Surlarında tarih, özünde iman ve tevhit barındıran Kudüs, bugün acılarına bakmaya gözlerimizin, dertlerini dinlemeye yüreklerimizin dayanamadığı, sokaklarında ve caddelerinde yetimlerin, öksüzlerin ve çaresizlerin dolaştığı, anaların ağlaştığı, hüzünlü bir şehirdir. Yaşadığı hicranın, söylediği ağıtların insanlığı utandırmaya yetmediği, uluslararası hukuk ve insan hakları diyenlerin, seslerini çıkarmaya dahi cesaret edemediği yalnız bir şehirdir Kudüs. Seher vakitlerine kadar yıllarca ölüm nöbeti beklenen, gençlerinin tek sevdası mabet ve mihrap olan, anaların tek korkusunun evlat, babaların tek sığınağının ise sadece dua olduğu garipler şehridir Kudüs.  Bütün zıtları ve uçları kendinde toplayan, asırlarca zalimi ve mazlumu en çok olan hüzün yurdudur. İnsanlığın Hak ve adaletle, ümmetin ise vahdet ile sınandığı bir imtihan şehridir.  Adı her bir inanç için barışın şehri olarak söylense de zalimlerin elinde olduğu tüm zamanlarda savaşın şehri olarak harim-i ismeti çiğnenen Nebiler mirası mukaddes bir mekândır.

Kudüs, teknolojinin akıllı şehirler inşa ettiği modern dünyaya inat kadim tarihi ve özünde barındırdığı yüce değerleri ile sevdası yüreklerde hep canlı ve taze kalabilmiş müstesna bir beldedir. Bugün rahatın ve mutluluğun konfor ve ihtişamda bulunduğu  anlayışına inat, çağları aşan sedası ile gerçek sekinetin, şehrin bağrında taşıdığı ilahi ve ulvi hakikatlere sadakat ve samimiyette olduğunu haykırır. Kudüs, tarihin her döneminde kendisine tutkun kederli ve hüzünlü yüreklere umut olarak ve kendisini yakıp yıkan zalimlere korku salarak başka bir dünyanın mümkün olduğunu konuşan Peygamberler şehridir. Tüm istilalarına rağmen asil duruşu ile mümini özüne çağıran bir davet şehridir.

 Şehirlerin dili olmasa da söyledikleri vardır. Mekke ve Medine ne söylüyorsa Kudüs de onu söylüyordur. İlk kıblemiz ne kadar emniyette ise Kâbe de o kadar emin konuşur. Mescidi Aksanın çocukları ne kadar özgürse Medine’nin çocukları da o kadar özgürdür. Müslümanlar vahye ne kadar bağlı ise Kâbe ve Mescid-i Aksa da o kadar hürdür. Mekke, Medine ve Kudüs sakinleri değişse de tutku ve arzuların esiri olmuş insanları Hakk’a, hakikate ve güzel ahlaka çağırmakla memur kılınmış, kaderleri değişmeyen şehirlerdir. Kaderleri aynı olan bu şehirler; ben güvende isem Müslümanlar güvende, müslümanlar güvende ise insanlık güvendedir, der. Vahyin şehri Kudüs, nidaları ile asıl olanın dünyevileşmek değil uhrevileşmek, nesneleşmek değil özne olmak olduğunu bildirir. Kudüs, bize şehirler kuracak ve şehirler kurtaracak Fatihlerin ancak Allah’a teslim olmuş yürekler olduğunu söyler.

Bugün Kudüs, kadim tarihinde olduğu gibi bir kez daha bağrında barındırdığı çaresiz ve kimsesizlerin yaşadıklarına insanları şahit tutarak tüm dünyayı imanın ve vicdanın eleğinden geçiriyor. Uzun tarihi boyunca iki kere yok edilip, yirmi üç defa işgal edilip elli iki kere saldırıya uğrasa da hala ayakta olduğunu, tevhidin yurdu olmaya devam ettiğini tevazusu ile haykırarak, insanlığı hakkı ve hukuku savunmada birliğe çağırır ve yanlış tarafta olmamaya davet eder. Kendisine sahip çıkmayanların inandığı değerler ve hakikatler ile barışık olamayacağını, kaybedilmiş en büyük savaşın kendi surları ve sınırları içerisinde değil sevdalısı olduklarını söyleyenlerin yüreklerini kuşatan tutkuları ve arzuları olduğunu haykırır.

 Kudüs, bugün bize Hz Davud’u hatırlatır. Haklı isen ve inanıyorsan sapanındaki taşın bir gün mutlaka tanklara galip geleceğini söyler. Kudüs sokaklarında iffet abidesi Hz. Meryem’i, mabet sevdalısı Hz. Zekeriya’yı konuşur. Mihrapta babasına müjdelenen Hz Yahya’nın kim olduğunu düşündürür. Adeta Hz Yahya’nın bedelini ödediği bir hayat üzerinden “ İnandığınız değerler uğruna verilecek başınız yoksa hiçbir kıymetiniz yoktur.” der. Bereketli şehir Kudüs, kavmini esaretten kurtardıktan sonra “Mukaddes beldeye girin.” ilahi fermanına muhatap olduklarında  “Sen ve Rabbin gidin, savaşın. Biz burada bekliyoruz.” diyerek inandığı tüm gerçeklere sırtını dönen ve ruhlarını bir türlü esaretten kurtaramayan bir kavmi hatırlatır. Beytü’l-Makdis’i inşa eden, saltanat sahibi Hz Süleyman’ı ve saltanata esir olmayan şükrünü anlatır. Bununla beraber onun yolunu takip etiklerini söyleyenlerin gücü ve otoriteyi ele geçirdiklerinde mukaddes beldede nasıl bir fitne ve fesadın alevini yakacaklarının haberini verir.

Kudüs kendinden önceki iki semavi dinin kutsalı iken neden son ilahi din İslam’ın da kutsalı kılınmıştır? Kudüs İslam’ın neden ilk kıblesi olmuş ve niçin Miraç hadisesi Kudüs’te gerçekleşmiştir? Çünkü Mescidi Aksanın kıble olması kendisinden önceki tevhit mirasına sahip çıkacak yegâne dinin İslam olduğunun, tevhidin son halkası İslam’ın sahip olmadığı bir Kudüs’ün acı ve çile çekmeye devam edeceğinin, insanlığın geleceğinin ancak onun eliyle tesisinin mümkün olacağının âleme ilanıdır. Nitekim tarihin şahitliği ile Müslümanların hâkim olduğu tüm zamanlarda Kudüs, ismiyle müsemma bir barış şehri olmuştur. Miraç ise Allah Rasulü’nün şahsında, kul ile Allah arasında kopmaz bir bağın olduğunu, maddi alem ile mana aleminin birbirine bağlı bulunduğunu ve dünyada yaşanan hiçbir hüznün, zalimlerin yaptığı hiçbir işkencenin ve uyguladıkları hiçbir terörün ebedi olmadığını haber verir.

Kudüs aynı zamanda Müslümanların elinde olduğu tarihlerde uğruna sekiz haçlı seferi düzenleyen Hristiyanların bugün neden Kudüs ile ilgili tüm iddialarından vazgeçtiklerini tefekkür etmemizi ister. Adeta dünyevileşenlerin istikamet ve geleceklerini kaybedeceklerini söyler. İbn-i Haldun “Coğrafya kaderdir.” der. Kudüs ise, bizlere kaderin içerisinde başka bir kaderin olduğunu söyler. Bu kader, coğrafyasında yaşananlara duyarsız, tepkisiz ve ilgisiz kalanların herkes gibi aynı akıbeti paylaşacakları gerçeğidir. Kısacası Kudüs kendi kaderinin sınırlarını aşan bir hakikat olduğunu ve bunun İslami ve insani bir değer taşıdığını söyler. Buna sahip çıkanların hâkim, çıkmayanların ise mahkûm olacağını belirtir. Özetle selâm şehri Kudüs, masumların kanı, gözyaşı ve çığlıkları ile bizleri kendisine yani özümüze sahip çıkmaya çağırır.