Fatih Sultan Mehmet Edirne'de bulunuyordu. Ecdadın Anadolu'da kurdukları devlet gittikçe genişiliyor, Rumeli'de ise ülkesinin sınırları hemen hemen Tuna'ya kadar genişliyordu.

Fatih bu bu iki muazzam toprağı birbirine bağlayan ve peygamberimizin müjdesine nail olan İstanbul'u feth etmenin heyecanını yaşayarak planlar yapıyordu.

Genç Padişah gündüzleri bu muazzam işlerle uğraşırken geceleri gözünü uyku tutmuyordu. İşte bu gecelerin birinde aldığı kararla Veziriâzamı çağırdı:

- Lala şu yatağı görüyor musun? İçinde sabahlara kadar uyuyamıyorum. Acaba fetih bize müyesser olacak mıdır? dedi.

 Kıyafetini değiştirip veziri ile birlikte çarşıya dolaşmaya çıktı. Halkın fetih öncesi ruh haletini yoklamak istiyordu. Bir bakkala uğradı, sabun, yağ ve pirinç istedi. Bakkal karşındaki müşterinin Padişah olduğunu bilmiyordu:

- Sabun vereyim ama pirinci şu karşıdaki arkadaşımdan al, dedi

Sultan Fatih:

- Acaip sey! Sende pirinç var, işte duruyor. Niçin vermiyorsun da beni o bakkala gönderiyorsun?

Bakkal:

Efendim, arkadaşım sabahtan beri siftah etmedi, çoluk çocuk besliyor, varsın o da birkaç kuruş kazansın diye gönderiyorum, cevabında bulundu.

Sultan Fatih sabunu aldı, karşıki bakkala gitti

- Pirinçle yağ var mı, diye sordu.

Bakkal:

- Pirinci vereyim. fakat yağı şu karşıdaki dükkândan al deyince,

Fatih:

- Sende yağ yok mu?

Bakkal:

- Yağ var. Aynı vasıfta olmak üzere arkadaşımda da var. Yalnız onun müşterisi az ve başı da kalabalıktır. İki üç kuruş da o sebeplensin, dedi. Fatih çarşı boyundaki bütün dükkanları mütenevvi eşya almak bahanesiyle dolaştıkça hep aynı tavsiyelere maruz kaldı. Halkın bu inceliğini ve  samimiyeti gören Fatih Sultan Mehmed sevinçle lalasına döndü:

- Lala! İstanbul üzerine gayri yürümeye karar verdim. Fetih bana müyesser olacaktır, dedi.