Enes (b. Mâlik) (ra) anlatıyor:

“Resûlullah'a (sas) on sene hizmet ettim. Vallahi, bana bir kez olsun "Öf!" bile demedi. Herhangi bir şeyden dolayı, "Niçin böyle yaptın?" demediği gibi, "Şöyle yapsaydın ya!" da demedi.”

عَنْ أَنَسِ [بْنِ مَالِكٍ] قَالَ: خَدَمْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) عَشْرَ سِنِينَ وَاللَّهِ مَا قَالَ لِى: أُفًّا قَطُّ وَلاَ قَالَ لِى لِشَيْءٍ: لِمَ فَعَلْتَ كَذَا؟ وَهَلاَّ فَعَلْتَ كَذَا!

(M6011 Müslim, Fedâil, 51)

***

مُحَمَّدُ بْنُ زِيَادٍ قَالَ: سَمِعْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “إذَا أَتَى أَحَدَكُمْ خَادِمُهُ بِطَعَامِهِ، فَإِنْ لَمْ يُجْلِسْهُ مَعَهُ، فَلْيُنَاوِلْهُ لُقْمَةً أَوْ لُقْمَتَيْنِ أَوْ أُكْلَةً أَوْ أُكْلَتَيْنِ، فَإِنَّهُ وَلِيَ عِلَاجَهُ.”

Muhammed b. Ziyâd'ın Ebû Hüreyre'den (ra) işittiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Sizden birinize hizmetçisi yemeğini getirdiğinde onu yanına oturtmazsa (en azından) kendisine bir iki lokma veya bir iki parça yiyecek versin. Çünkü yemeği o hazırlamış ve sunmuştur.

(B2557 Buhârî, Itk, 18)

***

عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ: مَا ضَرَبَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) شَيْئًا قَطُّ بِيَدِهِ، وَلاَ امْرَأَةً، وَلاَ خَادِمًا، إِلاَّ أَنْ يُجَاهِدَ فِى سَبِيلِ اللَّهِ…

Hz. Âişe (ra) şöyle demiştir: “Resûlullah (sas), Allah (cc) yolunda cihad dışında eliyle hiç kimseye vurmadı. Ne bir kadına ne de bir hizmetçiye!...”

(M6050 Müslim, Fedâil, 79)

***

عَنِ الْمَعْرُورِ قَالَ: لَقِيتُ أَبَا ذَرٍّ بِالرَّبَذَةِ وَعَلَيْهِ حُلَّةٌ وَعَلَى غُلاَمِهِ حُلَّةٌ فَسَأَلْتُهُ عَنْ ذَلِكَ. فَقَالَ: إِنِّى سَابَبْتُ رَجُلاً فَعَيَّرْتُهُ بِأُمِّهِ، فَقَالَ لِيَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “يَا أَبَا ذَرٍّ! أَعَيَّرْتَهُ بِأُمِّهِ؟ إِنَّكَ امْرُؤٌ فِيكَ جَاهِلِيَّةٌ، إِخْوَانُكُمْ خَوَلُكُمْ جَعَلَهُمُ اللَّهُ تَحْتَ أَيْدِيكُمْ، فَمَنْ كَانَ أَخُوهُ تَحْتَ يَدِهِ

فَلْيُطْعِمْهُ مِمَّا يَأْكُلُ، وَلْيُلْبِسْهُ مِمَّا يَلْبَسُ، وَلاَ تُكَلِّفُوهُمْ مَا يَغْلِبُهُمْ، فَإِنْ كَلَّفْتُمُوهُمْ فَأَعِينُوهُمْ.”

Ma'rûr anlatıyor: Ebû Zer (ra) ile Rebeze'de karşılaştım. Kendisinin de kölesinin de üzerinde aynı kıyafet vardı. Bunun sebebini ona sordum. Dedi ki, “Bir adamla karşılıklı birbirimize sövdük. Ve annesi(nin zenci olması) sebebiyle onu aşağıladım. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) bana şöyle buyurdu: "Ebû Zer! Onu annesi sebebiyle mi aşağıladın? Demek ki sen kendisinde hâlâ câhiliye izleri olan bir kimsesin. Hizmetçileriniz sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Kimin eli altında böyle bir kardeşi bulunursa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güç yetiremeyecekleri işler yüklemeyin. Eğer yüklerseniz onlara yardım edin." ”

(B30 Buhârî, Îmân, 22)

***

Hz. Peygamber’in (sas) Mekke’den Medine’ye hicretinin ilk yılıydı. O sıralar Hz. Peygamber’in (sas), kendisine yardımcı olacak, devamlı yanında olan bir hizmetçisi yoktu. Rahmet Elçisi’nin (sas) bu durumunu gören ve ona yardım etmek isteyen Ebû Talha, o sıralar on yaşlarında olan üvey oğlu Enes b. Mâlik’i (ra) elinden tutup Hz. Peygamber’in (sas) yanına getirdi ve şöyle dedi: "Yâ Resûlallah! Enes akıllı bir çocuktur; sana hizmet etsin." Hz. Peygamber’in (sas) bu teklifi kabul etmesi üzerine Enes, Kutlu Elçi’ye (sas) hizmet etmeye başladı. Bir gün Hz. Peygamber (sas), Enes’i bir yere göndermek istedi. O da, "Vallahi gitmeyeceğim!" diyerek itiraz etti. Bu söz üzerine Hz. Peygamber (sas) sustu, bir şey söylemedi. Enes ise her ne kadar karşı çıksa da sonunda çarşıya doğru yola koyuldu. Bu arada yolda oynayan çocuklarla karşılaştı ve onlarla birlikte oyuna dalıp işini unuttu. Bir süre sonra Resûlullah (sas) geldi ve arkasından yaklaşarak Enes’in başından hafifçe tuttu. Kendisine kimin dokunduğunu anlamayan Enes arkasına dönüp baktığında Resûl-i Ekrem’in (sas) yüzünün güldüğünü ve kendisine sevgiyle baktığını gördü. Hz. Peygamber (sas), "Enesçiğim! Hadi söylediğim yere git bakalım." diyordu. Bunun üzerine Enes, "Peki, gidiyorum yâ Resûlallah!" diyerek hiçbir şey olmamış gibi yola koyuldu.

Bu güzel çocukluk hatırasını anlatan ve "Hâdimü’n-nebî" yani "Peygamber’in (sas) hizmetkârı" olarak anılan Enes (ra), kendisine "Yavrucuğum" diye hitap eden Hz. Peygamber’i (sas) insanların en iyi huylusu olarak nitelemiştir. On sene Resûlullah’a (sas) hizmet ettiğini söyledikten sonra şunu eklemiştir: "Vallahi, bana bir kez olsun "Öf!" bile demedi. Herhangi bir şeyden dolayı, "Niçin böyle yaptın?" demediği gibi, "Şöyle yapsaydın ya!" da demedi."

Hz. Peygamber’e (sas) Mekke döneminde en çok hizmet eden sahâbîlerden biri de Zeyd b. Hârise (ra) idi. O, annesiyle kendi kabilesini ziyarete giderken kaçırılıp Ukâz çarşısında köle olarak satışa çıkarılmıştı. Orada bulunan Hakîm b. Hizâm, halası Hz. Hatice (ra) için onu, dört yüz dirheme satın almış, Hz. Hatice (ra) da Resûlullah (sas) ile evlendiğinde Zeyd’i (ra) ona hediye etmişti. Rahmet Elçisi (sas), Zeyd’i (ra) azat etti. Zeyd b. Hârise (ra) serbest bırakıldığı ve sonradan babasına kavuştuğu hâlde, "Ben bu adamda öyle bir şey gördüm ki ebediyen ona kimseyi tercih etmem." diyerek ailesini değil Resûlullah’ı (sas) tercih etti.

Peygamber (sas) olduğunda da Allah Resûlü’nün (sas) İslâm davetine ilk icabet edenler arasındaki yerini aldı. Tâif yolculuğu sırasında Hz. Peygamber’e (sas) yapılan saldırılarda kendisini öne atarak onu korumaya çalışan da Zeyd (ra) idi.

Zeyd’in (ra) fedakârlığı ve içten sevgisi tabiî ki karşılıksız değildi. Peygamberimiz (sas) de Zeyd’i (ra) çok sever, ona yakın ilgi gösterirdi. Hatta Resûlullah (sas) onu, aralarında muhacir ve ensarın ileri gelenlerinin de bulunduğu ordulara komutan tayin ederek kendisine verdiği değeri açıkça gösterdi. Hz. Peygamber’in (sas), halasının kızı Zeyneb ile evlendirdiği Zeyd b. Hârise (ra), uzun yıllar Resûl-i Ekrem’e (sas) hizmet etmişti. Zeyd (ra), evlâtlıklar hakkında "Onları babalarına nispet ederek çağırın..." âyeti ininceye kadar Zeyd b. Muhammed (Muhammed’in oğlu Zeyd) diye anılırdı. O, Peygamber Efendimizin (sas) azatlı kölesi idi ve bir hizmetçi konumunda değildi.

Kendi ailesiyle ve işiyle meşgul olmak zorunda olan, dolayısıyla daima Hz. Peygamber’in (sas) yanı başında bulunması mümkün olmayan Zeyd’in aksine, Hârise el-Eslemî’nin iki çocuğu Hind ve Esmâ, Hz. Peygamber’in (sas) kapısından ayrılmaz ve ona her vesile ile hizmet ederlerdi. Hz. Abbâs (ra) da kendi kölesi Ebû Râfi’i Rahmet Elçisi’ne (sas) hediye etmişti. Peygamberimiz (sas), amcası Hz. Abbâs’ın (ra) Müslüman olduğunu müjdelediğinde Ebû Râfi’i azat ederek hürriyetine kavuşturdu. Zaten Hz. Peygamber (sas) bütün kölelerini azat etmişti. Yine de onlar Kutlu Elçi’ye (sas) gönüllü olarak hizmete devam ederlerdi.

Hz. Peygamber’e (sas) hizmet ile şereflenenler arasında Abdullah b. Mes’ûd (ra) da vardı. Bu değerli fakih sahâbî, Medine’de Resûlullah’ın (sas) evine rahatça girip çıkabilen nadir şahsiyetlerdendi. Öyle ki Ebû Musa el-Eş’arî, kardeşiyle birlikte Yemen’den Medine’ye geldiğinde, yanına çok girip çıkmaları ve fazla birlikte olmaları sebebiyle İbn Mes’ûd’un (ra) ve annesinin, Resûlullah’ın (sas) aile fertlerinden olduklarını sanmıştı. İbn Mes’ûd (ra), Hz. Peygamber’e (sas) çeşitli günlük işlerde yardımcı olurdu. Resûlullah (sas) abdest almak için kalktığında ibriğini taşır, giyeceği zamana kadar ayakkabılarına sahip çıkar, kalktığında da onları giydirirdi.

Erkeklerin yanı sıra Hz. Peygamber’e (sas) hizmet eden çok değerli kadın sahâbîler de vardı. Meselâ, kendisini büyüten Ümmü Eymen Bereke (ra) bunlardan biriydi. O, Peygamber Efendimize (sas) babasından miras kalmış, fakat Efendimiz (sas) daha sonra onu azat etmişti. Ümmü Eymen (ra), Mekke’de Ubeyd el-Hazrecî ile evlendi. Peygamber Efendimiz (sas) ailesinin bir parçası olarak gördüğü bu güzide hanım hakkında "Ümmü Eymen, annemden sonraki annemdir." buyurarak ona olan hürmetini ve derin sevgisini ifade ederdi. Bu ifade, Hz. Peygamber’in (sas) câhiliye döneminde en doğal haklarından bile mahrum edilen bir cariye olarak Ümmü Eymen’e (ra) verdiği değeri açıkça göstermekteydi.

Kimi zaman Hz. Peygamber’e (sas) hizmeti özgürlüğe ve ondan ayrılarak yeni bir hayat kurmaya tercih edenlerin olması düşündürücüydü. Kendilerine karşı zarif ve anlayışlı davranan bir peygamberin sağladığı mutluluğu, onun yanında buldukları huzur ve güven dolu ortamı yitirmek istemeyen bu insanlardan biri de Ümmü Seleme’nin (ra) hizmetçisi Sefîne idi. Ümmü Seleme (ra) ona, yaşadığı müddetçe Resûlullah’a (sas) hizmet etmesi şartıyla kendisini azat edeceğini söylediğinde Sefîne, "Sen bana şart koşmasan bile ben yaşadığım sürece Resûlullah’tan (sas) ayrılmam." cevabını vermişti. Bunun üzerine Ümmü Seleme (ra) onu azat etti.

Kendisine gösterilen teveccüh ve saygı nedeniyle Müslüman olmayanlardan bile Resûlullah’a (sas) yardımcı olanlar vardı. Nitekim Abdü’l-Kuddüs isimli Yahudi bir çocuk Hz. Peygamber’e (sas) hizmet ederdi. Bir gün hastalandığında Allah Resûlü (sas) onu ziyaret ederek kendisine Müslüman olmayı teklif etmiş, o da kabul etmişti.

Hz. Peygamber (sas) zamanında hizmetçiler, ya ücretle tutulan hür kimselerden veya o dönemin âdeti üzere parayla satın alınan kölelerden olurdu. İslâm’la birlikte, dönemin özel şartları gereği temel ihtiyaçlardan biri olarak kabul edilen hizmetçiler âdeta ailenin üyelerinden kabul edilmeye başlanmıştır.

Hz. Peygamber (sas) mümkün olduğunca kendi işini kendi görmeye çalışır hatta elinden geldiğince ev işlerine yardım ederdi. Ancak onun hem günlük işleri hem de dinî, siyasî ve askerî görevleri bünyesinde toplaması sebebiyle her şeyi tek başına yapması mümkün değildi. Dolayısıyla ashâbın desteği ve hizmeti son derece önem taşıyordu. Hiç kimseyi küçük görmeyen, insanlar arasında efendi-hizmetçi, kadın-erkek ayrımı yapmayan Rahmet Elçisi (sas), o döneme damgasını vurduğu gibi bugün için de başta işçi-işveren ilişkileri olmak üzere hizmet sektöründe çalışanlar için ideal örnek idi. O kadar ki hizmet sunan bir ferdin hakkını gözetmeyi yemek âdâbına bile dâhil etmiş, "Sizden birinize hizmetçisi yemeğini getirdiğinde onu yanına oturtmazsa (en azından) kendisine bir iki lokma veya bir iki parça yiyecek versin. Çünkü yemeği o hazırlamış ve sunmuştur." buyurmuştu.

Resûlullah (sas) yardımcıları ile yakından ilgilenir, onların hatırını sorar ve ihtiyaçlarını karşılamaya önem verirdi. Sıkıntılarını anlamaya, yaralarına merhem olmaya çalışırdı. Hatırını sorduğu hizmetçilerden biri bir gün, "Yâ Resûlallah, bir ihtiyacım var." deyince Resûlullah (sas), "İhtiyacın nedir?" diye sordu. Hizmetçi, "Kıyamet günü bana şefaat etmene ihtiyacım var." cevabını verdi. Bu hassas yardım talebi üzerine Rahmet Elçisi (sas), "Sana bu konuda kim yol gösterdi?" buyurdu. Hizmetçi, "Rabbim!" dedi tek kelimeyle. Peygamberimiz (sas) ona, "Bunu gerçekten istiyorsan çok secde ederek bana yardımcı ol!" buyurdu.

Peygamber Efendimiz (sas) hizmetçi ve işçi gibi çalışmak mecburiyetinde kalan kız çocukları ile yakından ilgilenir, onlara merhametli davranır, onların isteklerini yerine getirmeye çalışırdı. Hatta Medine’deki hizmetçilerden herhangi biri Resûlullah’ın (sas) elini tutar, onu istediği yere kadar götürür, hacetini çekinmeden ona anlatabilirdi. Rahmet Elçisi (sas), hizmetçilerine ve kölelerine iyi davranmaları ve merhametle muamele etmeleri konusunda ashâbını da sürekli uyarırdı. Bir gün bir sahâbî Resûlullah’ın (sas) yanına geldi ve "Hizmetçimi kaç defa affedeyim?" diye sordu. Belli ki bu sorudan hoşlanmadı Rahmet Elçisi (sas) ve sustu. Çünkü affetmek devamlı yapılması istenen, sınırlanması zor bir ahlâkî erdemdi. Sahâbînin soruyu tekrarlaması üzerine Hz. Peygamber (sas), "Her gün yetmiş defa!" cevabını verdi.

Bir kimsenin, yanında çalışanları ezmesini, onlara hor davranmasını ve şiddet uygulamasını kesinlikle yasaklayan Resûlullah (sas), "Sizden biriniz hizmetçisini döveceği zaman hemen Allah’ı (cc) hatırlasın da elini çeksin." buyurmuştu. Âişe validemiz (ra) Hz. Peygamber’in (sas) bu hassasiyeti bizzat gösterdiğini bize anlatmış ve "Resûlullah (sas), Allah (cc) yolunda cihad dışında eliyle hiç kimseye vurmadı. Ne bir kadına ne de bir hizmetçiye!..." demişti.

Bir seferinde kölelerinden birini döven Ebû Mes’ûd el-Ensârî (ra) isimli sahâbî, arkasından şöyle bir ses duydu: "Bil ki Ebû Mes’ûd! Allah (cc) senin üzerinde, senin onun üzerinde olduğundan daha fazla güce sahiptir." Ebû Mes’ûd, geri dönüp baktığında Allah’ın Elçisi’ni (sas) görünce, "Ey Allah’ın Resûlü, Allah rızası için o şu andan itibaren hürdür!" dedi. Ve bundan sonra hiçbir köleye vurmayacağına dair söz verdi. Resûlullah (sas) de, "Eğer bunu yapmamış olsaydın, ateş seni yakacaktı." şeklinde cevap verdi.

Diğer yandan Peygamber Efendimiz (sas), ashâbına bedduayı da yasaklamış, "Kendinize, çocuklarınıza, hizmetçilerinize ve mallarınıza beddua etmeyin. Olur ki Yüce Allah’ın (cc) icabet edeceği bir zamana rastlar da bedduanız kabul oluverir." buyurmuştu.

İşçisi ve hizmetlisi bulunan işverenlerin, bu kişilerin hayat düzeyinin iyileştirmeleri ve onların da kendileri gibi rahat bir hayat sürdürmeleri için çalışmaları ideal olan ve kâmil bir müminden beklenen olgun bir davranıştır. Hizmet sahasındaki bu insanların gıda, giyim ve zamanın gerektirdiği temel ihtiyaçlarını karşılamak ise işverenin yerine getirmesi gereken asgarî yükümlülüktür.

Bir gün Bilâl-i Habeşî (ra) ile tartışan Ebû Zer el-Gıfârî (ra), annesinin zenci olmasından dolayı onu kınayarak hakaret etmişti. Bilâl, bu durumu Hz. Peygamber’e (sas) anlatarak şikâyette bulundu. Hz. Peygamber (sas) de bu şikâyet üzerine Ebû Zerr’e (ra), "Ebû Zer! Onu annesi sebebiyle mi aşağıladın? Demek ki sen kendisinde hâlâ câhiliye izleri olan bir kimsesin. Hizmetçileriniz sizin kardeşlerinizdir. Allah (cc) onları sizin himayenize vermiştir. Kimin eli altında böyle bir kardeşi bulunursa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güç yetiremeyecekleri işler yüklemeyin. Eğer yüklerseniz onlara yardım edin.’ buyurdu. Her ne kadar Bilâl-i Habeşî (ra) Ebû Zerr’in (ra) hizmetçisi olmasa da geçmişinde köle olan bir kimse hakkında Rahmet Elçisi’nden (sas) bu uyarıyı alan Ebû Zer (ra), bundan sonra hizmetçilerine karşı son derece dikkatli olmuş hatta kölesiyle aynı tarz kıyafetler giyinmişti.

Benzer bir olay da Ebu’l-Yeser hakkında anlatılmaktadır. Sahâbe-i kirâmın önde gelenlerinden Ubâde b. Sâmit’in torunu Ubâde b. Velîd, babası ile birlikte bilgi edinmek için ensardan bir kabileye gitmişlerdi. Orada ilk önce Akabe Biati’ne, ardından da Bedir’e katılan bir sahâbî olan Ebu’l-Yeser ile karşılaştılar. O sırada Ebu’l-Yeser’in üzerinde bir çizgili hırka ile bir de meâfirden yani Yemen dokumasından bir elbise vardı. Hizmetçisinin üzerindeki kıyafet de aynıydı. Ubâde, Ebu’l-Yeser’e, "Amca! Hizmetçinin çizgili elbisesini alsan da ona kendi meâfirden olan kumaşını versen yahut onun meâfir hırkasını alsan da kendi çizgilini ona versen, senin üzerinde bir hulle (takım elbise), onun üzerinde de bir hulle olurdu." dedi. Bunun üzerine Ebu’l-Yeser, Ubâde’nin başını okşayıp, "Allah’ım! Buna bereket ver!" diye dua ettikten sonra, "Ey kardeşimin oğlu! Resûlullah’ın (sas), "Onlara kendi yediklerinizden yedirin ve kendi giydiklerinizden giydirin!" buyurduğunu şu iki gözüm gördü, şu iki kulağım işitti ve şu kalbim belledi." dedi. Bu arada kalbine işaret etti ve devam etti, "Dünya malından ona vermem, kıyamet gününde onun benim iyiliklerimden almasından bence daha önemsizdir." diye cevap verdi.

Hz. Peygamber (sas), efendi olsun hizmetçi olsun, her insana değer vermiş ve onları insanlık onuruna yakışır bir hayata kavuşturmak için çalışmıştır. Hatta "seferde kavmin efendisinin onlara hizmet eden kişi" olduğunu söyleyerek onları taltif etmiştir. Nitekim Mescid-i Nebevî’nin (sas) temizliğiyle ilgilenen Ümmü Mihcen adında zenci bir kadın vardı. Bir ara Resûlullah (sas) bu kadını göremeyince nerede olduğunu sordu. Öldüğünü öğrenince ashâbına, "Bunu bana haber verseydiniz ya!" diyerek üzüntüsünü dile getirdi. Sahâbîler ise gece vefat eden bu kadından dolayı Hz. Peygamber’i (sas) rahatsız etmek istememişlerdi. Resûl-i Ekrem (sas) ashâbdan o hanımın mezarını göstermelerini istedi ve sonra gidip orada cenaze namazını kıldı.

Rahmet Elçisi’nden (sas) köle ve hizmetçilere nasıl davranılacağını gören ve öğrenen sahâbîler de onları birer kardeş, ailelerinin bir bireyi gibi gördüler ve onların arasındaki zeki ve kabiliyetli kişileri âdeta kendi oğulları gibi yetiştirdiler. Abdullah b. Abbâs (ra) ile Abdullah b. Ömer’in (ra) köleleri İkrime ve Nâfi’ bunun en açık örneğidir. Meşhur sahâbîlerden İbn Abbâs (ra) kölesi İkrime’yi bir hizmetçi gibi değil bir ilim adamı olarak yetiştirmiştir. İbn Abbâs’ın (ra) bu gayretli talebesi, ondan aldığı ilim sayesinde tefsir ilminin vazgeçilmez kaynakları arasında kendine yer edinmiş ve asırlarca süren bir üne kavuşmuştur. Çok hadis rivayet eden sahâbîler arasında yer alan Abdullah b. Ömer (ra) da azatlı kölesi Nâfi’i bir âlim olarak yetiştirmiştir. Bu sayede bir köle olan Nâfi’ tâbiînin meşhur fakihleri ve hadisçileri arasında önemli bir yer edinmiştir. Köle olmalarına rağmen İkrime ve Nâfi’in kazandığı bu şeref, bırakın bir köleye pek çok hür kimseye bile nasip olmamıştır.

İşçi ile işveren, köle ile işçi, ev sahibi ile hizmetçi arasında fark olmadığını insanlığa öğreten Hz. Peygamber (sas), yeme, içme ve giyinme gibi hususlarda bir ayrıma gidilmemesini bağlayıcı olmasa da erdemli bir davranış olarak bize sunmuştur. Hizmetlilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını istemiş ve şiddete maruz bırakılmalarının asla dinin duyarlılığıyla bağdaşmadığını anlatmıştır. Hz. Peygamber (sas) her şeyden önce hizmet edenlerin şahsiyet, şeref ve haysiyetlerini korumuş, üstünlüğün işçi veya patron, efendi veya hizmetçi olmada değil iman, ahlâk, ibadet ve takvada olduğunu göstermiştir.

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam