Koray ŞERBETÇİ

Kafkasya… Tarih boyunca efsaneler diyarı olarak tanımlanan, coğrafyası çok eski tarihlerden başlayarak bu güne gelene kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapan bir diyar. Elbette böyle bir diyar tarihin her döneminde birçok büyük devletin ilgi odağı olmuştur: Medler, İskitler, Romalılar, Emeviler, Moğollar, Osmanlılar ve Ruslar.

Bunca büyük gücün ilgisini kendisine çeken Kafkasya, hem coğrafi yapısının kendine has özellikleri hem de içinde barındırdığı toplulukların çok çeşitli yapısıyla bambaşka bir tarihî coğrafyadır.

Bu coğrafyanın kuzeyinde XV. asırdan itibaren dünya siyaset sahnesinde boy gösterme telaşında olan bir millet kendisini göstermişti: Ruslar…

Ruslar, Steplerle Kuzey Buz Denizi arasında sıkışıp kaldıkları sürece büyük bir devlet olamayacaklarının farkına varmışlardı. Bu durumu millî bir siyaset hâline getiren Çar I. Petro, hedefi belirlemişti: Sıcak denizlere açılmak! 

İşte bu planın bir parçası olarak Rusya XVIII. asırda Kırım’ı ilhak ettikten sonra gözünü Kafkas topraklarına dikmişti. Rusların Kırım ve oradan da Gürcistan’a uzanması Kafkasya için tehlikeli günlerin geldiğine işaretti. Bu sebeple süratle harekete geçmek gerekiyordu. O güne kadar kimseye boyun eğmeyen Kafkasya’nın çocukları, elbette Ruslara karşı da harekete geçecekti. Ama mesele hareketin birliktelik içerisinde ve tek gaye etrafında şekillenmesiydi. 

İşte tam o sırada zuhur eden bir lider bunu kolaylıkla başardı. Ruslara Kafkasya’da o kadar kolay ilerleyemeyeceklerini gösterecek bir savaşçıydı: Yani Şeyh Mansur’dan başkası değildi.

Çocukluğu ve eğitimi

Bugünkü Çeçenistan’da Sunca nehriyle Goy çayı arasındaki Aldı köyünde takvimler kimine göre 1722’yi kimine göre de 1748’i gösterirken dünyaya gözlerini açtı. Asıl adı Uçermak idi.  Ruslar bu ismi Uşurma olarak telaffuz ettiklerinden kaynaklardan günümüze böyle ulaştı.

Uçermak yani geleceğin Şeyh Mansur’u ilk eğitimini Kur’an rahlesi önünde aldı.  Çocukluğunda babasından Kur’an-ı Kerim dersi aldığı ve Kur’an’ı ezberlediği rivayet edilmektedir.  

Ama yoksul olduğu için düzenli eğitime devam edememiş, küçüklüğünde koyun ve kaz çobanlığı yapmıştır. Ama eğitimden uzak hâli çok sürememiş, 13-14 yaşına geldiğinde Dağıstan’a tahsil görmeye gitmiş ve burada Nakşibendi tarikatına intisap etmiştir. İslami eğitimini tamamladıktan sonra irşat faaliyeti için köyüne dönen Mansur’un ünü Aldı Camii’nde imamlık yaparak verdiği etkili vaaz ve hutbeleriyle dalga dalga tüm Kafkasya’ya yayılmaya başladı. Şeyh Mansur yanındaki müritlerle birlikte köyleri dolaşmaya başladı. Şeyh Mansur’un vaazları ve müritlerinin zikirleri onların her gittiği yerde büyük bir coşkuyla karşılanmasına sebep oldu. 

Gazavat hareketi başlıyor

Şeyh Mansur’un vaaz ve hutbelerinde ele aldığı ana konu; bütün Kuzey Kafkasyalıların birleşmesi, birleşmedikleri takdirde bunun Kur’an-ı Kerim’in hükümlerine aykırı olacağı ve Allah’ın bu yüzden Ruslar’ın memleketlerini işgal etmesine izin vereceği, halkların özgürlüklerini yitireceği ve dinsiz, vatansız hâlde yaşayacaklarıydı. Yani o, sadece dinî hükümleri anlatmıyor, Kafkasyalılara özgür olmadıkları sürece dinlerini de hakkıyla yaşamayacaklarını öğütleyerek bir yandan da yaklaşan işgale karşı bir kurtuluş savaşı başlatıyordu.
Kısacası Şeyh Mansur’un 1785’te Aldı Köyü’nde birdenbire tarih sahnesine çıkması ve köy köy gezerek her yerde “gazavat” anlatması büyük bir tarihî kırılma olmuştur. Zira çok kısa zamanda şöhreti bütün Kafkasya’da yayılan sadece Şeyh Mansur’un ismi olmamıştı. Asıl yayılan onun yüreklerde ve zihinlerde tutuşturduğu iman ve bağımsızlık ateşiydi. İşte bu durum Rusları cidden tedirgin etmişti. Bu tedirginliğin sonucu Şeyh Mansur’un üzerine asker sevk edilmesi olacaktı. Rus istilasının başlayacağı duyulunca civarda yaşayan toplumların ortak görüşüyle ve büyük bir güven duygusuyla cihadın lideri seçildi. Böylece Şeyh Mansur, Sunja, Terek ve Kuban nehirleri arasındaki bölgede yaşayan toplumları İslam bayrağı altında Ruslara karşı birleştirmeyi ve harekete geçirmeyi başarmış oluyordu. Dahası Anadolu’dan bile Kafkasya’ya Mansur’un yanına cihada gidenler oldu.

Şeyh Mansur gazavat hareketi

Şeyh Mansur, Rusların doğduğu topraklara yani günümüz Çeçenistan’ına saldırması üzerine, doğduğu köy olan Aldı’da Ruslara karşı “gazavat” ilan etmişti. Çeçenistan, Dağıstan ve Kabarday halkına gönderdiği bir beyannamede işgalcilere düşmanlığını açıkça bildirdi. Bunun yanında işgalcilere karşı durmanın yanı sıra onların hareket tarzına en ufak bir benzerliğin dahi haram olduğunu sert bir şekilde dile getirmişti. 

Şeyh Mansur, Kuzey Kafkas halklarını birleştirerek gazavata girişti. Bu hareket bölge halklarını heyecanlandırmış ve onun etrafında birleşmelerine sebep olmuştu. Görünen o ki bu savaş, Ruslara pahalıya mal olacaktı. Nitekim 8 Temmuz 1785’teki Aldı Savaşı’nda Şeyh Mansur, Albay Pierre komutasındaki 7 bin kişilik Rus birliğini imha etmiş, ardından 15 bin kişilik bir birlik ile Terek nehrini aşarak Kızılyar-Mozdok hattını ele geçirmişti.

Şeyh Mansur, mücahitleriyle Terek boyunca ilerleyerek Karginski tabyasını aldıysa da iyi korunan kaleyi ele geçiremedi. Ardından Mozdok ile Vladikafkas kalelerini birleştiren Kumkale’yi aldı. Ama gelgelelim karşısında düzenli Rus birlikleri vardı. Bu durumda kimi zaman yaptığı gibi gayri nizami savaşın gereği olarak geri çekilmek gerekiyordu ve öyle de yaptı.  Ancak sürekli takviye olan Rus kuvvetleri onu zorluyordu. Tam bu sırada Kızılyar’a yaptığı yeni saldırıda ağır bir yenilgiye uğradı. Bunun üzerine bazı aşiretler onu terk etti, kendisi de Çeçenistan’ın iç kesimlerine çekildi. 

Bu fırsatı değerlendiren Çar naibi General Potemkin, önemli bir kuvveti Kabarday’a Mansur’un üzerine yolladı. Tatartup’ta meydana gelen savaşta Mansur yenilerek geri çekildi ve Kabarday’ı terk etmek zorunda kaldı. Ardından bütün Kabarday halkı Ruslar’a boyun eğdi. 
Ama Şeyh Mansur, savaşın uzun süreceğini elbette biliyordu. Bu sırada hazırlıklarını tamamlamaya koyuldu. Türlü ihanetlere rağmen yeniden harekete geçti ve bir Rus birliğini pusuya düşürerek mağlup etmiş mücadeleyi bırakmadığını göstermiş oldu. Bu arada Ruslar kendisine barış teklif etti. Ama Şeyh Mansur ilahi bir görev üstlendiğini, bunun ancak Allah’ın takdiriyle mümkün olabileceğini bildirerek bu teklifi geri çevirdi. 

Şeyh Mansur bir yandan işgalci kuvvetlerle sıcak savaşı sürdürürken öte yandan da Rusların kara propagandaları ve onlarla işbirliği içindeki birtakım çevrelerin ihanetiyle savaşıyordu.  

Tam bu esnada Şeyh Mansur’a İstanbul’dan Sultan I. Abdülhamid’den saat ve dürbün gönderildi. Bu semboller Ruslara karşı bir işbirliği alametiydi.  Şeyh Mansur da Temmuz 1787’de hanlıklara gönderdiği mektupta Osmanlı Devleti’nden asker ve askerî malzeme geldiğini belirtip Güney Kafkasları Ruslardan korumak için birlikte hareket etme talebinde bulundu. Ayrıca sadrazama yolladığı mektupta Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya savaş açtığını duyduğunu, bundan çok memnun olduğunu ve padişahla görüşmek istediğini bildirdi.

Osmanlı Devleti ile Şeyh Mansur’un elbirliği etmesi, küçük kabile hesaplarını da yerle bir etti. Tereddütte olan pek çok Kafkas kabilesi de Şeyh Mansur’un gazavat hareketine katıldı. 

1787 senesinden 1791 yılına kadar Şeyh Mansur ve mücahitleri işgal komutanı General Potemkin’in birlikleri karşısında canını dişine takarak mücadele verdi. 

Bu noktada Anapa Kalesi, Osmanlıların Kafkasya’daki varlıklarının odak noktasını oluşturuyordu. Eğer Osmanlılar, burayı kaybedecek olurlarsa artık Şeyh Mansur’un bayraktarlığını yaptığı ve Kafkasya’nın bağımsızlığını hedefleyen gazavat hareketine de destek verilmesi söz konusu olamayacaktı. Osmanlı padişahı her ne kadar İslam halifesi olarak Kafkasya Müslümanlarının manevi lideri olsa da işgale karşı askerî destek olmadığı takdirde gazavat hareketinin de zamanla zayıflayacağı kesindi.  Bundan dolayı Ruslar, savaşı Anapa Kalesi’ni ele geçirme hedefine kilitlediler. Rusların başlattığı ilk saldırı büyük bir hezimetle sonuçlanınca Osmanlılar ve Kafkasyalı mücahitlerin morali yükseldi. 

Ama yapılan hatalar sonucu Osmanlı birlikleri ve Kafkasya mücahitleri Anapa Kalesi’ne çekilmek zorunda kaldılar. Şeyh Mansur, Anapa kalesinde kuşatma altındayken de tüm Kafkasya’ya cihat çağrıları yaptı.

Bu sırada General Gudoviç’in kumanda ettiği Rus ordusu, üçüncü genel saldırısında kaleyi düşürdü. Takvimler 1791’i gösterirken Şeyh Mansur, kalenin düşmesiyle kale kumandanı Mustafa Paşa ve yardımcıları Battal Paşa’nın oğlu Tayyar Paşa ile birlikte esir alındı.

Esaret günleri

Şeyh Mansur 6 Haziran 1791’de Rusya’nın o dönemki başkenti olan Petersburg’a götürüldü. Hatta kimi kaynaklara göre çariçenin onu görmek istediğini ve bu maksatla Mansur’a sarayın sütunları arasında gezinmesi emredildiğini ve pencerenin altından ileri doğru yürürken çariçenin onu seyrettiğini ileri sürmektedir.

Ardından da çariçe II. Katerina’nın emriyle Şeyh Mansur, Şisselburg kalesindeki zindana atıldı. Zindanda esaret hayatı sürerken kale komutanı Albay Kolubakin verdiği bir rapora göre Şeyh Mansur yakalandığı bir hastalık sonucu 13 Nisan 1794 günü öğleden sonra saat ikide ölmüştü.

Şeyh Mansur mücadelesi sürecinde belki tüm Kafkas kabilelerini Ruslara karşı birleştirmeyi başaramadı ama Rusların karşısına dikilen ve uzun yıllar onların ilerlemesine engel olacak akımın temellerini atmış oldu.

Elbette Şeyh Mansur “gazavat” hareketini başlatmadan önce de bölgede Ruslara karşı bir direniş vardı. Gelgelelim bu direniş,  hemen her boy ve kabilenin kendi başına düzenledikleri baskınlar şeklinde gerçekleşiyordu. Birbirinden kopuk bu akınlar ne istilayı durdurabiliyor ne de ortak bir kimlik oluşturabiliyordu.

Fakat Şeyh Mansur’un Nakşibendi yolu içinde teşkilatlandırdığı gazavat hareketi Ruslara karşı direnişi daha etkili hâle getirmişti. Bunun yanında Şeyh Mansur, Kafkasyalıların bölünmüş etnik ve kabile yapısını hem coğrafi birlik hem de mukadderat ve din birliği ile pekiştirmenin öncüsü olmuştu.