün sınırlarını ona gösterir. Öte yandan mucizeler, peygamberliğin son bulmasıyla bitmiştir. Daha sonraki olağan dışı olaylara keramet ve benzeri olaylar denilebilir. Bunlar da genel işleyişi bozacak çoklukta olmaz. Zaten istikamet sahibi Allah dostları üzerlerinde keramet gerçekleşmesinden kaçınırlar, olanları da gizlemeye çalışırlar. Çünkü onlardan istenen keramet göstermek değil, istikamet üzere yaşamaktır. Nitekim “mucizevi sofra” isteyen havarilerine Hz. İsa, “Allah’tan korkun!” diye ikazda bulunmuştur. (Maide, 5/112.) 

Zaten insanlar olağandışı tarafına takılıyorlar ve anlamakta zorlanıyorlar.

Doğru, çünkü bu olaylar çok nadir gerçekleşir ve sebep sonuç ilişkisi dışında meydana gelir. Zaten İslam düşüncesinde normal olaylara âdetullah veya kısaca âdet, mucize ve keramete ise harikun li’l-âde yani “âdeti bozan” olaylar denilir. Bunlara mucize denmesi benzerini getirmekten insanı aciz bırakması dolayısıyladır. Bu yüzden anlaşılması zordur. Bu zorluk alışılagelmiş olaylara aykırı düşmesindendir. Değilse akla ve mantığa aykırı değildir. Zaten âdetullah periyodik olarak tekrar eden anlamındadır. 

Bu takdirde mucize tekrarlanamaz mı demektir?

Evet, tam da öyle. Periyodik devam eden olgu ve olaylar, bir özelliktir yani sebep sonuç ilişkisi içinde bir gelişmedir. Her saat, her gün her ay ve her yıl dünya dönmektedir. Bu periyodik hâl, onun dönmesini mucize olmaktan çıkarır, alıştığımız ve kanıksadığımız bir olay hâline getirir. Hâlbuki mucize ve keramet bir kere gerçekleşir ve tekrarı olmaz. Tekrar gibi görünende bile farklılık bulunur. Söz gelimi Hz. Musa’nın asası üç kere yılan olmuştur. Birincisinde hayye veya cânn denilen küçük yılan, ikincisinde sü’bân denilen büyük yılan, üçüncüsünde ise büyücülerin bütün aletlerini yutan bir yılan. Ayrıca her üçünün amacı da farklıdır. Birincisi Hz. Musa’yı inandırmak, ikincisi Firavuna meydan okumak, üçüncüsü ise büyücülerin yaptıklarını boşa çıkarmak içindir. Bu olaydan sonra asa bir daha yılan olmamıştır. Zaten asa kendiliğinden değil Allah’ın kudretiyle yılana dönüşmüştür. Dolayısıyla asanın yılan olma gibi bir özelliği yoktur. Sonuç itibarıyla mucize ve keramet Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşen, alışılagelmiş sebep sonuç ilişkisine aykırı olarak ortaya çıkan/yaratılan olağandışı (hârikun li’l-âde) olay veya olgudur.