Enes b. Mâlik'in (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas), “Bu akşam bir oğlum dünyaya geldi, ona atam İbrâhim'in (ra) ismini koydum.” buyurdu… Enes (ra) diyor ki, “Resûlullah'ın (sas) önünde oğlu İbrâhim'i can çekişirken gördüm. Resûlullah'ın (sas) gözleri yaşardı ve "Göz yaş döker, kalp üzülür fakat biz ancak Rabbimizin razı olacağını söyleriz. Vallahi ey İbrâhim, biz senin için üzülüyoruz." buyurdu.”

عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “وُلِدَ لِيَ اللَّيْلَةَ غُلاَمٌ فَسَمَّيْتُهُ بِاسْمِ أَبِى إِبْرَاهِيمَ –عَلَيْهِ السَّلاَمُ–”… فَقَالَ أَنَسٌ: لَقَدْ رَأَيْتُهُ وَهُوَ يَكِيدُ بِنَفْسِهِ بَيْنَ يَدَىْ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فَدَمَعَتْ عَيْنَا رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فَقَالَ: “تَدْمَعُ الْعَيْنُ

وَيَحْزَنُ الْقَلْبُ وَلاَ نَقُولُ إِلاَّ مَا يَرْضَى رَبُّنَا وَاللَّهِ! يَا إِبْرَاهِيمُ! إِنَّا بِكَ لَمَحْزُونُونَ.”

(M6025 Müslim, Fedâil, 62)

***

عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ قَالَ: كَانَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) أَشَدَّ حَيَاءً مِنَ الْعَذْرَاءِ فِى خِدْرِهَا، فَإِذَا رَأَى شَيْئًا يَكْرَهُهُ عَرَفْنَاهُ فِى وَجْهِهِ.

Ebû Saîd el-Hudrî (ra) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (sas), örtüsüne bürünmüş bir genç kızdan daha hayâlı idi. Hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman bunu yüzünden anlardık.”

(B6102 Buhârî, Edeb, 72)

***

عَنْ عَائِشَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا) أَنَّهَا قَالَتْ:…مَا انْتَقَمَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) لِنَفْسِهِ، إِلاَّ أَنْ تُنْتَهَكَ حُرْمَةُ اللَّهِ فَيَنْتَقِمَ لِلَّهِ بِهَا.

Hz. Âişe (ra) şöyle demiştir: “...Resûlullah (sas) kendisi için hiç intikam almamıştı. Ancak Allah'ın (cc) haramları çiğnendiği zaman bundan dolayı Allah (cc) için intikam alırdı.”

(B3560 Buhârî, Menâkıb, 23)

***

أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ كَعْبٍ قَالَ: سَمِعْتُ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ يُحَدِّثُ حِينَ تَخَلَّفَ عَنْ تَبُوكَ قَالَ… وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) إِذَا سُرَّ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ، حَتَّى كَأَنَّهُ قِطْعَةُ قَمَرٍ، وَكُنَّا نَعْرِفُ ذَلِكَ مِنْهُ.

Abdullah b. Kâ'b'ın (ra) naklettiğine göre, (babası) Kâb b. Mâlik (ra) Tebük Seferi"ne katılmayıp geride kalışını anlatırken şöyle demişti: “...Resûlullah (sas) sevindiği zaman, yüzü parlar, sanki bir ay parçası gibi olurdu. Biz, onun sevincini yüzünden anlardık.”

(B3556 Buhârî, Menâkıb, 23)

***

عَنْ عَائِشَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) زَوْجِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَتْ: مَا رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) ضَاحِكًا حَتَّى أَرَى مِنْهُ لَهَوَاتِهِ، إِنَّمَا كَانَ يَتَبَسَّمُ.

Hz. Peygamber'in (sas) eşi Hz. Âişe (ra) şöyle demiştir: “Ben, Resûlullah'ın (sas) küçük dili görünecek kadar güldüğünü görmedim. O, yalnızca tebessüm ederdi.”

(B4828 Buhârî, Tefsîr, (Ahkâf) 2; M2086 Müslim, İstiskâ, 16)

***

Resûl-i Ekrem (sas), Hz. Hatice’den (ra) dünyaya gelen oğulları Kâsım ve Abdullah’ı Mekke’de henüz bebek iken ebedî âleme uğurlamıştı. Onların vefatlarından sonra bu defa Mâriye’den bir oğlu olmuştu. Müjdeyi alan Allah Resûlü (sas), "Bu akşam bir oğlum dünyaya geldi, ona atam İbrâhim’in (as) ismini koydum." demişti. Onun büyüyüp serpilmesini, soyunu sürdürmesini istiyordu. Emzirilmesi için İbrâhim bebek, Medine’nin dış mahallelerinden birinde yaşayan Berâ’ b. Evs adında bir demircinin hanımı olan sütanne Ümmü Seyf’e verildi. Allah Resûlü (sas) zaman zaman biricik oğlunu ziyarete gider, onu sever, öpüp koklardı.

Resûlullah (sas), iyi beslenmelerini temin etmek amacıyla Mâriye ve İbrâhim’e de bir grup deve ve koyunun sütünü tahsis etmişti. İyi beslenen İbrâhim’in cildi düzelmiş, teni beyazlaşmış hatta babasına benzemeye başlamıştı. Artık on yedi veya on sekiz aylık olmuş, tam sevimli hâle gelmişti ki bir gün aniden rahatsızlandı. Onun hastalandığını haber alan Rahmet Elçisi (sas), dostlarından Abdurrahman b. Avf (ra) ile birlikte sevgili yavrusunu ziyarete gelmişti. İbrâhim’in hastalığı iyice ilerlemiş ve can çekiştirmeye başlamıştı. Çocuklara karşı çok merhametli ve şefkatli olan Efendimizin (sas) gözleri dolmuştu. Onun bu hâlini gören sahâbîler, "Sen de mi ağlıyorsun ey Allah’ın Resûlü! Senin ağladığını gören Müslümanlar da ağlayacaktır!" diye şaşkınlıklarını ifade edinceNebî (sas), "Göz yaş döker, kalp üzülür fakat biz ancak Rabbimizin (sas) razı olacağını söyleriz..." "Bu, ancak merhamettir ve merhamet etmeyene merhamet olunmaz. Ben insanların ancak bağırıp çağırarak ölünün arkasından yas tutmalarını yasakladım." diye cevap verdi. İbrâhim ruhunu teslim edince de şöyle buyurdu: "Eğer kuşatıcı bir söz, gidilecek bir yol olmasaydı ve sonra giden öncekine kavuşmasaydı şimdi farklı şeyler düşünecektik. Ey İbrâhim! Gerçekten biz senden dolayı üzgünüz."

Daha sonra Rahmet Peygamberi, dostlarına, "Ben oğluma (son bir kez) bakmadan onu kefenlemeyin!" buyurdu. Yıkama işi bitip kefenlerine sarılacağı zaman Efendimiz (sas) onun yanına geldi ve üzerine kapanarak tekrar ağladı.

Sahâbîler, ölülere bağırıp çağırarak, yırtınıp dövünerek yapılan yas tutma veya ağıt yakma şeklindeki nebevî yasağın, ağlamayı da içine aldığını zannetmişlerdi. İnsanlara musibetler karşısında daima sabrı, ilâhî takdire rıza göstermeyi tavsiye eden bir peygamberin, kendi oğlunun vefatı karşısında da olsa gözyaşı dökmeksizin sabretmesi gerektiğini düşünmekteydiler. Hz. Peygamber (sas) ise bu hadisede her şeyden önce bir insan olarak, baba şefkatiyle biricik oğlunu kaybetmenin hüznünü dışa vururken, bir Resûl olarak da yakınlarını kaybettiklerinde nasıl davranacaklarına dair ümmetine örneklik sergiliyordu. Hüznün ve ağlamanın ölçülü olması gerektiğini gösteriyordu.

Evet, ağlıyordu Resûl... Zira o da bir insandı, duyguları vardı. Babaydı, şefkat sahibiydi. Onun da bir yüreği vardı ve yanardı. Gözleri vardı, duygulanır, yaşlar boşanırdı. Peygamberdi, rahmet elçisiydi, merhamet sahibiydi.

Benzer bir sahneyi, kızı Zeyneb’den (ra) doğma Ümeyme adlı torununun vefatında bir kez daha yaşamıştı Rahmet Peygamberi (sas). Torunu için sınırsız bir dede şefkatiyle gözlerinden yaşlar boşanan Efendimiz (sas), bir taraftan da, "Alan da Allah (cc), veren de Allah’tır (cc) ve her şeyin belli bir süresi vardır!" buyurarak başta kızı Zeyneb olmak üzere etrafındakileri teselli ediyor ve şöyle diyordu: "Bu, bir rahmettir ki Allah (cc) onu dilediği kullarının kalplerine koyar. Allah (cc), kullarından merhametlilere merhamet eder!"

Duygulu bir insan olan Rahmet Elçisi (sas), sadece kendi oğlu veya torunu için değil, ashâbından birçok kişi için de gözyaşı dökmüştü. Örneğin, ibadet ve taate çok düşkün dostlarından Osman b. Maz’ûn’un cansız bedenini öptüğünde gözyaşları yanaklarını ıslatmıştı.

Abdullah b. Ömer’in (ra) anlattığına göre, Sa’d b. Ubâde (ra) hastalanmış ve Peygamber (sas), bazı dostlarıyla birlikte onu ziyarete gitmişlerdi. Sa’d’ın (ra) yanına girdiklerinde, bütün ailesi onun etrafında toplanmışlardı. Resûlullah (sas), "Öldü mü Sa’d?" diye sorduğunda oradakiler, "Hayır yâ Resûlallah, ölmedi." demişlerse de Hz. Peygamber (sas) duygulanıp ağlamıştı. Hz. Peygamber’in (sas) ağladığını görünce oradakiler de ağlamışlardı.

Rahmet Elçisi’nin (sas) duygularının yansıması olan gözyaşlarının ardında, bazen hüzün bazen merhamet bazen hasret bazen de ümmeti adına hissetmiş olduğu endişe ve korku yatmaktaydı. Dostlarından Abdullah b. Amr’ın (ra) anlattığına göre, Resûlullah (sas) zamanında güneş tutulmuştu. Allah Resûlü (sas) namaz kılmak için kalktı, orada bulunanlar da kalkıp namaza durdular. Namazın her iki rekâtında da kıyam, rükû, secde ve oturuşundan her birini oldukça uzattı. İkinci rekâtın secdesinde bir yandan derinden nefes alıyor, bir yandan da ağlıyordu. O esnada ise şöyle diyordu: "Ben aralarında iken bunu bana vaad etmemiştin! Biz senden bağışlanma dilerken bunu bana vaad etmemiştin!" Namazını bitirdiğinde başını kaldırdı, güneş açılmıştı. Namazdan sonra kalkarak cemaate hitap etti. Allah’a (cc) hamdedip O’nu övdükten sonra şöyle buyurdu: "Güneş ve ay, Yüce Allah’ın (cc) (varlığını ve birliğini gösteren) alâmetlerinden birer alâmettirler. Ay ve güneşten birinin tutulduğunu görürseniz Yüce Allah’ı (cc) zikre (namaza) koşunuz. Canım elinde bulunan Allah’a (cc) yemin olsun, cennet bana o kadar yaklaştırıldı ki neredeyse meyvelerinden koparabilecektim. Cehennem de o kadar yaklaştırıldı ki sizi çepeçevre kuşatmasından korkup Allah’a (cc) sığındım..."

O, bir baba olmasının yanında aynı zamanda Allah’ın Resûlü’ydü (sas). Bu nedenledir ki biricik oğlu İbrâhim’in öldüğü gün meydana gelen güneş tutulması ile bu ölüm arasında bağ kuranların bulunduğunu işittiğinde böyle bir hutbe irad etmek lüzumu hissetmiş ve "Ay ile güneşin herhangi bir kimsenin hayatı veya vefatı sebebiyle tutulmayacağını" ifade etmişti.

Bir insan olarak Hz. Peygamber’in (sas) diğer insanlar gibi bazen heyecana kapıldığı, telaşlandığı da görülmüştür. Hz. Ebû Bekir’in (ra) kızı Esmâ’nın anlattığına göre, bir gün güneş tutulunca Hz. Peygamber (sas) telaşlanmış ve aceleyle hanımının entarisini giymişti. Bunu anladıklarında kendi elbisesini yetiştirmişlerdi.

Hava bulutlandığında veya rüzgâr arttığında Allah Resûlü (sas) endişelenir ve bu hâl yüzünden belli olurdu. Bir defasında Hz. Âişe (ra), "Ey Allah’ın Resûlü! İnsanlar bulut gördükleri zaman yağmur vardır ümidi ile sevinirler. Halbuki bunu sen gördüğünde, yüzünden hoşnutsuzluk okuyorum!" demiş, bunun üzerine o şöyle buyurmuştu: "Yâ Âişe! Bunda bir azap bulunmadığına dair bana kim teminat verebilir? Halbuki bir kavim (Âd kavmi) rüzgâr ile helâk edilmişti. Onlar (aslında) azabı görmüşler fakat (ümitlenerek) "Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur." demişlerdi."

Enes b. Mâlik’in (ra) anlattığına göre, Resûlullah (sas), insanların en güzeli, en cömerdi ve aynı zamanda en cesuru idi. Bir gece Medine halkı şiddetli bir ses ile uyanmış ve herkes çok korkmuştu. Sesin geldiği tarafa doğru giden bazı kimseler kendilerinden önce giden Resûlullah’ın (sas) dönmekte olduğunu gördüler. Ebû Talha’nın çıplak bir atına binmiş, kılıç boynunda, "Korkmayın! Korkmayın!" diyordu.

Bununla birlikte, bir insan olarak Hz. Peygamber (sas) de bazı zamanlar endişelenerek korunmaya ihtiyaç duymuş ve sahâbe tarafından korunmuştu. Meselâ, Medine’ye geldiğinde bir gece uyuyamamış ve "Keşke ashâbımdan iyi bir adam bu gece beni korusa!" demiş, az sonra silahıyla gelen Sa’d b. Ebû Vakkâs (ra) başında onu beklemiş ve bu şekilde Hz. Peygamber (sas) uyuyabilmişti.

Resûlullah’ın (sas) özelliklerini çok iyi bilen ve onun şemailini nakleden sahâbîlerden biri olan Hind b. Ebû Hâle’nin (ra) anlattığına göre, Allah Resûlü (sas), rahat ve keyif ehli biri değildi, daima kederli ve düşünceliydi. Suskun bir tabiatı vardı. Lüzumsuz yere konuşmazdı. Hind’in bu ifadeleri, Peygamberimizin (sas) keyfine düşkün, vurdumduymaz biri olmadığını, aksine onun zengin bir duygu dünyasına sahip olması sebebiyle genellikle derin bir tefekkür içerisinde bulunduğunu ortaya koymaktadır.

O, hiçbir zaman kendi köşesine, köşküne çekilmemişti. Çilekeşlerin sıkıntılarını yüreğinin derinliklerinde hissetmiş, onlara sürekli sabır ve mukavemet aşılayarak ayakta kalmalarını, dirençli olmalarını sağlamıştı. Eza, cefa ve işkencenin sıradanlaştığı Mekke’de tebliğin ilk yıllarında, ashâbıyla birlikte o da çeşitli eziyetlere maruz kalmıştı. İki üç yıl kadar devam eden abluka yıllarını ashâbıyla birlikte göğüslemişti. Açlığı, korkuyu, hicreti ve nihayet savaşları onlarla birlikte yaşamış, hendeği birlikte kazmıştı. Duyarlı bir şahsiyet olan Rahmet Elçisi (sas), zayıf, yoksul, güçsüz kimselere, köle ve cariyelere kısaca bütün ashâbına çok düşkündü. Onun bu yönünü Yüce Allah (cc) şöyle ifade etmektedir: "Andolsun, size içinizden öyle bir elçi gelmiştir ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir. O, size çok düşkündür. Müminlere çok şefkatli ve çok merhametlidir."

Allah Resûlü’nün (sas) en bariz vasıflarından biri onun Rahmet Peygamberi (sas) oluşudur. Yüce Allah (cc) onu ancak âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Nitekim müşriklere beddua etmesi istendiğinde, "Ben lânet okuyucu olarak gönderilmedim, rahmet olarak gönderildim!" buyurmuştu.

Allah Resûlü’nün (sas) duygu yönünü gösteren bir başka husus da onun son derece hayâ sahibi olmasıydı. Onun bu yönünü Ebû Saîd el-Hudrî (ra) şöyle tasvir etmiştir: "Hz. Peygamber (sas), örtüsüne bürünmüş bir genç kızdan daha hayâlı idi. Hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman bunu yüzünden anlardık."

Bazı hadiseler karşısında Hz. Peygamber’in (sas) kızdığı, öfkelenip moralinin bozulduğu da olurdu. Sahâbe çoğu zaman onun hiddetlendiğini yüzünden anlardı. Nitekim Resûlullah (sas) kendisinin de bir insan olduğunu, herkes gibi kendisinin de kızabileceğini ifade etmişti. Ayrıca bu öfke hâlinde söz ya da davranışla karşısındaki mümini incitmesi söz konusu olduysa bu olumsuzluklar karşılığında kıyamet günü onları Allah’a (cc) yakınlaşma, arınma ve rahmet vesilesi yapması için Rabbine dua etmişti. Ancak onun dile getirdiği bu tür davranışları az sayıda ve istisnaî durumlar olsa gerektir. Zira Kur’an’da, "Allah’ın (cc) rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet; bağışlanmaları için dua et." buyrulmaktadır.

Hz. Peygamber (sas), kendi nefsine yönelik haksızlıklar karşısında sabrederdi. Fakat Allah (cc) ve kulların hukuku söz konusu olduğunda daha hassas davranmakta hatta bunun korunması adına sert çıkışlar yapabilmekteydi. Bir defasında Muâz b. Cebel (ra) namaz kıldırırken Bakara sûresini okumuş, namazı fazla uzatmıştı. Bundan dolayı cemaatten ayrılıp namazını tek başına kılan bir şahıs, daha sonra onu Hz. Peygamber’e (sas) şikâyet etmişti. Bunun üzerine Resûlullah (sas), "Muâz ! Sen insanların sabrını mı deniyorsun!" diyerek Muâz’ı sert bir şekilde azarlamıştı.

Fakat burada şunu da hatırlatmalıyız ki Resûl-i Ekrem’in (sas) kızması bile farklıydı. Tebük Savaşı’ndan geri kalan üç kişiden biri olan Kâ’b b. Mâlik (ra), savaştan dönen Hz. Peygamber’in (sas) huzuruna çıkmıştı. Savaşa katılamayışını anlatmak üzere gelmiş, ona selâm vermişti. Hz. Peygamber (sas) ile olaydan sonra ilk karşılaştığı bu ânı Kâ’b (ra) şöyle tasvir etmiştir: "Resûlullah (sas) bana kızgın bir şekilde tebessüm etti ve "Gel!" dedi..."

Rahmet Elçisi (sas), en azılı düşmanlarına karşı bile kindar değildi. Mekke’de olsun Medine’de olsun, hasımlarının helâk olmasını değil daima hidayete ermesini istemişti. Mekke’yi fethettiği gün, Mekkelilerden intikam almayı aklından bile geçirmedi ve onları serbest bıraktı. Hz. Âişe’nin (ra) anlattığına göre, "Resûlullah (sas) kendisi için hiç intikam almamıştı. Ancak Allah’ın (cc) haramları çiğnendiği zaman bundan dolayı Allah (cc) için intikam alırdı."

Allah Resûlü’nün (sas) duygulu bir insan olduğunu gösteren bir başka husus da onun eşlerine karşı ilgisi ve sevgisi idi. İlk eşi olan Hz. Hatice’ye (ra) karşı olan sevgisini, onun vefatından sonra da korumuş ve hayatı boyunca onu hep hayırla yâd etmişti. O kadar ki en genç eşi olan Hz. Âişe (ra), Hz. Hatice’yi (ra) yıllar sonra bile kıskanmadan edemeyecekti.

Sevgili eşi Hz. Âişe’ye (ra) atılan iftira (ifk) hadisesinde, dilden dile dolaşan söylentilerden bir insan olarak Hz. Peygamber (sas) de etkilenmişti. Konuyu yakın çevresiyle istişare etmiş, bir eş olarak zor ve endişeli günler geçirmişti. İsnat edilen bu çirkin suç ile Hz. Âişe’nin (ra) hiçbir ilgisi olmadığını ise ancak inen âyetler aracılığıyla öğrenebilmişti.

Israrla kendisinden çeşitli dünya malları istemelerinden dolayı eşlerine gücenen Hz. Peygamber (sas), bir çardağa çekilmiş ve yirmi dokuz gün boyunca onlardan ayrı yaşamıştı. Neticede eşlerinin dünya menfaati ile Allah’ın rızası ve âhiret arasında tercih yapmalarını isteyen âyetlerin inmesi üzerine hanımları hatalarını anlamış, nedamet içerisinde Allah (cc) ve Resûlü’nü (sas) tercih etmişlerdi.

Diğer insanlar gibi Hz. Peygamber (sas) de sevinir ve neşelenirdi. Kâ’b b. Mâlik (ra), "Resûlullah (sas) sevindiği zaman, yüzü parlar, sanki bir ay parçası gibi olurdu. Biz, onun sevincini yüzünden anlardık." demektedir. Zaman zaman insanlarla ilişkilerinde mizaha yer vermekten kaçınmayan Resûlullah (sas), güzel ve düzeyli şakalar yapar ama bunları yaparken de hakikatten ayrılmamaya özen gösterir, şakasına yalan karıştırmazdı. Daha çok kelime oyunu şeklinde mecazlı, kinayeli ifadelerden oluşan ve mantığa dayanan esprilerini bazıları anlayamazken, onun bu yönünü iyi bilen bazı sahâbîler ise mukabil şakalar yaparlardı. Fakat Hz. Peygamber’in (sas) bu yönünü bilmeyenler onun şaka yaptığını görünce şaşırmışlar ve "Ey Allah’ın Resûlü! Sen de bizimle şakalaşıyorsun (öyle mi)!" demişlerdi de o, "Ama ben ancak hakikati söylerim." diyerek cevap vermişti.

Hz. Peygamber (sas) ile sahâbe arasındaki sohbet, muhabbet ve samimi ilişkiyi anlatan Câbir b. Semüre’nin belirttiğine göre, Resûlullah (sas) sabah namazını kıldıktan sonra güneş yükselinceye dek namaz kıldığı yerden kalkmazdı. Ancak güneş doğduğunda kalkardı. Bu arada sahâbe onunla birlikte konuşurlar, mescitte şiirler okurlar, câhiliye döneminde yaptıklarını anarlar ve gülerler, o da tebessüm ederdi.

Evet, Allah Resûlü (sas) de gülerdi ama kendinden geçercesine kahkaha atmazdı. O, daima güler yüzlüydü ve gülüşü de hep tebessüm şeklindeydi. Hatta bazı sahâbîler, Resûl-i Ekrem’in (sas) çeşitli vesilelerle biraz fazlaca gülümsedikleri anları, "O kadar ki azı dişleri gözüktü." şeklinde tasvir etmekteydiler. Efendimizi (sas) en yakından tanıyan Hz. Âişe (ra), onun gülümsemesini şöyle anlatır: "Ben, Resûlullah’ın (sas) küçük dili görünecek kadar güldüğünü görmedim. O, yalnızca tebessüm ederdi."

Hz. Peygamber’in (sas) hayatından aktarılan bu kesitler açıkça göstermektedir ki bir beşer olan Allah Resûlü (sas), duyguları olan her insan gibi davranmış ve çeşitli durumlarda farklı duygusal tepkiler vermiştir. Resûlullah’ın (sas) hangi durumlarda endişe veya korku duyduğu, hangi durumlarda sıkıntıya düştüğü ve bu tür durumlarda Müslümanlar için nasıl bir örneklik sergilediği önem arz etmektedir. Rahmet Peygamberi (sas), bir erkek, bir eş, bir lider ve nihayet bir Peygamber olmasına rağmen yaşadığı olaylar karşısında gayet tabiî olarak hissettiği samimi duygularını çevresinden gizlememiş, aksine sağlıklı bir duygu dünyasına sahip olma ve duygularına hâkim olma konusunda onlara örnek olmuştur. Bu vesilelerle o, inananlara, olumlu ve olumsuz duygular karşısında nasıl tavır takınacaklarına dair rehberlik yapmıştır.

Verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere, Sevgili Peygamberimiz (sas), duygularını bastırmamaktadır. Hissettiklerini dışa yansıtmaktan, hatta uygun bir şekilde yaşamaktan ve bunu da çevresindekilerle paylaşmaktan çekinmemektedir. Özellikle "Erkekler ağlamaz!" gibi söylemlerin yaygın olduğu kültürümüzde, çoğu zaman insanlar tabiî duygularını bastırmaya zorlanmaktadır. Bastırılan duygular ise zaman içerisinde ya beklenmedik bir şekilde açığa çıkarak birtakım problemlere yol açmakta yahut çeşitli ruhsal rahatsızlıklara neden olabilmektedir. Halbuki anılan bu tavırlarıyla Efendimiz (sas), duygularını bastırmayı değil denetim altına almayı; duygusal ve aşırı tepkiler vermeyi değil duyarlı duruşlar sergilemeyi tercih etmektedir. Rahmet Peygamberi (sas), her yönüyle olduğu gibi duygu yönü ve duyarlılığı ile de Müslümanlara örnek ve rehber olmuştur.

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam